Ölüme Giden Başarı

Saliha Çolak

“Üzüm üzüme baka baka kararır.”

~Türk atasözü

Şehrin çatılarını akşam güneşi son kez aydınlatırken yola koyuldular. Annesi, gözleri bir haftadır uykusuz kalmaktan ve ağlamaktan şişmiş bir şekilde araba kullanıyordu. Zeynep ise arka koltuğa oturmayı tercih etmişti. Bu sayede kendisiyle daha fazla baş başa kalabilecek, annesinin umut dolu sözlerini tekrar tekrar dinlemesi gerekmeyecekti.

Babasını bir hafta önce kaybetti. İş yerinde çıkan yangında üç kişiyle beraber babası da mahsur kaldığı odada vefat etmişti. Ne o ne de annesi bu acı ölümü sindirebildiler. Annesi ağlamayı bırakıp düşünmeye başladığında evin tek gelir kaynağını, kocasını kaybettiğini fark etti. Bu şehirde kalmanın artık bir anlamı olmayacağını düşünerek annesinin yaşadığı şehre doğru yola koyuldu. Bir müddet annesinde kalacak ardından bir iş bulup başının çaresine bakacaktı.

Yedi saat süren yolculuğun ardından eve vardılar. Sakin bir karşılama oldu. Aslında her şey sakindi. Konuşmalar, yemek yemeler, hazırlıklar… Ölümün sakinliği yalnızca toprağın altındakiler için değildi. Geride kalanlar çaresizliğin sakinliğine bürünmüştü.

Zeynep, annesine ve anneannesine çok yorulduğunu söyleyerek odaya çıktı. Her şey anlamsız geldiğinde etraftaki nesnelerin yok olmak gibi bir huyu vardır. Ona da her şey anlamsız geliyordu. Merdivenden çıkarken korkuluğu göremeyip düşmesi bu yüzdendi.

Odaya vardı ve çok fazla ağlamaktan artık ağlayamayan gözlerini kapattı. Kafasındakiler konuşmaya başladı. On yedisinde genç bir kızdı. Bir hafta öncesine kadar babası ve mutlu bir ailesi vardı. Şimdi ise bir hafta öncesine kadarki geçmişini bir poşete atmış, ağzını sıkıca bağlamış ve yok etmişti. Yok olan geçmiş ve asla yok olamayan düşüncelerle uzandığı yatakta uykuya daldı.

Zaman artık matemle geçen bir hafta kadar yavaş akmıyordu. Zeynep babasının acısını yaşayarak hayata karışmaya başladı. Yeni okuluna kaydını yaptırdılar ve yeni arkadaşlar edinmeye başladı.

Şehir merkezine pek de yakın olmayan bu kasabanın fabrikalara olan yakınlığından dolayı kendine has bir kalabalığı vardı. Bu nedenle işlek bir yerdi. Zeynep kasabanın bu havasını sevmişti. Kalabalığa karışmak acıyı biraz olsun dindirmek için güzel bir tercihti.

Zeynep okulda iyi bir izlenim bıraktı. Öğretmenleri ve arkadaşları onu sevdiler. Daha önce bulunduğu okulda yürüttüğü resim çalışmalarına bu okulda da devam etti. Bu süreç içerisinde sınıfından bir kızla yakın arkadaş oldu. Sabahtan akşama kadar beraber vakit geçirir oldular.

Zeynep eve gitmek istemiyordu. Çünkü eve girdiği an kafasındakiler konuşmaya başlıyordu. Onları dinlemenin kendisine iyi gelmediğini düşünüyordu. Kafasındakiler yetmezmiş gibi annesi de ona öğütler verecek o da onaylayarak günü bitirecekti. Annesini kendisine yakın hissetmezdi. Bu yüzden kendini ona pek açmazdı. Fakat ne kadar konuşmasalar da içinde annesine dair saf bir sevgi her zaman vardı.

Zeynep bir yandan resim derslerine ara vermeden devam ediyor bir yandan da yakın gördüğü arkadaşıyla gününü bitiriyordu. Öyle zamanlar oldu ki Zeynep eve bir hafta uğramadı. Annesinin “Zaten acısı var.” diyerek ihmal etmesini fırsat bilen Zeynep dışarıda daha fazla zaman geçirir olmuştu. Bu yeni arkadaş Zeynep’i farklı insanlarla tanıştırıyordu. Poşete koyduğu hayatında pek çevresi olmayan Zeynep sosyal bir insan olmaya başlamıştı.

Zeynep ilk kez yedi ay sonra içine çektiği soğuk ve zehirli tütünü havaya üflerken sorguladı. “Ne yapıyorum ben?” diye sordu kendine. Fakat kendini içinden alamadığı bir çukurdaydı. Çünkü içine battığı çukuru üzerinde yürüdüğü yol sanmıştı. Yanındakini de yol arkadaşı…

Taşındıktan bir yıl sonra ülke çapında düzenlenen resim yarışmasında şehirde seçilen resim Zeynep’inki olmuştu. Yarışmanın büyük kısmını başarıyla geçmişti. Şimdi tek bir adım kalmıştı.

Zeynep o geceyi evde annesi ve anneannesiyle beraber geçirdi. Daha önce bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Annesinin de gözleri parlıyor, kızının toparladığına inanmaya başlıyordu. O gece Zeynep, arkadaşı ne kadar çağırsa da gitmedi. Uzun zaman sonra ilk defa mutluluğu dışarıda aramadı. Fakat bu ilk ve sondu.

Bir hafta sonra arkadaşı Zeynep’i bir yere götüreceğini söyleyerek okul çıkışı kolundan sürüklemişti. İzbe bir sokaktı. Uzaktan pek de hoş gözükmeyen bir dükkâna girdiler. Eski eşyalar satan bir yerdi. Arkadaşı birinin ismini vererek “Geldi mi?” diye sordu. Satıcıdan onaylayan bir bakış aldıktan sonra Zeynep’i kolundan tutup alt kata indirdi. Zeynep korkmaya başladı ama yine de ona güvenmesi gerektiğini düşündü.

“E hadi kolunu aç.”

“Ne?”

O gün Zeynep koluna pek de anlamı olmayan bir dövme yaptırdı. Çıkarken bir dal sigara yaktılar ve geceye kadar sokaklarda volta attılar.

Zeynep eskisi gibi olmadığının farkındaydı. Giyimi değişmişti, konuşmaları, istedikleri, yedikleri, içtikleri değişmişti. Annesi bazı şeylere ne kadar engel olmak istese de Zeynep daha önce olmayan bazı duvarlar örmüştü. Babasını hatırlıyordu. Babası onu görse ne hisseder diye düşünüyordu bazen. Bu anlık bir düşünce olmaktan öteye gidemiyordu. Çünkü değişimin kendisine ne kadar zarar verdiğini göremeyecek kadar değişmişti.

Ülke çapında düzenlenen resim yarışması sonuçlandı. Zeynep büyük bir sevinçle annesine sarıldı. Son kez sarılıyorlardı. Binlerce resim arasından Zeynep’in resmi seçilmişti. Babası onu görse ne kadar gururlanır diye düşündü. Gözleri doldu.

Bir süre Zeynep tebrik yağmuruna tutuldu. Tablo için farklı şirketler işbirliği yapmak istiyor, dudak uçuklatan miktarlardan bahsediyorlardı. Zeynep öğretmeninin tavsiyesiyle bir müddet beklemeye ve zamanı geldiğinde en doğru seçimi yapmaya karar verdi.

Yarışma sonuçları açıklandıktan bir hafta sonra arkadaşı Zeynep’i göl kenarına çağırdı. Zeynep sevincini bir kutlama yaparak paylaşacağını düşünürken karşısında sert ve kendinden çok emin bir yüzle karşılaştı. Arkadaşı hiç konuyu uzatmadan “Tabloyu bana ver.” dedi. Zeynep neler olduğunu anlamıyordu. Neyi olduğunu sordu birçok kez. Fakat tehdit ediliyordu.

O gece Zeynep karşısındakinin dost değil düşman olduğunu bir yılın ardından anlamıştı. Onun gözlerinde kini gördü. Kendisinin aptal olduğunu düşündü. Arkadaşını seçememişti. Ama bu gece hakkını yedirmeyecekti. Kavga etmeye başladılar. Daha kavga şiddetlenmemişken Zeynep gözünün önünde kendisine doğrultulan bıçağı görünce durdu. Zeynep çukura düştüğünü şimdi anlayabilmişti. Fakat çok geç kalmıştı.

O gece hava yağmurlu olduğu için göl kıyısı oldukça sakindi. Bekçi her ihtimale karşı bir kez etrafı kolaçan etmek için kıyıya gelmişti. Genç bir kızın hızlıca koştuğunu gördü. Hava biraz sisli olsa da kızın hırpalandığını seçebiliyordu. Seslenip bir problem olup olmadığını soracaktı fakat kız hızlıca uzaklaştı.

Ertesi gün yerel gazetenin ilk sayfasına kocaman harflerde “ÖLÜME GİDEN BAŞARI” başlığı atılmıştı. Altındaki sayfanın yarısını kaplayan fotoğraf dikkat çekiyordu. Göl kenarında beyaz bir torbaya sarılmış ceset ve başında acıyla ağlayan bir kadın vardı. Haberin sonlarında ise şu cümleler yazıyordu:

“Uzun aramalar sonucu bulunan genç kızı okul arkadaşının bıçaklayıp göle attığı ortaya çıktı. Katil üç gün sonra polise teslim oldu. Çocuk mahkemesinde yargılanması bekleniyor. Merhum genç kızın resmi ise anneannesi tarafından yetim çocuklar için bağışlandı.”