Zandan Ötesi

Hacer Noğman

Biz biliyorduk sesi yükseldi de kayaların arasına sıkıştı. Kayalarda yarıklar oluştu. Gece sabaha dönerken yarıkları büyüdü. Güneşin ilk hüzmeleri o yarıklara doluştu. Yarıklar daha da büyüdü. Kimse işitmedi. Hiçbir şeyi.

Dolunay karşıki dağın ardından görünmeye başlamıştı balkona oturduğunda. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama tahmin edebiliyordu. Sonra ay biraz ilerler, saat de olsa olsa yirmi dakika ilerlemiştir. Gidenin kim yahut ne olduğunu düşünmeden ayı bir dağdan ötekine yolladı. Belki üç belki dört saat geçirdi yolculuk esnasında. Ayın üzerindeki, ona has o görüntüyü net seçebiliyordu. Hiç bulut yoktu gökte. Cırcır böcekleri bunu fırsat bilmiş gibi sesleriyle gökteki boşluğu dolduruyordu. Yel kendini biraz daha hissettirdikçe ıhlamur kokusu yayılıyordu etrafa. Kimi evlerin lambaları yeni kapanırken kimilerinde teheccüdün emareleri görünüyordu.

Sonra ayın belirdiği dağa yakın yerden güneş kendini belli etti. İmsak çoktan girmişti. Sandalyesinden kalkıp namazını kıldı sonra yatmaya gitti. Uzandı yatağa ve gözlerini yumdu. Yumar yummaz o sandalyede oturur vaziyette buldu kendini. Ay tekrar o dağın üstünden gösterdi kendini. Dağların bir kısım yüzü ayın ışığını çehrelerine yerleştiriyor. Gece kısmen aydınlanıyoruz. Yolların ortalarındaki otlar belirginleşiyor gecenin karanlığında. O ışık, kayaların yarıklarına da doluyor. Hiç çıkmıyorlar oradan. Bir gece daha güne evriliyor. Ay yerini güneşe bırakıyor ve kuşluk vaktinin sessizliği dolduruyor ortalığı. Sıcak bir güneş yerleşiyor etrafa. En çok da otlara. Canlı bir yeşil göz kamaştırıyor. Güneş en tepeye çıkıyor ve hızla inmeye başlıyor. Uykunun en bölünmeyecek saatleri, diye geçiriyor kimisi içinden. Sonra gece oluyor birden. Ay puslu bir havadan göstermeye çalışıyor kendini. Sandalyeler boş. Uykunun ağırlığı çokmuş başka şeylerden. Bulutları yarıyor ay ve karşıki dağın sırtına varıyor. Uyuyor o. Günlerdir. Sandalyesi boş. Kayanın yarığı derinleşiyor. Işıklar, güneşler doluyor içine. Bazen çişeler bazen yazlar bazen kışlar. Uyku ağır basıyor.

Biz biliyorduk sesleri doluyor da taşıyor yarıklardan. O uyanıyor. Yazlar eklenmiş baharlara. Yine bir gece vakti gidiyor balkondaki sandalyesine oturuyor ve ayın o dağın üstünden kendisine bir selam çakmasını bekliyor. Bekliyor. Anlatmaya başlıyor en başından. Anlatıyor ama sandalyesinin artık onu anlamadığını düşünüyor. Ben biliyordum, diyor.