Şehir şehir gezse de o değişmesini çok istediği şeylerin değişmeyeceğini fark edişinin üzerinden sekiz sene geçmişti. Şimdi bu ağır balıkçı kokusunu atlatmak için hızlı adımlar atarken yine yeniden aynı sorular yoruyordu zihnini. Dünkü mesaisinin yorgunluğunu henüz atamamışken sabahın bu vaktinde burada ne yapıyordu, düşündükçe balık kokusu ağırlaştı.
İlerleyen saatlerde, kalabalık arttıkça bağırmayı hedefleyen balıkçı sakince balıkları ıslatıyor, hamsileri temizleyip güzelce tabağa diziyor ve sigarasını derince içine çekiyordu. Balıkçının siyah, ortası siyahla tarçın rengi arasında bir rengi olan bıyığı ona has bir hava barındırıyordu. Böyle adamların evlerine sigara kokusu sinmiştir. Perdeleri buram buram sigara kokuyordur. Gömleklerinin ya da kolsuz atletlerinin göbek kısımlarına sigarasının külünü dökmüş ve yakmıştır onları. Saçları tepesinden kaçmıştır. “İstavrit! Taze İstavrit!” Balıkçı adam görüş açısında kaldığı müddetçe izledi onu. Burnuna iyice yer eden balık kokusunun yanına bir de sigara kokusu yerleşti. Soğuk havayı içine çekti. Nereye gitmeli ki bu kafadakileri bırakacak bir yer bulmalı? Ya da bir yere gitmeden olabilir mi bu? Bunun cevabını biliyordu.
Omzundaki çantanın kolunu iyice omzuna oturtup yoluna devam etti. Elini cebine attı. Bozuk paraları karıştırdı. İyice ısınmışlardı. Sol adımını yere basacakken biraz soluna bastı. Durdu. Yere yapışmış kâğıttaki ilanı okumaya çalıştı. "Her bozuk parada bir ruh vardır. Söz gelimi saat 11.00'de ölürseniz, darphane de 11.01'de bir madeni para basarsa, artık o bozuk paradasınız. Eğer iyi bir hayat geçirdiyseniz on kuruş, kötü bir hayat geçirdiyseniz bir lira olursunuz. Benden eğitim alırsanız bozuk paralarınızdaki ruhların kadın veya erkek olduğunu anlayabilirsiniz. Mesela ben sadece erkek paraları harcayıp, kadın paraları kendime saklıyorum."
Sol üst dudağı yukarı kaydı. “Saçmalık.” dedi ve yürümeye devam etti. Cebindeki bozuklukları karıştıra karıştıra vardı varacağı yere. Dükkân görevlisi onu güler yüzle karşıladı. Çantasını bir kenara bıraktı ve cebindeki paraları çıkardı. Dükkân görevlisini izledi. Paraları tek tek inceledi. Çantasından, ördüğü atkıları çıkardı. Görevli kadına verdi. Kadın diğer atkıların yanına, koliye koydu atkıları. Kapıdan Leyla girdi. Sonra Özlem. Sonraki gelenlere bakmadı. Gözleri masaya bıraktığı bozuk paralara kilitlenmişti. Gelenler masanın etrafına dizilmiş ellerine şişlerini almışlardı. Ördükçe hızlanıyorlar ve konuşmaları hararetleniyordu. Ondan bundan şundan buradan şuradan okuldan evden arabadan dağdan kitaptan çarşıdan markadan sevdalardan yokluktan varlıktan şükürden bolluktan…
Eline şişlerini alamadı bir türlü. Masanın üzerinde paralara bakıyor, her bir parada bir yüz görmeyi bekliyordu. Kâh masadakilerin yüzüne bakıyor kâh paralara. Yüzlerin ardına iniyor sonra. Niçin burada olduklarına geliyor konuşma bir şekilde. Yardımseverler olarak atkı örüp ihtiyacı olanları ulaştırma emeliyle burada olduklarını söyleyen ve konuşmasına devam eden kadının yüzünün ardına gidiyor. Bir şeyler arıyor. Bakıyor fakat bakmaktan öteye geçemiyor. Hiçbir yüzde işe yaramıyor. Ne paralar ne yüzler kendilerinden anlaşılmak üzere bir şey sunmuyorlar ona.
Daha fazla orada kalamayacağını anlıyor. Göğüs kafesinin genişliği yetmiyor nefesine. Sekiz yıl önce farkına vardığı şey geliyor yine kendini gösteriyor. Sonra kayboluyor. Ama aldırmıyor o, çıkıyor oradan. Çıkmadan da özür diliyor, kalkmam gerekiyor diyor, paralarını masadan topluyor, eşyalarını da. Avucunu sıkıyor. Paralar birbirine zulmediyor. Ruhlar birbirine zulmediyor, diye değiştiriyor. Kimin ruhu kimi rahat bırakmıyor diye geçiriyor içinden. Soğuğa çıkıyor, çıkıp geldiği yolları geri dönüyor.
O ilanı görmek için başını yerden kaldırmadan yürüyor. Balıkçıları geçiyor, o kokuları almıyor hiç. Soğuğu da yutuyor. Geldiği yerden de öteye gidiyor. İlanı arıyor. Evini aşıyor. Bilmediği beldelerden geçiyor. Yoksulları, varlıklıları, âlimleri, zalimleri, zahidleri, talebeleri, göçmüşleri… Türlü türlü insanı işitiyor. Başını yerden kaldırmıyor. O ilanı görmeyi bekliyor. Eli cebinde, paralar avucunda. Ortalıkta dolanan ruhlardan sıyrılarak yürümeye çalışıyor. Avucunu daha çok sıkıyor.
O sekiz yıla günler aylar ekleniyor. Onca yürümenin ardına ilk cümlesini kuruyor:
“Bari telefon numarası yazsaydı ilana.”