MHRS’den aylarca kovaladım. Sonunda psikiyatriye bir randevu bulabildim. Ayın 14'ünde o mübarek günde hastaneye gittim. Teee Sincanlardan bilmem nerelere geldim. Yol çok uzak. Araba çok kalabalık. Ayakta kaldım. Zaten zor duruyorum ayakta. Çok gerilmeye başlıyorum. Mal mal bakıyorlar çünkü mallar. Otobüste bir köşeye kendimi konumlandırdım. Ortada kalanın vay hâline türlü türlü hakaretler, iteklenmeler… Savrula savrula giden otobüste ben savrulmadım. Savrulsam çok mahcup olurum. Çok şükür olmadım. Teyzenin biri boş boş hadsiz hadsiz konuşmaya başladı. Yızık dığıl mı kızım dıhı çık gınçsın bla bla bla. En sevdikleri şey herkes içinde konuşmak. Ne hakla ve hadle? Neyse. Canım sıkıla sıkıla indim. İçim şişti. Bayırın tepesine koymuşlar zaten hastaneyi. Terin suyun içinde kaldım. Her taşa ayrı söve söve çıktım. Lanet girsin bayırlı şehirlere. Son nefesimi verecek kadar bozardım. Girdim içeri. Nefretle bakındım. Aynı nefret dolu bakışlarla bakan danışma ile göz göze geldik.
-Pardon psikiyatri ne tarafta acaba?
-İkinci kat sağda.
-Teşekkürler.
-...
Asansör bozuktu. İki kat merdiven bu dizlerle ölsem yeridir. Mecbur çıktım. Her taşına ayrı ayrı sövdüm. Basamakları çıktıktan sonra yorgunluktan beynim karışacak olsa gerek sağımın nere olduğunu hatırlayamadım. Bir iki dakika gezindikten sonra psikiyatri tabelasını gördüm. Danışmanın oraya gittim. Kayıt yaptırmak için kimliğimi uzattım. Danışmadaki kadın kimlikteki fotoğrafıma ardından yüzüme baktı. Kaşlarını iyice kaldırdı. Dudak kıvırarak doktorun odasının yerini söyledi. Canım sıkıldı. Bunları da içimde bir yerlere tıktım. Her şeyi içimde bir yerlere tıktığım gibi. Doktorun kapısının önünde bekledikten sonra içeri girdim. Kafasını kaldırıp bakmadan oturun dedi. Odanın içine bakındım. Sandalyeler hiç sağlam durmuyordu. Çekine çekine oturdum. Aklımın bir köşesinde ya sandalyeye sığmazsam ya sandalye ben oturunca kırılırsa. Sıkılmaya başladım. Sıkıldıkça da şişmeye… Doktor Hanım. Çok alımlı çok güzel çok zarif çok mutlu. Duruşu, oturuşu, konuşması hepsinden el üstünde tutulduğu belli oluyor.
-Adınız ne?
+ Aydan Aydoğdu.
-Yaşınız?
-35.
-Şikâyetiniz neydi?
+Yani tam tanılı değil ama ben yeme bozukluğum olduğunu düşünüyorum. Tam olarak da öyle değil aslında ama ben bana olanı en mantıklı böyle açıklayabildim. Kendime açıklayabildim.
-Neden böyle bir sonuca vardınız?
+Duygusal çünkü.
-Biraz daha açar mısınız?
+Genetik değil. Ailemde yoktu. Bende hep vardı. Bunun zorbalanmasını hep yaşadım. Annemin yüzünü hatırlamam ama sofrada iken olan bakışlarını hatırlarım. Çocukken yediğimi yemekleri değil de yediğim lafları hatırlarım.
-Biraz örnek verir misiniz?
+Özellikle sofraya oturulan zamanlar seçilirdi. İki lokma yiyeceğim şeye on torba lafla yerdim. Ne yediriyorsunuz buna? Niye bu kadar kilolu? Boğazını tutsun. Hasta mı? Gizli gizli mi yiyorsun? Çok yememeli. Kız çocukları kilo vermesi zor. Oğlan boy atar bunlar napsın? İleride evlenince daha çok olur. Kapılara sığamayacaksın yakında hahaah. Kollara bak. Aman yavaş otur sandalye kırılmasın. Tabağı yiyecen yavaş ye. Ekmek vermeyin. Sen yeme bundan. Çocuktum. Herkesten az ve farklı yemek verilmesi zoruma giderdi. Az ve farklı verilen şeyler sağlıklı olanlar değildi. Diğerlerinin artıklarıydı. Layık görülen bunlardı. Bu kadar laf yiyice şiştim tabii. Ee bu laflara bazı bakışlar, hareketlerde eklendi.
+ Onlardan da bahsedin biraz lütfen.
-Bakışlar. İğrenen bakışlar. Yargılayan bakışlar. Ahkam kesmeler. Hayatları boyunca kiloya dair en ufak bir problemi olmayanların sağlık sağlık diye zırlaması. Saçma salak sorulmadan istenmeden alakasız verilen tavsiyeler. Hepsinin sebebi kendilerini üstün görmeleri.
+Ne hissediyorsunuz? Ne yapmak istiyorsunuz?
-Saldırmak. Ne biliyorsun lan köpek diye bağırmak. Sonra sesi kısılana kadar yüzlerine tükürüklerimi saça saça küfretmek istiyorum. Bunu yaptıktan sonra ellerini tutup canım sen aslında çok güzel bir insansın dediklerimi yanlış anlamadın değil mi demek istiyorum.
+Çok medenice.
-Medeni devletlerin ilk yaptığı sınırları belirlemektir. Ben de sınırları belirliyorum.
+Peki hep mi kilo probleminiz vardı yoksa bir noktadan sonra mı yoğun bir artış yaşadınız?
-Kilolu doğmuşum. Kilolu bir çocukluk geçirdim. Bir noktadan sonra da önünü alamadım.
+Neydi o nokta?
- Annem öldü.
+O öldükten sonra daha beter oldu sanki. Onu yitirince hayattaki yerimi de yitirdim. Çok yemek yemedim aslında. Çok dışarı çıkmadım. Yataktan da pek çıkmadım. Perdeleri açmadım. Aynalara bakamadım. Bedenim kadar gözlerim de ağırdı açamadım. Uyudum sürekli uyudum. Çok laf ettiler. Yuttum. Yuttukça şiştim. İninden çıkmaz o dediler. Kalbim şişti. Kış uykusundan ne zaman kalkacan dediler. Başım ağırlaştı. Onlar burun kıvırdıkça laf çarptıkça ben sadece şiştim. Hiç karşılık verdim. Her şeyi içimde bir yerlere tıktım. Tıktıkça şiştim.
-Anlıyorum. İlaç kullanmanız gerekiyor. Yeni bir hast… Yani tanımlaması yeni yapılmış bir hastalık sizinki. Duygusal yeme bozukluğu. Siz yemek değil duygularınızı yiyorsunuz. Kendinizi bastırdıkça, duygularınızı ve lafları yedikçe, bakışları ve yapılanları sineye çektikçe içinizdeki acıyı, depresyonunuzu besliyorsunuz. O yiyor, büyüyor ve şişiyor. O büyüdükçe siz bırakın yürümeyi en ufak şeyi dahi yapamıyorsunuz. Bunun çözümü depresyonunuzu yenmekle olacak. Yenmek dediğime bakmayın. Bu giden bir şey değil. Kendinizi bir deniz olarak hayal edin. Dalgalanmalar olacak, fırtınalar olacak, sakinleşecek şeffaf olacak, bazen ölüm sessizliğinde olacak. Gelecek ve gidecek siz dümeni nereye kıracağınızı öğreneceksiniz.
Bu sefer şişmedim. Doktorun odasından çıkınca merdivenleri buldum. İndim. Bayırı da indim. Kolay geldi. Otobüste oturdum. Kırılmadı. Hafifledim. İçim hafifledi. Çok azdı ama bir basamak rahat inmek nimetti. Beni ağırlaştıran insanlardı.