Behiye Ama Baskül Olan

Fatma Ünsal

siz beni ne anlarsınız siz/ S. Karakoç

Adımın Behiye olmasına aldanmamak lazım. Ben bir baskülüm. Hem de kimin evinde? Yüz yirmi kiloluk bir kadıncağızın evinde. Diyeceksiniz ki neden kaçmıyorsun o evden? Delirdiniz mi siz? Hayatınızda ayaklanıp kaçan kaç baskül gördünüz? Basküller teslimiyet dolu varlıklardır. Kıllarını kıpırdatmazlar. Sahiplerinin kilolarını ekranlarına yansıtıp onların kederlerine ortak olurlar. Evet, kilo demek keder demektir. Hele kadın kısmısı için. Erkek kısmısı için pek fark etmez. Onlar genellikle kendi kilolarını değil de eşlerinin kilolarını sıkıntı ederler. Çünkü onlara göbek çok yakışır. Çünkü onlar. Çünkü onlar… Daha fazla konuşamayacağım.

Ben haklının yanında olan bir baskülüm. Doğruya doğru, eğriye eğri. Hanımımın yanındayım. Çektiğim onca kiloya rağmen onun yanındayım. Beni aldıkları günü dün gibi hatırlarım. Yetmiş kilo var yoktu. Ne olduysa şu son beş yılın içinde oldu. Neler oldu ah neler. Ne siz sormuş olun ne de beni yorun.

Beni bulunduğum mağazadan hanımım aldı. Şimdi doğruya doğru. Getirdi, buzdolabının yanına koydu. Kocası dedi ki: “Yahu banyoya mı koysan bunu acaba? Sen şimdi yer yer tartılırsın, kilo aldım diye dünyayı yıkarsın.” Hışımla arkasına döndü: “Banyoda sabun mu yiyoruz da kendimizi engellemek için orada dursun? Mutfakta duracak. Ben de baktıkça yememem gerektiğini anlayacağım. Ekranından güzel sözler de geçiyor. Hem sana ne oluyor? Sıkıntı senin değil ki?”

Ekranımdan güzel sözleri sadece hanımıma geçiriyordum. Onun için motive cümleleri söylüyordum. Kocası tartılınca avazım çıktığı kadar bağırıyordum sadece: KİLONUZ SEKSEN BEŞ KİLOGRAM. O yüzden hanımım güzel söz deyince anlamsız anlamsız baktı suratına. “Delirdin herhalde.” dedi. “Ne güzel sözü?” “Sen anlamazsın.” dedi. “Ah sen nereden bileceksin sıkıntımı? Sen beni nereden bileceksin sen?” Tam sıkıntısının ne olduğunu anlatacaktı ki pilim zayıfladı. Kör olası. Duyamadım. Ama belliydi. Büyüktü hanımımın derdi. Sonradan pilimi değiştirdiler sağ olsunlar. Duydum derdini. Ah, duymaz olaydım. Pilim yine biteydi. Hem kilo hem dert çekmek ne zor şeymiş ya Rabbi!

Bir gün hanımım evde yokken kocası geldi mutfağa. Açtı dolabı, bir ekmeğin arasına dolapta ne varsa döktü. Evet evet, dolabı döktü. Kaldırdı dolabı ekmeğinin arasına boşalttı. Mübalağa ediyorsam çamaşır makinesi olayım. Bir ısırışta ekmeğin dörtte üçünü yedi. Şirek ağızlı adam. Vallahi o kadarını yedi. Kesirlerle aram iyidir. Sonra ismini söylersem reklam olacak bir içecekten koca bir bardak içti. Üstelik ayakta. Rahmetli annem derdi ki, iki yüz elli kiloluk bir adam yüzünden çat diye çatladı iki yıl önce, “Ayaktayken bir şey içmeyin. Ayaklarınıza gider.” Ayaklarına gitti içecek. Beter olsun. Tam çıkıyordu ki mutfaktan, göz göze geldik. Yani ben onun gözlerini gördüm. O benim gözlerimi göremedi. Nerede onda o dimağ! Bir ayağı gider gibi biri kalır gibi oldu. Sağ ayağına uydu kaldı. “Bakalım baskül efendi bana güzel söz diyecek mi?” dedi. Koca ayaklarını tam ağzımın hizasına getirdi, tartıldı. Avaz avaz bağırdım: KİLONUZ DOKSAN KİLOGRAM. AZ YİYİN DE HİZMETÇİ TUTUN. Şaşırdı kaldı. “Ne diyorsun sen be?” dedi. “Terbiyesiz baskül. Düzgün bir şey söyle yoksa hurdacıya satarım seni.” diye tehdit etti beni. Aklımı başıma devşirsem iyi olacaktı. Satardı vallahi. İndi, tekrar tartıldı. Kısık bir sesle: KİLONUZ DERT EDİLECEK BİR ŞEY DEĞİL, YEMEYE DEVAM, dedim. “Hah şöyle.” diye gevrek gevrek güldü, çıktı gitti salona. Canımı zor kurtardım. Kız Behiye, dedim. Bu akıl senin başına bela olacak, şu çeneni tut artık.

Hanımıma motivasyonlarımı gün güne artırdım. Anlamadığım derdine üzülüyordum. Derdi evet, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. “Yiyin hanımım yiyin, bu hân-ı iştihâ sizin”ler. “Bir dirhem et bin kusur örter. Hoş, sizde kusur da yok”lar. “Kıl gibi olunca giydikleriniz yakışmaz. Benden iyi kim bilebilir?” ler. Daha neler neler. Bunları duydukça neşeleniyor hemen iki adım ötemizdeki buzdolabının kapısında soluğu alıyordu. Başlarda tabii anlamadım işin varacağı yeri ama hanımım günler aylar yıllar geçtikçe bir pilates topunun şeklini almaya başladıkça…Kocası: “Dinlersen bu baskülü, olacağı buydu işte. Millet zayıflamasına yardım etsin diye alır. Sen de daha çok tıkınmana teşvik etsin diye almışsın bunu.” diye başına kakmaya başladıkça… Nasıl dönülmez akşamın ufkunda olduğumuzu anladım. Üstelik hanımımın bir derdi de yoktu görünürde. Bir kocası vardı işte. O da her kadının başında. Bunu da iş işten geçince anladım.

Artık yerinden bile zor kalkıyordu zavallı. O yürürken zeminin enînleri arşa ulaşıyordu ama ne fayda. Kocası da hâliyle mutfağa gidip geldikçe bana niyeti bozuyordu. Hanımım sayesinde barınabildim evde. Acıdı her seferinde. Bir gün yine kocası tam kucaklamış götürüyorken beni: “Günahtır,” dedi hanımım. “Kimi kimsesi yok bizden başka. Hurdacı kim bilir kime satacak. Yapma. Hem onun ne suçu var? Ben tutamadım boğazımı. Senden duymadığım tatlı sözleri ondan duyunca ne bileyim ben. Sevindim. Kâinat boşluk kabul eder mi? Sen deyiverseydin ben de boğazcığımı tutuverseydim. Ama demedin. O dedi. Onu evden atarsan kendini de at.” dedi. “Delirme!” diye bağırdı adam. “Delirme artık yeter. Vallahi atacağım bunu camdan yeter.” Dur yapma etme demeye zaman kalmadı. Mutfak penceresini açtı. İki kolunun var gücüyle beni asfaltın ortasına fırlattı. “Allah belanı versin senin emi.” diyebildim en son. Hanımımın hıçkırıklarını duydum sonra.

Ömrüm bir asfaltın ortasında son buldu. Olmasaydı iyiydi ama oldu.

Ne demiştiniz? Kaç o evden mi? Delirdiniz herhalde. Adı Behiye olan kaç baskül tanıdınız ki bir evden kaçarak uzaklaşsın? Basküller teslimiyet dolu varlıklardır. Ömürleri bazen bir asfaltın ortasında bin parçalı sona erer.