Uykuskos

Fitnat Sümeyye Erbek

________________

“Madde bağımlılığı, daha önce duymuşsunuzdur. Peki hiç uyku bağımlılığı diye bir şey duydunuz mu? Uykuskos. Teşhis ismi. Gün boyu uyku ihtiyacı hissetme ve bunu faaliyete geçirme durumu. Tıpta karşılığı nedir? Uykuskos. Anlaşıldı diye düşünüyorum.

İnandınız mı?

Heh, tamam o zaman. Devam edeyim.

Uykuskos, bir hafta ile başlayan ve bir ömre yayılan bir bağımlılıktır tıpkı diğer bağımlılıklar gibi. Yani bir kere uyusam nolur? Demenize kalmaz ertesi gün de o saatte uykunuz gelir. Uyursanız vay hâlinize! Uyumazsanız da vay halinize! Neden mi? Zira uykuskos atak vakti geldiğinde hiçbir maddi etkeni saymaz. Elinizde kahve mi var, düşsün. Bir şey mi yaşıyorsunuz. Hiç olsun. Elinizde kalem mi var? Batsın. Uykuskos geldiği vakit elinizdeki her şeyi bırakıp beş dakika içinde uzanabileceğiniz bir yer bulmanızı tavsiye ederim. Yoksa ayakta mı uyursunuz, olduğunuz yere yığılır mısınız bilemem. Ki uykuskosun asıl tehlikeside bundan sonra başlar.

Meraklandınız mı?

Meraklanın.

Uykuskos atağı geldi, beş dakika içinde uzanacak bir yer buldunuz, gittiniz ve uzandınız. Aferin. Ya uyanamazsanız?

Şimdi meraklanmayın da göreyim (!)

Evet, bu risk her zaman vardır. Her uykuya daldığınızda uyanamama ihtimaliniz vardır. Ancak uykuskos bu ihtimali birazcık, yani yüzde elli oranında artırır. Atak gelir ve uyursunuz. Ne zaman uyanacağınız belli değildir. Beş dakika atak geçirmiş olsanız sanki yüz yıldır uyumuş gibi dinç olursunuz. Ama atakta yüz yıl uyusanız uyandığınızda yine aynı hisle atak gelmesini beklersiniz. Azı kâr, çoğu zarar. Ve bunu siz belirleyemezsiniz. Buna yetkiniz yok. Ama benim var. Bu güzel Rehavet Uyku Merkezi Kliniği bunun için açıldı. Biz size az uyku ile çok verim vadediyoruz. Bugün uykuskosun yeni bir devinimi için buradayız. Uykuskosu kendi yararımıza kullanma vakti. Uykuskos atağını geçirmek üzere olanlar yandaki yataklara, bilinçli olarak ilaçla geçirmek isteyenler soldaki kapıdan kayıt yaptırsınlar. Artık uykuskosu kullanma vakti.”

Yirmi beş katlı bir gökdelenin on ila yirmi beşinci katlarında yansıtılan açılış konuşması bitmişti. Gökdelenin önündeki onbinlerce insan iki yana ayrılmış bazıları çoktan yatağa uzanmış bazıları içeri girip girmeme tedirginliği yaşıyordu. Kalabalık arasında tedirgin olan taraftaydım. Ancak bir özelliğim vardı. Ben uykuskosun ilk insan kobayıydım. Beş dakika öncesinde saydığı her şeyi benim üzerimde deneyerek şimdi konuşuyordu kendine âlim bize zalim bu adam. Ve konuşması arasındaki bana olan bakışları beni ürkütüyordu. Telepati denen şey uykuskosla daha mümkün hale geliyordu. İnsanlar birbirlerinin zihnini okuyabiliyor gerektiğinde birbirlerine oradan küfür edebiliyorlardı. İki bakış denk gelişi bir telepati mesaj bölümünü açılması demekti. Bu adam ise tüm konuşma sırasında bana bakıp içinden bu bekleyen topluluğa karşı söyleyemediği tüm hakaretleri saymıştı. Şimdi ekrandan yüzü silinmişti. Kendisi tahtında oturuyordu. Uykuskos atağı kendini hissettirerek gelirdi. Ancak kobay olmanın zararıdır belki ben belirtileri hissedemiyordum. Ve yerdeki her şey sanki diken, cam, bıçak gibi gözükmeye başladı. Gözlerimin üstünde bir fil vardı. Göz kapaklarıma oturdu. Bıçak bıçak gördüğüm yere düştüm. Gözlerimi açamıyordum. Yerde kıpırdandıkça her tarafıma bıçaklar saplanıyordu, dikenler batıyordu. Bilincim açıktı ama ben gözlerimi açamıyordum. Ellerim bacaklarım kilitlenmişti. Titremekten başka bir çarem yoktu. İki sağ, iki sol kolumda insan eli hissettim. Bana sesli olarak küfrediyorlar, kızıyorlardı. Beni alıp götürdüler. Bir yere yatırdılar ama hâlâ etrafıma dikenler batıyordu. Fil bilinç altına işlemişti sanki. Artık uyuyordum.

Uyandım. Gözlerimin üstündeki fil tüy olup uçmuştu. Yatakta doğruldum. Bembeyaz bir odada yatağın üstünde tek başımaydım. Ben vardım sadece. Bi’ de yatak tabii. Hakkını yemeyelim. Bu oda kobaylık yaptığım zamanki odadan daha beyaz, daha korkunç, daha sessiz. Sessizlik korkulacak şeydi. Tüm seslerin bir arada yok oluşuydu. Ayağa kalktım. Üstümde yine o beyaz deli gömleğini andıran gömlek vardı. Ellerim bağlı değildi tek farkı buydu. Kapıya yöneldim açtım. Kapı gıcırdarken koridorda bir ses duydum.

“Nerede o fare! Geberticem onu! Tüm planları mahvetti. Hiçbir gönüllü gelmiyor görmüyor musun?” derken ağzındaki tükürükler dışarı savruluyordu.

“Bir de deney yaptım diye gururlanıyorsunuz? Madem yaptınız deneyi niye uyanmıyor kobay fareniz, NİYE!” çıldırmıştı anlaşılan. Duvarında uyku merkezi, kapının üstünde altın harflerle Uykuskos yazan, önünde durduğum kapının önüne geldi. Gözümün içine baktı.

Sana ve yedi ceddine sevgilerle, dedi.

Ama bir sıkıntı vardı. Onun bu sözlerine verdiğim karşılığı o algılamamıştı. Bir daha tekrarladım. Yine algılamadı. Ben bakışlarımı öfkeyle devinime sokarken o neden cevap vermediğim konusunda bağırıyordu. Bakışlarımı arkasında duran adama çevirdim.

Beni anlayabiliyor musun?

Adamsa bakışlarını bana dikmiş, anlamaya çalışır gibi kaşlarını çatmıştı. Beni anlamıyorlardı. Zihnim, kobay faresi olmayı bırakmıştı. Uykuskos atağı için yapılan bir iğne vardı. Tetikliyordu. Biri koluma o iğneyi sapladı. Bakışlarım bana iğneyi saplayan kadına döndü. O da bakışlarımdan hiç bir şey anlamıyordu. Ben hepsinin zihnini okurken onlar beni duymuyordu. Anlamıyordu. Tüm zihinlerin perdeleri kalkmıştı. Ama benim perdemi fark etmiyorlardı. Hâlâ tepki vermedigim için suratıma bir tokat yedim.

“Konuşsana, tepki ver! Uykuskos neden etki etmiyor!” derken yakalarıma yapışmış adam yanındakilere de bağırıyordu.

Ne olacaktı şimdi? Zihnimi ele geçirmişlerdi. Şimdi kaybettiler. Vaktiyle zihnimi ele geçirenler şimdi neyime göz dikecekti? Gözüme mi, kulağıma mi, dilime mi? Yoksa isteseler de değiştiremeyecekleri kalbime mi? Kalp yaratılışın ana unsurudur. İster iste ister isteme o özünü bilir. Uykuskos denen saçmalık bir ilacı alt üst edemeyecek kadar akılsız değildir. Kalp aklın en üste yükselen sütunudur. Kalp, aklın bilmediğini bilen, biliyormuş gibi yapandır. Kalp uykuskosu alt edebilecek bir kudrettedir. Peki ya elime göz dikerlerse? Bunları size anlatmama ramak kala kesilen ellerime..