Tam tamına 4 saattir bilgisayar başındayım. Neden mi? Neden olmasın. Ben oyun âşığı biri değilim. Teknoloji bağımlısı değilim. Ve evet 4 saattir bilgisayar denen bu kör aletin başındayım. Çünkü açılmıyor.
Sabah olmadan sisteme yüklemem gereken bir projem var. Ve bu, tabii ki, saat gece üçte aklıma geldi. Gözlerim beni yok sayarak açıldı. Ama n’aparsın? Beni yok sayarsan böyle karanlık bir oda görürsün sadece. Gözlerimi kapattım ve tekrar açtım. Yine karanlık. Elimi hemen yatağın yarım metre üstünde olan lamba anahtarına değdirdim. Yine ışık yok. Allah Allah! İçimden sakin kalmaya çalışırken hatırlayabildiğim kadarıyla ayağa kalktım. Bir adım attım. Ve bir miyav sesi desem de inanmayın. Bir cırlama sesi. Bizim Fırıldak'ın galiba biraz üstüne bastım. Bir adım daha attım. Fırıldak yoldan çekilmişti ve benim boşalttığım yatağa zıplamıştı. Sesler nasıl bu kadar net ulaşıyordu kulağıma? İçimi bu sefer şaşkınlık kapladı. Elim çalışma masasının önündeki sandalyeye değince yüzümde başarmanın tebessümüyle hafifçe sandalyeyi çektim. Elimle kontrol ede ede oturdum. Gece gece annemi uyandırmak istemezdim. Malum zaten bu aralar pek keyfi yerinde değil. Gerçi benim komşum ölse ben de üzülürdüm. Ama annem biraz depresyona girerek abartmıştı sanki. Her neyse. Bu annemin sorunu. Sandalyeye yerleşip masanın tam ortasında duran bilgisayarı açtım. Karanlıktan hiçbir yer gözükmüyor ki. Yüzümü klavyeye doğru yaklaştırarak bakmaya çalışsam da yine gözükmüyordu. Ellerimi tüm klavyede gezdirerek yuvarlak güç tuşunu buldum ve bastım. Çok şükür. Artık açılacaktı.
Düğmeye basmıştım. Arkama yaslanıp beklemeye başladım. Ama bir titreme geldi. Geceleri hep daha soğuktu zaten. Kalkıp üstüme bir hırka alıp tekrar oturmaya niyetlendim. Sandalye tekerlekli olduğu için tüm odayı kaplayan halının üstünde, tekerleğin dönüş hareketlerinin sesi eşliğinde arkaya doğru gitmişti. Çok değil ama uzaklaşmıştı. Bilgisayar açılır onun ışığıyla bulur otururum diyerek dolaba yöneldim. Tak. Kafamı dolaba geçirmiştim. Elim alnımda dolaba baktığımı düşünerek bayık bayık baktım. Sanki dolap beni görecekmiş de anlayacakmış gibi. Bunu düşününce güldüm. Tebessüm ettim yani, gülersem annem uyanırdı ki bunu istemeyiz. Dolabın kapağını açtım. Bir darbe de burnuma aldım. Elim alnımdan burnuma inerken dolaptan bir kaç eşya da düşmüştü. İçimden sinirlenerek ne olduklarını göremediğim eşyaları dolaba attım. Ve yukarı rafta durduğunu anımsadığım hırkama uzandım. Ve doğru tahmin. Hırkamı almıştım. Bu karanlık iyice canımı sıkmıştı. Dolapla yatak arasında bir adım vardı bir adım geri gidip ayağımı yatağa dayadım ve elimi duvara yapıştırıp ileri sürttüm. Tırnağım da darbe yedikten sonra lamba anahtarına bir daha bastım. Yine açılmadı. Ya anahtar bozuktu. Ya elektrikler kesikti. Dur bi’ saniye. Ama ben bilgisayarı açmaya çalışıyordum. Bi an acele edip yataktan ve dolaptan uzaklaştım. Masaya doğru gittiğimi düşünürken Fırıldak koluma zıpladı ve hâliyle korkarak yere düştüm. Elim dizime gitti. Yerde neden bu kadar eşya vardı. İleri geri hareket etmeye çalıştığım anda vücudumun her uzvu başka bir yerlere çarpıyordu. İki dizimin üstüne oturur vaziyete geldim. Besmeleyi çekerken ayağa kalkmaya başladım. Tak. Başımı daha demin kayan sandalyeye çarptım. Annemin odasından bir hareketlilik hissettim ve duydum. Sanki teki çalışmayan kulaklığımı çöpe atmış ve onun yerine tam donanımlı yepyeni bir kulaklık almıştım. Tüm sesler çok ritmik ve tonu tonuna farklı geliyordu. Ama bir o kadar kaliteliydi. Annem odasının kapısını açtı. Kapı gıcırdarken Fırıldak da elimin üstüne yattı. Kolumu cırmalıyordu. Veterinerde tırnakların kesildi senin Fırıldak kime ne zarar vereceksin diye ona konuşurken annem kapımın önüne gelmişti. Kapıyı tıklatmayı asla kabul etmeyen annem bir anda içeri girdi. Ayağındaki bir iki santim yüksek topuklu terliği halıda ses çıkartmasa da çıplak ayağı terlikle vuruştuğunda ses çıkarıyordu. Yatağa doğru gitti lamba anahtarına bastı ve olduğu yerde bana baktı. O konuşmadan söze girersem sanki beni azarlamayacakmış gibi başladım.
“A-a-anne, e-e-elekt-t-trikler ne zaman g-g-gitti?” Annem başındaki yemeniyi açtı saçlarının üstüne attı. İki ucunu ensesinden geçirdi ve iki yakasına doğru bıraktı. Yeleğinin bir yanını diğer yanının üstüne koydu ve kollarını bağlayarak bana doğru konuştu, yüzü gözü gözükmüyordu. Ama seslerin betimleme yapabildiğini ilk defa burada öğrenmiştim.
“Oğlum, sen deli misin veli misin? Anlamıyorum ki!” dediğinde yerden birkaç parça bir şey aldı onları dolabın kapağını açıp içine koydu. Kapağı biraz sert kapattı.
“Hayır bir insan neden saat üçte gecenin bir yarısı kalkar. Tüm dolabı döker, bilgisayarı açar. Lambayla aç kapa yapar. Hayır yani tüm bunları geçtim. Fırıldak niye bir ayağını sana gösterip duruyor onu hiç anlamış değilim. Naptın sen oğlum gece gece?!” Sona doğru yumuşasa da cevabımı dinlemeyeceğine emin olduğum için susmaya devam ettim. Bana doğru yumuşak bir kıyafet fırlattı ve,
“Üstündeki yeleği çıkart, babanın o. Giyme üstüne. Kaderin benzer sonra bir de senle uğraşamam. Şu hırkayı giy üstüne.” Dediğinde fark etmiştim üstümdekinin babamın yeleği olduğunu. Ben bu karanlıkta hiç bir şey ayırt edemezken annem nasıl bu kadar hızlı hareket edebiliyordu? Hayret edilecek şey. Yeleği çıkarttım. Hırkayı giydim. Annemden onaylayan sesler gelince bana doğru yaklaştı. Başımı ayak seslerini daha iyi duyabilmek için kulağım sol tarafı duyacak şekilde çevirdigimde annem bir eliyle yüzümü tutup sola çevirdi. Elinin hareketini duysam da ne yaptığını anlamıyordum. Bu karanlıkta n’apıyordu? Gidip yatsa ya ben de projemi yüklerdim.
Ne projesi olduğunu unuttum. Ben konuşma zorluğu çekiyorum, kekemelik yani. Mimarlık öğrencisiyim. Projeleri arkadaşlarla birlikte sınıfta sunmamız gerekiyor ama benim de sınıfta sunum yapmam zor olduğu için hoca video çekip yapmama müsade etti. Bazen senin rahatsızlığın sadece seni değil insanları da rahatsız eder. Ve uzaklaştırılırsın.
Ben bunları düşünürken annem hâlâ elini hareket ettiriyordu.
“A-a-anne nap-ıyor-sun?” dememle annem dizinin üstüne çöktü ve ağlamaklı bir sesle konuştu.
“Sen benim sabahtan beri naptığımı görmüyor musun?” Ne yapıyordu ki bu kör karanlıkta? Hayret bir şey.
“A-a-anne bu k-k-karanlıkta na-sıl görebilirim a-acaba? Sen u-u-yu ha-di.” Annem gözyaşlarıyla ıslanmış ellerini elimin üstüne koyduğunda,
“Üstümde hangi renk yeleğim var?” diye sordu.
“K-k-aranlik-tan g-göremiyorum.” dediğimde gözyaşları ellerimin üstüne düşmüştü. Bu geceden hatırladığım son şey annemin hıçkırıklar arasında,
“Baban bıraka bıraka bunu mu miras bıraktı sanaaa..” diye ağıt yakışıydı.