Sessiz Ölümler Görülmemiş Katiller

Pınar Civelek

Kum tanelerinin düşüşünü izledi. Sonra tekrar çevirdi kum saatini. Gözünü saate, aklını ise daha huzurlu olabileceği yerlere kitlemişti. Burada sıkılıyordu. Yaşlıların arasında olmak onu bunaltıyordu.

Daldığı yerden telefonun çalmasıyla sıyrıldı. “Alo Ayfer aşağıdayım, herkesi aşağıya toplayın.” Müdürün vermiş olduğu emir ile kalkıp personellere haber vermeye gitti. Aşağıya indiklerinde Müdür elinde beyaz bir kediyle duruyordu. “Gelin arkadaşlar, gelin. Hemen sizi niye topladığımı anlatayım. Bu görmüş olduğunuz kedi İngiliz komşumun kedisi Oscar. Ona yuva arıyordu bana teklif etti. Çok ısrarcı olunca kıramadım. Ben de huzurevi için alabileceğimi söyledim. Artık bizimle beraber burada kalacak.”

Kimisi kediyi çok sevmişti. Ayfer gibiler ise tepkisiz kalmıştı. Müdür kediyi huzurevi sakinleri ile tanıştırmak için çok heyecanlıydı.

Müdür, günü kediyi sakinler ile tanıştırarak geçirmişti. Ayfer ise yaşlılara ilaçlarını verdikten sonra müdürün peşinden dolandı. Müdür saatlerin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Vakit ilerleyince sakinler yataklarına çekildi. Müdür de kediyi serbest bıraktı.

Oscar, huzurevinin en neşeli, en sevilen yaşlılarından Gülizar teyzenin yanına kıvrılıverdi. Gülizar teyze Oscar'ı çok sevmişti. Oscar da onu sevmiş olacak ki Gülizar teyzenin hemen başucuna kıvrıldı.

Ertesi sabah kahvaltıları veren personeller Gülizar teyzenin hâlâ uyanmamış olmasına şaşırmışlardı. Normalde o, horozlardan bile önce kalkardı. Düşündükleri şeyin başlarına gelmemiş olmasını dilediler. Ama ne yazık ki gelmişti.

Herkes matem içindeydi. Her ne kadar yaşlıların arasında bunalsa da onları seviyordu Ayfer. O da çok üzgündü.

Oscar ortalıkta deli gibi dolanıyordu. Bir tek onun keyfi yerindeydi. Üzüntüden uyuyakalan Hayriye teyzeyi görünce yanına kıvrıldı. Bir saat sonra Ayfer ilacını vermek için Hayriye teyzenin odasına girince ikisinin de mışıl mışıl uyuduğunu gördü. Hayriye teyzeyi uyanması için dürttü ama Hayriye teyze uyanmadı. Endişeyle kadını sarstı ama hâlâ tık yoktu. Nabzına baktığına buz kesilmişti. Huzurevinde ölüm vakaları olan bir şeydi ama peş peşe olmuyordu.

Huzurevi sakinleri ve personeller bu peş peşe olan ölümlerden dolayı yasa bürünmüştü. Yaraları kabuk bağlamadan tekrar kanıyordu. Ama bilmiyorlardı, bu ölümler durmayacaktı. Durmadı da. Ertesi gün biri daha öldü ve akşamında biri daha, sabahında başka biri daha… Durmadan devam etti bu ölümler. Yirmi kişi ölmüştü. Her biri buz kesmişti. Yaşadıklarına anlam veremediler. Yemeden içmeden kesildiler. Ağızlarını bıçak açmıyordu. Sadece nefes alıyorlardı. Adetâ herkes onlara gelecek sırayı bekliyordu. Müdür Ayfer’le konuşurken

“ Fark ettin mi Ayfer ölen kişilerin yanında hep Oscar vardı. Sence kediye malum mu oldu?” diye sordu. Ayfer kaşlarını çattı bu durumu hiç fark etmemişti. Ama hiç hayra yormadı. “ Müdürüm, acaba başka bir şey mi? Gitti gidecek dediğimiz ölmemişken bizden bile sağlam olanların ölmesi garip değil mi?” Müdür ilgiyle ve merakla dinlendi. “Anlayamadım Ayfer kedi mi öldürdü onları, onu mu söylüyorsun?” Ayfer kafasını bilmiyorum anlamında sağa sola salladı. Müdür “Bilemiyorum fakat basit bir olay değil. Neyse ki otopsi sonuçları çıkacak bugün.” dedi. Ayfer endişeliydi. Otopsiden gelecek haberi beklediler.

Rapor geldiğinde hepsi şaşkınlık içerisindeydi. Ölüm nedenleri boğulma olarak geçiyordu. Herkes birbirine korku ile baktı. Katilin kedi olma ihtimali onlara saçma geldi. Nasıl boğabilir diye düşündüler. Eğer o değilse aralarında bir seri katil vardı.

Olaya tüm devlet büyükleri el atmıştı. Bu faili meçhul olayların sırrı çözülmeliydi. Bu olay için dava açıldı ve olay yeri inceleme kuruldu.

ilk inceleme için direkt kamera kayıtları istenildi fakat müdür kamera sisteminin olmadığını söyledi. Bunun üzerine bütün personeller ve huzurevi sakinleriyle görüşmeler yapıldı. Her biri sanık konumundaydı. Şüphelilerden biri olan Oscar gözetim altındaydı. Tüm bu incelemeler yaşanırken ölüm ya da yaralanma gibi bir olay yaşanmadı. Yaşlıların ölümüne sebep olan şey ya da kişi inceleme yapıldığının farkındaydı. Bir ay olay yeri inceleme yapıldı. Her yaşlının başına bir nöbetçi verildi ama olağanüstü bir durum olmadı. Bir ayın sonunda olay yeri incelemenin sonuna gelindiği söylendi. Müdür tekrardan ölümlerin başlayabileceğini söyledi. İnceleme ekibi ise ömürlerinin sonlarına kadar burada bekleyemeyeceklerini söyledi. Eğer bir daha böyle bir olay yaşanırsa takılan kameralar ile katilin bulunabileceğini söyleyip geldikleri gibi gittiler.

İncelemelerin üzerinden bir hafta geçmişti. Sabah kalktıklarında uzun ama bir o kadar da kısa sürenin ardından tekrar bir cinayet vakâsı ile karşılaştılar. Huzurevinde bulunanlar kafayı yeme raddesine gelmişti. Polisi çağırdılar. Hemen güvenlik kamerasına baktılar. Tüm kaydı baştan sona kadar izlediler. Ama ne bir insan ne de kedinin maktülü boğduğuna dair bir kayıt göremediler. İşler iyice garip bir hal almaya başlamıştı. Dava tekrar açılmıştı. Olay için bir dedektif tutulmuştu. Filmlerdeki gibi uzun paltolu, fötr şapkalı, purolu bir dedektif idi. Dedektifin de ilk yaptığı kamera kayıtlarını izlemek oldu. Kayıdın daha başını izliyorken “ BİNGOO” diye bağırdı. “ Kayıtlar kesilmiş. Bir saat zaman farkı var. Bunu yapan bir insan değil. Bunca olayların esas sebebi Oscar dediğiniz kedi. O normal bir kedi değil. Hatta o bir kedi bile değil.” Müdür hangi birisine şaşıracağını şaşırdı. “Nasıl yani? Kedi değilse bu hayvan, ne?” Dedektif gülerek cevap verdi. “ Teknoloji müdür, teknoloji. Belki de ben de insan değilimdir, bilemezsin.” Müdür de sinirle karışık kahkaha attı bu sefer. “ Siz kafayı yemişsiniz. Hangi dünyada yaşıyoruz Allah aşkına?” Dedektif beklemeden cevap verdi. “ İşin aslı şu ki bu teknoloji uzun yıllardır konuşulan bir şeydi. Dönüşüm teknolojisi. İnsansın ama istediğinde başka bir canlıya ya da cansız bir maddeye dönüşebiliyorsun. Ya da bu teknolojinin sahibi sen isen istediğin bir şeyi istediğin şeye dönüştürebiliyorsun. Silinen bir saatte bu dönüşüm gerçekleşti. Muhtemelen kedi insana dönüştü ve cinayetleri işledi.” Müdür perişan bir haldeydi. Bu saf kötülük karşısında küçük dilini yutmuştu. Dedektif tekrar konuştu. “ O yüzden müdür şu an şüpheleneceğimiz kişiler kediyi aldığın kişi veya burada yaşlılardan kurtulmak isteyen herhangi biri veya bambaşka biri. Bunun araştırmasını sürdürmemiz gerekiyor. Çok büyük bir teknoloji ile karşı karşıyayız.” Dedektifin dediği müdürün aklını karıştırmıştı. Kediyi aldığı kişi İngiliz komşusuydu. Huzurevindeki yaşlılardan ona neydi? Yaşlılardan kurtulmak isteyen biri ise yoktu. Sadece Ayfer bazı zamanlar bunalıyordu yaşlılardan ama cinayetlerin ardından nasıl üzüldüğünü görmüştü. Başka birisi ise o kişi kimdi? Bu yapılan saf kötülüktü. Zaten bir ayağı çukurda olan kişilerle bu katilin veya katillerin ne derdi olabilirdi ki? Müdür bu sır perdesini aralamaya kafaya koymuştu.

Zaman onu ve dedektifi bir bilinmezlikten başka bir bilinmezliğe sürükleyecekti.