Oscar Yahut Azrail Borazanı

Fatma Ünsal

Geçen gün marketten dönerken peşime takıldı. Gri bir yün yumağı. Taa eve kadar takip etti beni. Bizim apartmanda kedici kadınlar var. Onlar görmeden canını kurtarsa bari. Kedileri yakalayıp yakalayıp ağızlarından burunlarından mama akıtıyorlar. Seslerini incelte incelte seveceğiz diye secde ediyorlar iki büklüm. Sanki babalarının kayıp çocukları. Sanki karındaşları. Neredeyse evlerindeki çoluk çocuğu kovup nüfusuna bunları alacaklar. Neyse ki kimse yoktu etrafta. Seni alamam içeri, dedim. Kocam kedilerden çok korkuyor. Başıma iş açma şimdi. Gözleri suratının ortasında kıllara gömülü iki zeytin tanesi. Miyavladı dertli dertli. “Olmaz,” dedim “Olmaz. Hem sana ne yedireyim şimdi? Artmış pilav var. Ben kendimizi zor doyuruyorum bir de sen çıkma şimdi. Hem sen tosun gibisin. Ciğer mi yedin sürekli n’aptın? Biz ciğer hiç sevmeyiz inan. Kokusuna tahammül edemem ben misal. Anlıyor musun kedi? Anlıyorsan miyav de.” Miyav, dedi. İyi, deyip tam yanından ayrılıyordum ki ayağımın üstüne atladı. Nasıl indireyim ayağımdan bilemedim. Emekli dayılar olsa nasıl indirirlerdi ayaklarından? Sallayarak, pist diye kovalayarak. Yok, böylesi de çok kaba geldi. Hadi in bak, eve çıkmam lazım, lütfen mütfen dinlemedi. Ben de eh ne yapayım? Dayılar gibi silkeledim ayağımdan pistt diye epey de ünledim lakin korktuğum başıma geldi.

Bizim ikinci kattaki kedisever kadın çığlık atarak yanımıza koştu. “Aman siz n’apıyorsunuz böyle?” diyerek koştu, kediyi kucakladı. Bana bir bakışı vardı, görenler seri katile bakıyor sanırlardı. O öyle koşunca kapı girişine sarıldım. “Bir de okumuş etmişsiniz, ne ayıp! Günah günah. Allah elinizi ayağınıza geçirir de o tekmeyi savururken gemici düğümü gibi bağlanırsınız. Bunlar Allah’ın dilsiz kulları. Siz! Sizse günahkâr kulları. Tövbe etseniz de kırk kat suyla da yıkanın ki paklanasınız. Ama ben dedim, kocama dedim. Bunlar özellikle bu kadın bir agresif duruyor. Bak uzağından dolan. Sokakta yürürken rastlamıştım size de böyle dik dik. Ne biçim yürüyordunuz öyle. Böyle yedi mahallenin kabadayısı gibi. Hayır cüsseniz de yok. Ne o ne o? Üstüme mi yürüyorsunuz ne o? Hayriii bu kadın bak üstüme yürüyor, kediyi tekmelediği gibi beni de tekmeleyecek Hayri koş! Ay Hayri! Aa Hayri evde değildi ki. Aman ya Rabbi, kurtar beni de şu sabiyi de bu agresifin elinden. Korkma annem korkma annem. Kurtulacağız anneciğim. Miyavla yavrum tamam rahatlarsın hadi. Ne o ne o? Çantanıza mı yelteniyorsunuz ne o? Bıçak mı çıkaracaksınız? Allah’ım yetiş ya İsm-i Kahhar! Öldürecek beni şuncağızla.”

Susmuyordu. Çantadan anahtarı nasıl çıkardım, nasıl açtım kapıyı, içeri nasıl attım kendimi bilmiyorum. Arkamdan daha bağırıyor, kaçtı agresif diye sıralıyordu. Bizim kata çıkınca yan komşuyla göz göze geldik. Hiç de sevmem Mephisto suratlıyı. “Ne o kız,” dedi mahalle ağzıyla. “Peşinden köpekler mi kovalıyor? Kireç gibi olmuş suratın.” Çat diye kapadım suratına kapıyı içeri girip. Söyleniyordu daha arkamdan, durmadım üstünde. Bir kedi insanın peşine takılınca başına bunlar mı gelmeli Allah’ım? Ben yaşarken başıma ne acayip şeyler geliyor Allah’ım. Cennetine beni alırsan bunlara sabrettim diye mi alacaksın acaba? Yüzümü yıkayıp oturdum biraz. Baktım dışarıdan kaba kaba sesler geliyor. Kadının kocası, Hayri, gelmiş, bunu teskine uğraşıyor. Üzülme hayatım, bak ikiniz de iyisiniz hayatım, aa bunun künyesi var ismi yazıyor neymiş bu yumağın adı hadi bakalım canım, canın çıksın Hayri, çıkmasın Necla çıkmasın, Oscar’mış adı bak Oscar, ne asil ne asil, tekme savurdu Hayri tekme, şuncağıza. Ağladı bayıldı uzun uzun. Bu insanlar üzülmelerini ne boş şeylere harcıyorlar ya Rabbi. Oscar’mış demek adı ha. Gâvurun kedisi. Başıma açtığın işlere bak. Yarın cidden basacağım sana tekmeyi. Arşıâlâya çıkartıp çıkartıp indireceğim seni yemin olsun.

Sonra bir aralık bizim pencereye çevirdiler başlarını. Kadının gözünden çıkan ateş, beni yukarıda yaktı, hemen içeri girdim. “Sen bakma o agresife hayatım,” diyordu Hayri kadına. “Ne bakacağım, teneşir baksın inşallah. Şu yavruya ettiklerini çıkarsın Allah. Değil mi yavrum, değil mi annem, ah anneciğim acıktın mı sen Oscar, acıktın mı kuzum acıktın mı canımın içi, Necla teyzen seni yaratan Allah’a kurban olsun, seni artık ben nasıl bırakırım Oscar, seni bu güvensiz apartmana, sokağa nasıl çıkarırım Oscar, ah yavrum, artık senin yanın benim yanım. Hayri bırakmayalım olur mu?” Bir iki daha dikelip girdiler içeri. Kucaklarında Oscar nam hayvan oğlu hayvan.

Akşam eşim gelince olanları anlattım. Şaşırmadı. Mesele sen olunca normal, dedi. Ama kediyi tekmeledin mi doğru söyle, hani biraz agresifsin ya derken oturduğu sandalyeden ittim düşürdüm. “Çıldırtma beni Adil, ne tekmelemesi? Ayağımın üstüne çıkınca inmedi. Ürktüm. İnsin diye şööyle hafif elekte un eler gibi sallıyordum ki bu tuhaf kadın geldi. Bir yaygara bir yaygara. Herkes başını uzattı izledi. Tüm mahalle izledi. Zavallı beni görseydin. İçin parçalanırdı. Dur bakayım suratına? Yok dalga geçerdin kesin. İnşallah ölürüm de kurtulursun. Üç aya yeniden evlenirsin. İnşallah evleneceğin o kadın da sana benzer her şeyiyle Adil. Suratı da benzer inşallah da gizli gizli fotoğraflarıma bakar sen ne güzel kadınmışsın be Melek, adın gibiymişsin ah. Bilememişim kıymetini, şimdi içeridekine bakıyorum, bir ürperme geliyor. Ah şimdi çıkıp gelsen vallahi açarım kapıyı, hortlaksın falan demem. Anında koyarım kapıya diğerini ah. Gitti giden gitti, diye saçını yolarsın da heyhat ölen öldü ölen gitti Adil.”

Düştüğü yerden izliyordu beni. Kalkmadan gülerek. Allah canımı alsa da kurtulsam. “Allah canımı alsa da kurtulsam!” diye bağırıp çıktım mutfaktan. Attım kendimi dışarı. Cadde boyu söylene söylene dolaştım. Volta atar gibi. Vitrin camlarından kendimi izledim. Kabadayılık neyim var benim utanmaz karı, dedim. Dedim vallahi yalan yok karı dedim. Sonra bir büfeye girdim. En soğuk suyunuzdan verin, dedim. Böyle içinde buzlar yüzsün kessin midemi. Adam suratıma şaşkın baktı. “Bu mevsimde o kadarı olmaz abla da dolaptan vereyim bari,” dedi. “Ver kardeş ver. Üç tane ver sen. Yeşilırmak’ı bağlasalar kanmam.” dedim. Büfede oturan bir iki kişi daha vardı. Ağızları açık televizyon izliyorlardı. Biri yanındakine dedi ki: “ Aha aç abi sesini şunun aç. Bak bu çok acayip haber ha. Şu kedi var ya şu. Hah bu kimin yanına uğrasa o ölüyormuş yemin ederim.” Başımı kaldırmadım. Kedinin k’sini duyacak sabrım kalmamıştı. Sarışın sunucu düzgün bir diksiyonla sanki dünyanın en mühim olayını anlatır gibi aktarıyordu: “Sayın seyirciler şimdi akıllara durgunluk verecek bir olayı aktaracağız size. Akıl almaz olay geçtiğimiz aylarda bir huzurevinde geçti. Huzurevi çalışanları bir kedi sahiplendiler. Terapi için alınan kedi, bakın başlarına ne işler açtı?” Adamlardan biri muhabirin anlatmasına izin vermeden heyecanlı heyecanlı girişti anlatmaya. “Kedi kimin yanına gitse kimin yanına uzansa ölüveriyormuş yanına gittiği. Vallahi temiz yirmi yaşlıyı öldürmüş.” Diğeri baktı baktı dedi ki: “Git lan öyle iş mi olur? Azrail mi bu tövbe?” Alt tarafı suyu alıp çıkacaktım ama merakımdan gidemiyordum. “Al dinle abi dinle haberi.” deyip sesi iyice açtı. Oscar adındaki bu yaramaz… Kimin yanına uzansa… Huzurevi sahipleri Oscar’ı gözlemlediklerinde… En az yüz kişinin ölümünü tahminde… Oscar… Oscar? Bizim şu kedi? Aman ya Rabbi! Azrail miymiş o bir nevi? Haşa huzurdan affet Allah’ım ayağıma uzanmıştı ama. Aman kalbim çarpıyor. Bayıltmadan eve vardır ya Rabbi, benim gibi kemter de olsa bu kulunu küçük bir büfede canı kedi haberi izlerken çıkmış diye yedi cihanın ağzına sakız diye verme ya Rabbi. Koşarak çıktım büfeden, elimdeki suları fırlatarak.

Sokakta deli gibi koştum koştum. Merdivenleri bir hışım tırmandım. Kapıya anahtarı zor taktım. Kendimi içeri atar atmaz bağırdım aç haberi aç geri al aç haberi aç. Oscar Azrail’miş yanına uzandığını yolluyormuş öbür tarafa aç, diye hızlı hızlı anlattım Adil’e ama onda bunu ilk seferde anlayacak dimağ nerede! “Bakma suratıma kedi diyorum kedi. Öldürüyormuş ayağıma yattıydı bu menhus al duaların kabul oldu ölüyorum al.”

Hemen internetten baktı. Yüzü katman katman şaşkınlığa girdi. Yok be, dedi. Hiç olur mu, dedi. Tanıkları dinledikçe inandı. “Yaa,” dedim, “Adil Efendi, ölüyorum gözün aydın.” “Sen niye ölüyorsun? Şimdi şu kadının evinde değil mi bu kedi?” dedi. “Ölürse onlardan biri ölür.” diye kahkaha attı. “Gidip uyaralım o zaman.” dedim. “Salsınlar dışarı da kurtulsunlar. Ne de olsa onlar da insan. Yürü hadi.”

Zile bastık. Kucağında Oscar’la Necla açtı kapıyı. Bir saniye sonra Hayri de geldi yanına. Adil tam konuya giriyordu ki kadın ağzına geleni saymaya başladı. Saydı saydı titreyip bayılır gibi yaptı. İnsan bayılır gibi olur mu yahu? Dümdüz bayılır. Numaracı. Hayri Bey de kovdu bizi kapıdan. Ağzımızı açamadan eve geri döndük.

Ben Allah var en çok kadına sinirliydim. Adil’se adama. Oturup duruyorduk öyle korkuyla. Sabaha yemek yap bol, dedi. Gelen giden olur aşağı indiririz, sevaptır. Olur, dedim. Valla ben hakkımı helal etmem o kadına, dedim. Et et mahşere kadar beklemesin kedi yüzünden, dedi. Kimin yanına daha çok sokulur acaba? dedim. Hissiz ekrana bakıyorken: “İkisine de eşit sarılsın,” dedi. “Bir taşla iki…”

Sandalyesinden yine ittim aşağı. Vicdansız.