Adam Ve Dostu

Fatma Dursun

Her yere ait gibi dursada hiçbir yere ait değildi. Adamda dostu da.

Değişiyor. Adam değişiyor. Zaman değişiyor. Saçları, sakalları, tırnakları değişiyor. Yüzü değişiyor. İfadesi değişiyor. Ama dostu hiç değişmiyordu.

Bir odada, bir alanda dostu ve adam. Alan sınırsız değil sınırlı da değil. Adam tam ifade edemiyor. Odanın ufukları loş, buğulu ve belirsiz. Adam da dostu da belirsiz. Oldukları yer, geldikleri yer ve gittikleri yer belirsiz.

Gün belirsiz. Akşamlar tekinsiz. Sabahlar sessiz. Adam kimsesiz.

Ne sabah ne akşam ne tan ne şan belirsiz bir vakitte adam dostuna anlatmış. Dağları aşmış. Çıplak dağları. Sararmış otlar, ısıtmayan merhametsiz güneşin eşliğinde bir yolculuktaymış. Dostu dinlerken sormuş adama nereyeydi bu yolculuğun? Niyeydi? Adam tam ağzını açmışken şaşa kalmış öyle. Bilememiş ne diyeceğini. Unutmuş. Yolculuğunun nereye olduğunu. Kaçamak cevap vermiş dostuna. Muhim olan yolun sonu değil yolun kendisiydi demiş. Dostunun sessiz duruşunu görünce sıkılmış, utanmış cevabından. Düşüncesizliğinden. Dostunun zor ayakta durduğunu bir yere hiç gidemediğini yolları yolculukları bilmediğini biliyormuş da dostunu incitmeden nasıl konuşması gerektiğini bilmiyormuş. Yine de üstelemedi. Dostu da üstelemedi. Yolculukta öğrendiklerini anlattı dostuna.

İncitmeden ve incinmeden yaşamak mümkün mü? Bu soruyu çok düşünmüş. Çünkü incitmemek için çok incinmiş. İncindikçe kabalaşmış. Kabalığı başkasına değilmiş tabii. İncitmezmiş hala. Ama kendisine hayata karşı incindikçe kabalaşmış. Kabalaştıkça daha da zor olmuş her şey. İncinmeleri çok büyümüş. Her şeye incinir olmuş. Her yerinde yaralar bereler yokmuş ama her yeri sızım sızım sızlarmış. İçi dışı sızlarmış. Yolculuğunun belirsiz bir zamanında çölleri aşarken bir bedevi ile denkleşmiş. Sormuş bedeviye “İncitmeden incinmeden yaşanır mı?”. Bedevi sertçe bakmış adama. Bedevi bilmezmiş ince şeyleri. İncitmeden incinmeden elbet yaşanır. Mertçe, azimle, çalışarak, susarak yaşarsın. İnsanlardan uzak yaşarsan onlardan uzak kalırsan yaşarsın incitmeden incinmeden. Eğer buna yaşamak dersen yaşarsın. Bakmış Bedevinin yüzüne adam. Bedevinin gözleri ağır, kabullenmiş. Arayışta değil çaresiz değil. Bir kum fırtınası başlamıştı. Çöldeki sayısız kumlar cam parçacıkları olmuştu. Adam incinmişti. Bedevi kumların ardında belirsizleşmişti.

Dostu kum fırtınasından nasıl kurtulduğunu sordu? Adam baktı. Tekrar kaldı şaşkın. Kurtulmuş muydu? Hatırlayamıyordu. Kurtulmasaydı burada olmazdı değil mi? Gerçi kurtuluş bir yerlerde olmaktan mı geçer? Kafası yine dönmeye başladı. Dostu dönmeye başladı. Her şey dönmeye başladı. Oda, zaman, ifadesi, dostu değişmeye başladı. Her şey önce formunu yitirdi. Eridi her şey ama yere yahut bir yöne doğru değil. Süzülerek eridi her şey. Eriyordu. Kontrolü yitirdi adam. Kemiklerini çıtlatmaya başladı. Her çıtta saydı. Bir çıt iki çıt üç çıt… Eriyen her şey değişmeye devam etti. Tekrardan form aldı her şey. Serin bir maviye büründü oda. Ufak bir esinti vardı. Rüzgar ve hafif su sesleri geliyordu. Dostu odanın ortasında ona bakıyordu. Odanın ufuklarına bakındı. Yine belirsizdi. Buğulanıyordu tüm ufuklar. Alışkanlıktı adam için her oda değiştiğinde odanın ufuklarına bakardı. Kendisine bakındı adam. Daha gençti. Anlatacaklarına göre değişiyordu her şey. Yahut değişen her şey ona farklı şeyleri anlattırııyordu. Bilmiyordu adam. Bilebilecek kadar hatırlayamıyordu.

Dostu sordu adama gitmek, kaçmak, kalmak, ait olmak nedir bunlar? Adam baktı dostuna. Yola çıkamayan dostu bilemezdi bunları. Deneyimleyemezdi. Dostu yaşamazdı. Sadece dinleyebilirdi. Adam ise ilk kez dinleniyordu. Dinlenmek… Ne güzel dil. Birilerinin dinlemesi ile adam dinleniyordu. Sahi neydi gitmek, kalmak, kaçmak, ait olmak… Hepsi aynı şey gibiydi. Sarmaşık gibiydiler. Dikenli ayrılmayan kökü sonu kayıp birbirine dolaşmış sarmaşıklar gibi. Ne kadar kuru ölü gözükselerde canlı ve saldırgan olan sarmaşıklar gibi. Adam bu muydu? Bunlar mıydı adamı tanımlayan? Yine karıştı. Kafası, kendisi, midesi… Durun toparlayacak anlatacak. İfade edebilecek. Yolculukta hep gittiğimi düşünürdüm. Bir noktada amansız gidişlerimden uzun süre bir yerde kalamayışlarımdan tutunamadığımdan anladım ki kaçıyormuşum. Neyden kaçtığımı bilmiyorum. Neden ait olamadığımı da bilmiyorum. Aslında herkes kadar biliyor herkes kadar yaşıyor herkes kadar unuttuğu için herkes kadar da bilmiyordu. Adam kaçıyordu. Neyden kaçtığını unutmuştu yolculuk esnasında. Kaçması gerektiğini ise hiç unutamadı. Çeşit çeşit diyar gezdi de birine dahi ait olamadı adam. Birine de ait olamadı. Serin bir yaz günü bir yaylada Türkmenlerle denkleşti. Soğuk ayran ve kımız ikram ettiler adama. Kımızın tadı uzun süre damağında kaldı. Kalabalıktı Türkmenler. Hüzünlü oldukları kadar şendiler. Çalışkandırlar. Cefanın sefasını bulmuşlardı. Adam gibiydiler. Hareket halinde. Türkmenlerde giderdi. Konardı göçerdi. Adam bağ kurdu onlarla. Bağ kurmak ile ev kurmanın bir olmadığını henüz bilmiyordu. Sordu adam Türkmen beyine ait olmak nedir diye. Türkmen beyi emin gözlerle baktı adama. Soyuna, ailene, kanına sahip çıkmaktır. Yolunun olmasıdır. Yolculuğun yaşam için olmasıdır. Geldiğin yeri unutmamak gittiğin yeri bilmek yolunu karıştırmamaktır. Adam baktı Türkmen beyine. Geldiği yeri hatırlamıyordu, gittiği yeri bilmiyordu yolda kaybolalı çok olmuştu. Adamın yolculuğu yaşama değildi. Ölüm bir yerlerdeydi bu yolculukta sinsice bir yerlerde saklanıyordu. Türkmenlerin yöresinde tüm göğ içine dolmuştu adamın. Göğ bir anda uçmağa gitmek için adamın göğsünün içinden çekilmeye başladı. Öyle hızlı çekiliyordu ki göğ içinden adam nefesini yitirdi. Türkmenler gitti. Göğ gitti. Adam yitti…

Uzun süre nefes alamayan adam ağzından akan salyaları sildi. Oda tekrar değişmişti. Oda soğuk bir griydi. Odanın ufukları belirsizdi. Ama ufuklar çok yakındı. Dostu ortada duruyordu. Sakin ve sessiz. Alışmıştı dostu adama ve değişimlerine. Adam en çok buna minnettardı. Ne kadar değişirse değişsin dostu oradaydı. Belki de ait olduğu yer burasıydı. Dostu sordu ait olduğun mu hapsolduğun yer mi burası? Adam kalakaldı. Dostuna bakakaldı. Odanın belirsiz sınırları her yandan daralmaya başladı. Daralan sınırlar ardında kaldı dostu. Daralan belirsiz sınırlar adamı boğdu. Adam tüm varlığı ile itti duvarları. Kemiklerinin çatırtısı, organlarının patlayışını duydu. Duvarlar birleşti, adamı yuttu.

Yere çakılırcasına düştü adam. Panik halde doğruldu her yerine elledi. Kemikleri, organları yerindeydi. Nefes nefeseyken dahi nefes almaya çalışıyordu adam. Adam kafasını kaldırdı. Dostunu gördü. Paniklemesi geçti. Oda beyaz renkteydi. Aydınlık bir beyaz. Saf, merhametli bir his vardı. Odanın ufuklarına baktı adam. Belirsiz değildi. Köşesiz bir odaydı. Yuvarlak bir alandı. Kapı vardı. Adam sonunda aradığını gördü. Dostunun ardında bir kapı vardı. Kapana sıkılmış hissetmiyordu artık bir kapı vardı. Belki kilitli belki bozuk belki arkası boştu. Ama kapı vardı. Önemli olan buydu. Kapıya bakarken dostu sordu? Kabullenmek nedir? Normal nedir? Adam baktı. Dostuna dikkatlice baktı. Dostunun dört ayağına baktı. Kabullenmek, kabul etmek en önemlisidir. Yolculuğun bitişidir. Adam kendini, normalini kabul etti. Normaldi. Adam normaldi. Hissettikleri, düşündükleri, korkuları, her şeyi normaldi. Hatalı, eksik, yanlış değildi. Adam kendini kabul ettiğinde dostu onu dinlemeyi bıraktı. Kapı açıldı. Kapının ardındaki hayatta ufuklar sınırsız, göğ renkli, hava kucaklayıcıydı. Tüm zerrelerinde hissettiği derin tatlı bir nefes aldı.