Titreyen elleriyle kapımın önündeki karları kürüyordu. Pencereden baktığımı görünce dikleşti. Göğsünü kabartıp gözlerini belerterek baktı bana. Kafasıyla kapımın önünü işaret etti. Teşekkür bekliyordu. Ve daha fazlasını. Her zamanki gibi. Etmedim teşekkür. Dik dik baktım gözlerinin içine. Yapmasaydın, diyerek çektim perdemi. Dudaklarımı okuduysa anlamıştır. Ona boyun eğmeyeceğim. İstediği kadar iyilik yapsın, teşekkür etmeyeceğim. Önünde eğilip ona istediğini vermeyeceğim.
Mahalleliye anlatmaya çalışmaktan iflahım söküldü. İnsanın insandan başka dostu yoktur, bırakın bu mahluku, yapmayın, etmeyin, sizi iyilikleriyle köleleştiriyor, insanın asaletini üç kuruşa satmayın… Dinlemedi mahalleli beni. Daha doğrusu dinlediler ama uymadılar bana. Bir de Hızır adını vermişler o hanzoya. Hızır böyle mi olur? Hızır nur yüzlü, ak sakallı olur. En önemlisi insan olur Hızır. Utanmasalar Peygamber diyecekler. Cahillik başa bela. Ama mahallelinin bu tavrı cahillikten dolayı değil. Kurnazlıktan. Bunlar ona Hızır diyecek ki o bunlara daha çok iyilik yapacak. O bunlara daha çok iyilik yapacak ki bunlar onu daha çok yüceltecek. Siyaset siyaset siyaset. Midem bulandı.
Geçen yıl geldi bu mahalleye. Önüne gelen herkese para dağıtıyordu. Parayı gören insanoğlu durur mu, kimdir nedir necidir bu paranın kaynağı nedir demeden aldılar. Ben de aldım ne yalan söyleyeyim. Kendi gelen cennetten gelirmiş, diye aldım. Ertesi gün yanına gidenlere yine para vermiş. Teşekkür edenlere daha çok, önünde eğilenlere daha çok, eteğini öpenlere daha da çok. Bu manzara hoşuma gitmedi. Bir daha gitmedim yanına.
Zaten yüzünde nur yok. Hiçbir şeye benzemiyordu. Olsa olsa ete kemiğe bürünmüş kibir ve gösteriş abidesi olabilirdi. Kibir ve riyayı bir araya getirip suret verilse ancak böyle bir şey çıkardı ortaya. İnsana hem benziyor hem benzemiyordu. İki eli iki ayağı iki gözü iki kulağı bir ağzı bir burnu vardı. Fakat kulakları başının üstünde, köpek kulağına benziyordu. Gözleri küçücük, akı sarımtırak, göz bebeği kırmızı renkteydi. Dudakları yok denecek kadar ince dili kocaman ve yeşil renkteydi. Kahverengi tüylüydü. Derisi buruşmuş, göz kapakları düşmüş, dişleri sararmıştı. Kendi türünün en yaşlı örneği olabilir. En tuhaf özelliği insan gibi hareket etmesi ve konuşmasıydı.
Mahalleli böyle cömert bir varlık bulmuşken bırakmak istemedi. Mahallenin sonuna elbirliğiyle lüks bir villa yaptırdılar. Hızır efendi dediler ona. Yaptırdıkları lüks villaya yerleştirdiler Hızır efendilerini. Hızır efendi kapısına geleni boş çevirmedi hiçbir zaman. Bayramlarda en güzel şekerleri, en kaliteli çikolataları o dağıttı. Evlenecek gençlerden kim kapısını çalar, eteğini öperse tüm masraflarını karşılayarak onları evlendirdi. Kocasından şikayetçi olan kadınları, dul kadınları himayesi altına aldı. Sonbaharda bahçeleri kaplayan gazelleri o süpürdü. Kışın kapıları örten karları o küredi. Ağaçları, çiçekleri o suladı, hayvanları o yemledi. Fakir fukarayı o besledi, zenginleri o eğlendirdi.
Şimdi sizler de sandınız ki dünyanın en iyi insanı pardon insana benzeyen mahluku, bu mahluk. Siz de onu Hızır sandınız. Hatta belki onu aramaya çıkacaksınız, bulunca siz de yapışacaksınız eteğine. Öyle değil efendiler öyle değil. Her iyilik yapan Hızır değil. Size bunu örneklerle anlatayım da anlarsanız anlayın, anlamazsanız siz de gidin köle olun bu kibir abidesin. Önce bizim gariban Veli abiden başlayalım. Veli abi bir fabrikada işçi olarak çalışıyordu, fabrika sahibi ekonomik sıkıntılar sebebiyle işçilerin bir kısmını işten çıkarırken Veli abiyi de çıkarmış. Gariban üç çocuğu ve eşiyle kalakaldı. Evinin kirasını bile ödeyemiyordu. Ev sahibi evden çıkaracakken bu insanımsı yaratık geldi. Para verdi. Sonradan Veli abi gidip derdini anlatmış. Veli abiye bir iş kuracak kadar sermaye vermiş bu yaratık. Eee sonra durur mu? Veli aşağı Veli yukarı. Koca adamı kendisine hizmetçi etti.
Gelelim Şükran ablaya. Şükran abla genç yaşında dul kalmış bir ablamızdı. Maaşı da yoktu. İlk zamanlar akrabalarının yardımıyla geçinmeye çalışıyordu. Ama tabii taşıma suyla değirmen dönmez. İş aradığı sıralar Hızır efendileri villasına yerleşmişti. Şükran ablaya gel benim evimde işe başla demiş. Temizlik, yemek evin bütün işini yap maaşını da sigortanı da öderim demiş. Kadıncağız da kabul etti mecburen. Gel zaman git zaman kadını zorla kendisiyle evlendirdi.
Bitmedi. Bizim mahallenin meşhur âşıkları Pelinsu ile Batuhan’ın evliliklerine ikna olmayan babalarını bir işaretiyle ikna ettikten sonra çiftimizin bütün düğün ve ev masraflarını karşıladı. Düğünden hemen sonra da Batuhan’ı özel şoförü, Pelinsu’yu da evinin hizmetçisi yaptı. Ve daha birçokları. Kime en ufak bir iyilik yaptıysa onu kölesi olarak görüyor. Üstelik kölesi olarak gördüklerine istediği hakareti etme, olur olmadık yerde küçük düşürme cüretini göstermekten de çekinmiyor. Fakat tuhaftır ki önce mahalleyi sonra da bütün şehri etkisi altına almış bulunmakta. Belediye başkanı bile önünde el pençe divan duruyor. Mahalleye, ona hürmet olsun diye Hızır efendi mahallesi adını verdiler. Çünkü belediyenin de borçlarını kapatmış, hatta söylentiye göre başkanı da yemliyormuş ara sıra. Ya hu başkanı anlarım da müftüye ne oluyor? Sen müftüsün müftü, kim bu, Deccal mi in mi cin mi sormaz mısın? Verdiği paralar, ettiği yardımlar helal mi, düşünmez misin? Neymiş efendim, Hızır efendi Kur’an kurslarına yardımda bulunuyormuş, talebeleri doyuruyormuş, eli öpülesi mübarek bir zât-ı muhteremmiş.
Şehirde bir ben kaldım Hızır efendinin önünde eğilmeyen, eteğini öpmeyen, teşekkür etmeyen. Tabii bu dikkatinden kaçmadı mendeburun. Hırs yaptı. Sürekli zayıf bir yanımı kolluyor. Geçen hafta araba çarptı ayağım kırıldı, bir hafta boyunca sıkılmadan yemek gönderdi evime. Reddettim tabii. Kabul eder miyim? Kula minnet eylemeyiz evelallah. Mahallenin adamlarını toplamış, ziyarete gelmiş. Mecburen aldım içeri, ağırladım. Önce yanında çalışan genç kızlardan biriyle evlendirmeyi teklif etti. Yalnızlık en büyük dertmiş, öyle söyledi Hızır efendi. Yok dedim. Kalsın. Sonra herkesin içinde cebinden bir tomar para çıkarıp uzattı, işe gidemiyorsun para lazımdır sana, diyerek. Almadım. Israr etti. O yetmedi millet de devreye girdi, almazsam ayıp edermişim. Ulan koca şehre yaptığı narsistlikler ayıp değil de benim parayı kabul etmemem mi ayıp, demedim. İstemiyorum abi paranızı da alın ve gidin dedim. Homurdanarak gittiler.
Şimdi de kapımın önündeki karları küremiş. Etmeyeceğim teşekkür. Perdemi çektim. Çayımı alıp oturdum koltuğa. Biraz sonra pencerem şakırt diye iniverdi aşağı. Ne oluyor diye fırladım ayağa. Bir baktım tüm mahalleli evimin önünde toplanmış, ellerinde pankartlarla beni protesto ediyorlar. HIZIR EFENDİ DE VARDIR. YA TEŞEKKÜR YA EŞŞEKLİK. MİNNET BİLMEYEN MİHNETE LAYIKTIR. CANIMIZ KANIMIZ HIZIRIMIZ BİRAZ İNSANIMIZ.