Onca eziyete rağmen tek parça halinde zar zor açtı gözlerini. Başı döndü önce. Nerede olduğunun idrakine varamadı. Vücudundaki ağrılar kendini belli edince feryat nidaları döküldü ağzından. Günlerdir aç olan karnına yüzünden süzülen kandan başka ne kuru bir ekmek ne de bir damla su girmedi. Şayet önüne krallara layık sofra kursalardı, onların bir damla suyuna bile minnet eylemezdi.
Beş yıldır onların içinde, onlardan biri gibiydi. Onlar gibiyken ve oradayken mutlu değildi lakin döneceği yerde mutlu olabilmesi için her şeyini feda ederdi. Kendini açık edecek hiçbir hatası olmamıştı. Ta ki zaafına yenilene dek. Zaafı çok sevdiği diliydi, bayrağıydı. Zaafı vatanıydı, vatanının toprağıydı. Buraya , onların inine, sızmadan önce zaaflarını unutmasını istemişti Kale. Önce adını nehrinden alan ismini: Tuna'yı unuttu. Sonra dilini, bayrağını ve vatanını… Düşüncelerini değiştirdi, kendini değiştirdi ama ruhunu, özünü değiştirmedi, değiştiremezdi de.
O bir mühendisti. Kale ona görev vermişti: Mühendislerin, bilim insanlarının bir olup dünyayı dize getirecekleri Çip Teknolojisi'ni, içlerine sızıp engelleyecekti. Çip Teknolojisi kendi ülkesi başta olmak üzere diğer ülkelerin insanlarına uygulanmak üzere Kapsül olarak adlandırılan merkezde geliştiriliyordu. Savaşarak yenemeyecekleri insanları zihinlerine hükmederek yeneceklerdi. Bu gizli bir projeydi. Fakat onlar, gizli projelerini bilen Kale'den haberdar değildi.
Proje gelişirken ufak tefek hatalar çıkıp duruyordu. Elbette ki bunda Tuna'nın parmağı vardı. Tam bitti sona vardık diyorlarken ufak sorunlar çıkıyor ve sorunun çözümü günleri alıyordu. Bazen Tuna engel olamıyordu. Doktorlar, mühendisler sevinmeye başlarken bir şey oluyor, bir aksilik çıkıyor ve projenin sonuna gelemiyorlardı. Tuna bu sorunların Allah'ın bir hikmeti olduğunu düşünüp şükrediyordu.
Tuna hiç yapmaması gereken bir şeyi yapmış; milletine, insanlara düşman olan, Kapsül'de çalışan bir doktora bağlanmıştı. Gözünü ondan alamıyordu. Ona bakarken aldığı nefes ciğerlerine bıçak gibi batıyordu. Kendini dizginlemeye, doktoru yok saymaya çalıştıkça kalbinde daha fazla yer ediniyordu.
Unutmak zordu lakin hatırlamak ona nispetle daha kolaydı. Kapsül'de her birine ait odalar vardı. Tuna odasının en gizli köşesine sakladığı zaafını, bayrağını, eline almış uzun uzun ona bakarken uyuya kalmıştı. Çip Teknolojisi'nin genel koordinatörü Tuna'nın odasına dayanmış, kapıya vurmuştu. İçeriden ses gelmeyince “ Bir şey mi oldu?” düşüncesi ile kapıyı ardına kadar açtı. Tuna'yı uzanır halde görünce hızla yanına yürüdü. Nefes aldığını görünce rahatladı lakin uzun sürmedi. Gözleri Tuna'nın elindeki bayrağa kaydı. Kafası karışmıştı. Içi öfkeyle dolup Tuna'yı sertçe dürttü. Tuna yerinden sıçradığında karşısında koordinatörü görmeyi beklemiyordu. Afallamış bir şekilde ona bakarken koordinatör onunla bağırarak konuştu: “Elindeki ne Robert?” Tuna hızlıca eline baktığında bayrağı yerine koymayı unutup uyuduğu için kendine küfürler yağdırdı. Tam kendini açıklamaya çalışacaktı ki koordinatör yumruklarını Tuna'nın suratına geçirdi. Onu döve döve bayıltmıştı.
…
Kaldığı mahzen gibi yerde ağrısını, acısını yok saymaya çalıştı. Onu sorgulamaya gelenlere tek bir kelime dahi etmemişti. Akabinde dayak yemesi de kaçınılmaz olmuştu. Artık işkencelerle ölüp gidebilirdi lakin Kapsül'ün bilgi almadan onu öldürmeyeceğini aksine tedavi ettirip tekrar tekrar döveceğini biliyordu.
Kapı gıcırtısı geldi ve mahzenin aydınlanması ile yüzündeki şişlerinden dolayı yarıya açık gözleri kapandı. Koordinatörü ve arkasından içeri giren doktoru görünce kalbi sıkışır gibi oldu. Koordinatör Tuna'dan laf almak için eziyetine devam edecekti lakin eziyet edilmeye müsait olup olmadığını öğrenmek için doktoru yanında getirmişti.
Tuna'nın başına birden şiddetli bir ağrı girmişti. Sanki beynini biri eline almış ve sıkıyordu. Acıyla inledi. Yapılan işkencelerden daha ağır bir acıydı. Zihninde cümleler belirdi. “ Korkmadığını biliyorum. Sana yardım edeceğim. Ben doktor yani Nehir.” Zihni Tuna’ya bir şeyler fısıldıyordu. Hayır zihni değil doktor Tuna'ya bir şey fısıldıyordu. Ama doktor yüzüne bile bakmıyordu! Ağzını bile oynatmamıştı! Nasıl bir şey söyleyecekti? Delirdiğini düşündü Tuna. Tekrar başladı o ağrılı acı: “ Çektiğin bu acı için özür dilerim. Sana ulaşabilecek başka yolum yoktu. Seninle şu an telepati yapıyorum.” Bulunduğu durum ona şaşkınlıktan başka hiçbir şey hissettirmiyordu. Lisedeyken arkadaşları ile sınav esnasında telepati yapmayı istemişti. Yalandan da olsa denemişti, yapamamıştı. Şu an yaşadığı ise yaraları olmasaydı ağzını beş karış açtıracak cinstendi. Şaşırdığı başka şey ise doktorun yani Nehir'in de ajan olduğuydu. Demek ki Kapsül'ün işine çomak sokan diğer kişi de oydu.
Nehir koordinatöre Tuna'nın çok eziyet gördüğünü, başının fazla hasar aldığını ve daha fazla alırsa her şeyi unutabileceğini söyledi. Koordinatör bu duruma sinirlenerek doktorla beraber mahzenden çıktı.
Tuna, Nehir'in yaptığı gibi ona ulaşmaya çalıştı. Gözlerii kapattı, odaklandı içinden geçenleri bir bir onun zihnine aktardığını düşündü. Yapıp yapamadığını bilmiyordu. Cevap gelsin diye uzun bir süre bekledi. Bir an sanki birisi zihnine sesleniyormuş gibi hissetti ama yanılmıştı. Vücudunun yorgunluğundan uykuya daldı.
Gözlerini açtığında saatten habersizdi. Ne kadar uyuduğunu bilmiyordu. Mahzenin kapısı sessizce açılınca gelenin Nehir olduğunu görmek içindeki atların dört nala koşmasına sebebiyet verdi. Nehir yanına gelip bu sefer sesli bir şekilde konuştu: “Şu an bütün Kapsül uyuyor. Sen ve ben ayaktayız. Bu bizim için son fırsat, bugün Çip Teknolojisi’ni yok edeceğiz. Ve sonra ülkemize döneceğiz. Şimdi soru sorma, vaktimiz yok.” Kapsül'ün nasıl uyuduğunu merak ediyordu. Bir sürü şey sormak istiyordu fakat konuşmasını engelleyen yaralar ve vakitlerinin kısıtlı olması onu susturuyordu.
Nehir, Tuna'yı çözüp ona destek olup çipin olduğu odaya kadar götürdü. Kendisi doktor olduğu için çipin nasıl imha edileceğini bilmiyordu. Tuna ona yardım edecekti. Önüne çektiği bilgisayarı Tuna'dan aldığı belli belirsiz direktiflerle kullandı. En son bir tuşa basması gerektiğini görünce heyecanlandı, yüzüp yüzüp kuyruğuna gelmişlerdi. Önce ülkeleri sonra da insanlık kurtulacaktı. Tuşa bastı ve yüzündeki gülümseme ile Tuna’ya döndü. Çip imha edildi.
Tam sevinecekleri sırada odanın kapısı gürültü ile açıldı. Etrafı Kapsül'ü koruyan askerler kuşattı. Koordinatör de arkalarından geldi. Nehir’i, en sevdiği yardımcısını orada görmek onu paramparça etmiş, daha da sinirlenmesine sebebiyet vermişti. Çip Teknolojisi'nin yok olması onu deliye döndürmüştü önce etrafa saldırdı daha sonra da Nehir ile Tuna'ya. Oda kan gölüne dönmüştü. Tanınmayacak hâle gelmişti ikisi de. İkisini karşılıklı sandalyelere bağladılar. Koordinatör ne kadar onları dövse de içinin ferahlamayacağını biliyordu. Önce nefretle onlara baktı ve sonra elindeki aside benzer sıvıyı onların başlarından aşağı döktü.
Elleri, ayakları bir bir yok oluyordu. Geriye kemik parçaları kalıyordu. “Seni tanımak isterdim.” diye fısıldadı Tuna. Ama Nehir’in zihnine. Nehir tebessüm etti. Tuna da tebessüm etti. Yavaş yavaş yüzlerine geldi sıvı. Yüzleri erimeye başladı. Ağızları, burunları, gözleri, beyinleri birbirlerinin üzerilerine eridi.
Tuna, Nehir'ine karıştı. Tuna, Nehir'ine kavuştu. Onlar sayesinde ülkeleri ilelebet pâyidar kaldı.