Gül Kokusu

Saliha Çolak

“Ölüme kavuşmak kolay, seni öldü bilmeli

seni öldü bilmeli, şükredecek haldeyim”

Sevgili dost bugün biraz kırgın gibisin. İçim ürperiyor da anlıyorum seni. Varlığını hissetmem için hep bir sebep mi gerekli? Çıkıp gelsen bana öylece. Yalnız kalmak beni korkutuyor son zamanlarda. Yaşlanıyorum. Sobaya bir odun daha attım. Ateşi izlerken düşünmek hoşuma gidiyor. Düşünürken konuşuyor muyum bilmiyorum. Bir keresinde fasulye yediğim tabağı yıkarken fark etmiştim konuştuğumu. Bazen sesli konuşuyorum galiba. Sen beni duyuyor musun?

Sen de gelmez oldun son zamanlarda. İşlerin var sanırım. Oralarda durumlar nasıl? İçimde yani. Kalbimi pek dinlemez oldum. Ona da uğra halini hatırını sor. Sen de olmasan beni kim bilecek be dost. Gitme olur mu?

“Olur gitmem.“

“Olur gitmem” mi? Yine saçmalamaya başladın Âsım. Hoşuma gidiyor ne yapayım. Konuşacak kimsem yok. Duvara mı anlatayım derdimi? Yoo! Mis gibi dinliyor işte beni. Zaten onun dışında kimin var ki. Herkesin beni tanıdığı bir köyde yalnızım. Biraz da garibim. Biraz mı? Ben sadece mahallelinin selam verdiğinde iyi olduğuma kendilerini inandırdıkları yaşlı biriyim.

Sevgili dost yine sana döndüm. Dışıma konuşmak boğuyor beni. Altmışı geçmiş yaşımda hislerimi kendime anlatmam daha makûl. Varsın duvarlar duymasın.

Duydular da ne oldu? Bir kere bu evde mutlu olmadım ta ki o güne kadar. Bundan beş yıl öncesine kadar.

Sevgili dost gel hele şöyle otur anlatayım sana. Nereye oturursun bilmem ama boğazıma oturma. Orada yeterince düğüm var zaten bir de sen kalabalık etme.

Canım anam benim sütten yeni kesmişken vefat etmiş. Zehirlenmiş deyivermişler öylece. Anamı hiç tanıyamadım. Kokusunu bir kere olsun alamadım. Sonra büyüyünce anladık ki ben zaten koku alamazmışım. Rahmetli babam yokluk içinde beni şehirdeki doktorlara götürmüş. Yok, olmazmış. Koku alamadan yaşayıp ölecekmişim.

Bir ablam vardı tabii. Canım ablam bir kere bile söylenmeden baktı bana, büyüttü beni. İlköğretimi bitirdim de bir baltaya sap olmak için şehirde iş buldum. Babam doğduğundan beri hep gariplik çekti. Onu güldüreyim istedim. Olmadı. Kanser illeti bir ayda ablamla benden aldı onu. Ablamla kaldık baş başa. Evlenecek yaşa gelmişti. Anlıyordum onu. Beni yalnız bırakmak istemediği için evlenmeye niyet etmiyordu. Zaten beni de kimse beğenmezdi. Zayıf, çelimsiz üstelik koku da alamayan bir zavallıydım köyün genç kızlarının gözünde.

Sevgili dost hiç de niyet etmedim evlenmeye. Ama ablam mutlu olsun isterdim. Benim bir çare hayatımda sefalet çeksin istemedim.

Sevgili dost dua ettim, etmez olur muyum. Ama bir yerde yanlış ettim galiba. Şehirden döndüğüm bir gün ablam gitmişti. Nereye gittiğini sordum tüm eşe, dosta. “Bilmiyoruz.” Dediler.

Ablam gitmez ki beni bırakıp. Yirmilerimde bir toydum. Ablamı bulamazdım da. Allah’tan yardım istedim. Bir o vardı. Kimseler gelip kapımı açmadı. Ablanı bulalım demedi.

Jandarmalara gittim, ablamı tarif ettim. Kayboldu dedim. Bulun dedim. Çöktüm, ağladım. Komutan elini omzuma attı. “Sabret evladım.” Dedi.

Sobayı bile doğru düzgün yakamazdım. Soğuk evde aylarca ablamdan haber bekledim.

Nereden baksan kırk sene var. Şimdiki gibi değildi zaman. Elimi attığım yerde bir varlığa rastlamazdım. Komutandan da haber gelmedi. Ablamı öldü bildim. Anamla babam köyün tepesindeki kabristanda yan yana yatardı. Ablamı da onların yanına gömdüm sevgili dost.

Bir ruhu toprağa gömmeyi bilir misin? Kokusunu bilmediğim ablamı benden bir parça toprağa sığdırdım. Yıllarca şehre işime gittim, boş evime geri döndüm. Ablama ağladım tabii. Çok ağladım. Anam gibiydi o benim. Gözlerimde yaş ne zaman kurudu işte o zaman seninle tanıştım sevgili dost. Şu sessiz ömrüme seni ses bildim.

Yıllar yılları kovaladı. Mevsimler mevsimleri… Ben hiçbir şeyi kovalamadım. Ben durdum, zaman öylece geçti. Necip Fazıl beni anlar belki.

Bundan beş yıl önceydi. Bir gün eşiğinde ölümü beklediğim kapımda allı pullu gencecik ve tazecik bir kız belirdi. Duruşundan anladım, okumuş kızdı. “Asım bey siz misiniz?“ Dedi.

“Bey miyim?” Dedim. Köyümden çıkmadım ki köy benden çıksın. Genç kızı buyur ettim içeri.

Ben Sema, dedi. Pek de narin bir kız. Omuzlarında saçları hafif kıvırcık. Giysisi pek alımlı. Üstünde kahverengi uzun bir ceket emanet gibi duruyor zayıf bedeninde. Gözleri hafif çekik ve kirpikleri uzunca. Aynı ablam gibi…

Ben Sema, avukatım. Asım bey sizinle paylaşmam gereken önemli bir şey var, dedi.

Lafı geveleyip duruyordu. Elindeki dosyadan en sonunda bir fotoğraf çıkardı. Elime tutuşturdu.

Kenarları yırtık bir fotoğraf. Ablam var, elimi tutmuş. Pembe elbisesini giymiş, hep onu giyerdi zaten. Ben çok küçüğüm. Ablam benim için kazağını söküp diktiği atkıyı boynuma iki kez dolamış. Gül kokulu bir sabunumuz vardı. Yani ablam gül koktuğunu söylerdi. Çamaşırları da hep onunla yıkardı. Atkım buram buram gül kokuyor. Kenardan da ablamın elindeki odun sepetinin içinde ateşi harlamayı bekleyen çıraların kokusu ilişiyor. Gülü de çırayı da seçemeyen burnum fotoğrafı iyice kokladı. Gül kokusu aynı ablamın bana tarif ettiği gibiydi.

Beni bir sıcaklık bastı. Yüzümdeki ter ile gözyaşı birbirine karıştı, aktı. Sanki dünya bir anlık geriye doğru kaydı ya da ben ilerlemeye başladım. Bu hissi tarif edemiyorum sevgili dost.

İşte o gün yanımdaki genç kızın çiçekli parfümünün, raftaki kitabın, üstümdeki kazağın, kanepenin kararmış yerlerinin, yerdeki çay lekesinin ve evin her köşesinin kokusunu aldım. Doktorlar yanılmış mıydı bilmem sevgili dost. Ama üçüncü gözüm işte o gün açılmıştı.

Hz. Yusuf’un gömleği babasına şifa olmuştu ya bu eskimiş fotoğraf parçası da benim şifamdı.

Bu gencecik kız ablamın yavrusuymuş. Her şeyi anlattı bana. Başka da evladı yokmuş. Eskiden hayat şimdiki gibi gülmezdi insana. Şimdi mesela mutlu olduğunda hayat da güler sana. Önceden yalnızca çaresizliğine gülerdi.

Köyümüze pazar kurmak için gelen adamlardan birinin oğlu ablama gönül koymuş. Ablam karşılık vermeyince adam çirkinleşmiş. O mâlum gün de ablamı kaçırıp zorla evlenmişler. O alçak herifi şimdi bulsam elimle öldürürdüm ama genç kız öldüğünü söyledi.

O alçak babası olur esasında. Ama ablama da kızına da çok eziyetler etmiş. Ablama gün yüzü göstermemiş. Kızı da kaçıp şehirde devlete sığınmış da okulunu bitirmiş. Öleceği yokmuş aslında o alçağın ama alacaklıları varmış. Peşini bırakmamışlar. Benim ablamı bulmamdan yedi yıl kadar önce öldürmüşler.

Sevgili dost, ailemde mesut olan kimse olmayacak mıydı? Sema kızım bir yandan ben bir yandan ağladık. Ağlaya ağlaya anlattı yaşadıklarını. Beni ablama götür, dedim. Arabayla iki günde vardık.

Sevgili dost, ablamı gördüm. Saçlarına aklar üşüşmüş. Yorulmuş, bitap düşmüş. Canını öyle yakmışlar ki eğilmiş, doğrulamamış. Hepsi canımı yaktı da en çok canımı yakan hiçbir şey hatırlamamasıydı.

Ablam, canım ablam, ne yaşadıysa, hafızasını kaybetmiş. Bebekten bir farkı yoktu. Hiçbir şey hatırlamıyordu. Ona sarıldım, tepki yok. Yaşadığımız anıları anlattım, tepki yok. Sadece bir an elimdeki fotoğrafı ona gösterip ben Âsım dediğimde başını kaldırıp bana sarıldı. Uzun süre ağladı. Başka da bir tepki vermedi.

Sevgili dost, bugün her zamankinden fazla konuştuk. Hani boğazıma oturmayacaktın? Bu düğümler ne o halde? Gözlerime yuva yapmış yaşları silmekten de yoruldum. Ama şimdi en azından içim rahat. Ablamı bulalı beş yıl oldu. Evimize getirdim onu. O beni bilmese de ben onunla kaybettiğim zamanı telafi ettim kendimce. İki yılın ardından hasta vücudu daha fazla dayanamadı. Onu anamla babamın yanına, tıpkı önceden gömdüğüm gibi, gömdüm. Şimdi tek emelim gittiği yerde rahat olması.

Sevgili dost, zaman geçti, ömür tükendi. Hesap soracak kimse kalmadı. Burnumda gül kokulu sabun ve elimde eski bir fotoğrafla kalakaldım. Tabi şükür bu halime. Anamın da babamın da ablamın da yattığı yer belli, yattığı yer bir. Şimdi tek beklediğim ecelin kapımı çalması ve ablamın yanında bir avuç toprağın altına uzanmak.

Neyse çok uzattım. Akşam olmak üzere. Gideyim de şu sobaya bir odun daha atayım sevgili dost. Sonra abdest alır namazı kılarım.