Allah’ın gökleri ve yeri hikmetli olarak yarattığını görmüyor musun? O, dilerse sizi yok edip yerinize yeni varlıklar getirir. (İbrahim sr. 19)
Dünya kurulalı milyon seneler geçti. Geçti geçmesine ama geçerken neler neler götürdü. Neler neler eskidi neler neler yenilendi, neler tükendi neler üredi yaşlı dünyada. Yaşlandıkça dünya, huysuzluğu arttı. Dünya huysuzlaştıkça dünyalılar daha çok huysuzlaştı. Ya da dünyalılar huysuzlaştıkça arttı dünyanın da huysuzluğu. Güçlüler zayıfları ezer, büyükler küçükleri yutar oldu. Sevgi ve barışı getireceğini iddia edenler, memleketleri talan etti. Memleket diye bir kavram bile kalmadı. Herkes birbirinin canavarı oldu. Kan akıtmak canavarlar arasında en büyük hüner oldu. Derelerden kan akar, insanlar kanı mey yapar oldu. Velhasıl kelam geçen milyon seneler içinde kötülük galip geldi güzelliğe. Güzellik, çocukların kalplerine, kuşların kanatlarına, ceylanların gözlerine, dağların başlarına, develerin hörgüçlerine, çiçeklerin polenlerine, ağaçların yapraklarına saklandı.
Allah insanoğlunu uyardı. Güzelliği kaybederseniz ben de sizi kaybederim, dedi. İnsanoğlu dinlemedi. Duymamak için kulaklarını tıkadı. Allah sorarsa duymadık ki Ya Rabbi, diyerek Allah’ı kandıracağını sandı. Allah kandırılır mı? Kandırılmaz. Kandırılmadı ve vaadini gerçekleştirdi. İnsana benzemeyen ama insanî özellikleri olan yeni varlıklar (bu varlıklara isim bulamadım okur tavsiyesi bekleniyor;)) gönderdi dünyaya. İnsanların kimisinden insanî özelliklerini aldı. Onları hayvan kategorisine indirdi. İnsanî özelliklerini almadıklarını da bir bir yok etmeye başladı yeryüzünden.
Allah’ın yeryüzüne gönderdiği yeni varlıklar son kalan insanlardan yakaladıklarını insanat bahçelerine kapattılar. Onlara orada bakıyor, yemeklerini, sularını veriyor, arada onları seviyor, yaşamlarına devam etmeleri için çalışıyorlardı. Arada sırada onları ziyaret edip hâllerinden ibret aldılar. İnsanlarsa mutsuz, umutsuz, hareketsiz olarak ölümü bekliyorlardı. İnsanî özelliklerini kaybetmiş olanlar sokaklarda dağlarda ormanlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlardı. Varlıkların evcilleştirdiği insanlar onlara nazaran daha rahat bir yaşam sürdürüyorlardı.
Yeni varlıklar insanoğlunun geçmişini biliyor ve onlar gibi olmamak için çaba sarf ediyorlardı. Şefkati, merhameti, sevgiyi, saygıyı, anlayışı derinden hissediyor ve hissettiriyorlardı. Yeni varlıklar geleli dünya daha da gençleşmiş, güzelleşmişti. Hava, mevsim normallerinin dışına çıkmıyor, bulutlar güneşin önüne geçmiyor, ozon tabakası delinmiyor, buzullar erimiyordu. Fakat insan kalabilmiş insanlar, tüm bunlara rağmen kendi zamanlarında dünyanın daha güzel olduğunu savunuyorlardı. Yeni varlıkları sevmiyor, onların hain birer canavar olduğunu düşünüyorlardı. Bir gün onları yenip dünyaya yeniden hakim olacaklarını düşlüyorlardı.
Eski hayatında bilgisayar mühendisi olan Burak Bey’in geliştirdiği iletişim ağıyla iletişime geçen insanlar bir mağarada toplanıp örgütlendiler. Planlar yapıp projeler ürettiler. Önce görüşme izni alarak tüm dünyadaki yeni varlıkların tek yöneticisinin huzuruna çıktılar. Ağlayıp sızlayarak kendileri için insan gibi yaşayabilecekleri bir yaşam alanı istediler. İnsanlara acıyan yönetici, isteklerini kabul etti. Kendilerine bahşedilen yerin dışına taşmamaları şartıyla onlara bir mahalle tayin etti. Mahallelerine yerleşen insanlar ilk günden itibaren çalışmalara başladılar. Önce insanî özelliklerini kaybetmiş insanlara insan olduklarını hatırlatmaya çalıştılar. Fakat hayvan gibi yaşamanın insan gibi yaşamaktan daha rahat olduğu cevabını alarak hayal kırıklığına uğradılar. Daha sonra insanat bahçesindeki insanları kaçırmaya çalıştılar. Onlar da gelecekten ümit kestikleri ve uzun zamandır kendilerini hem gıdayla hem sevgiyle besleyen yeni varlıklardan ayrılmak istemedikleri için kaçmadılar.
Tüm bunlar karşısında insan kardeşlerimizi uyuşturmuşlar, diyerek daha çok nefret yüklenen insanlar, gizlice silah ve bomba üretimine başladılar. Kötü niyetlerini yeni varlıklara hiçbir şekilde belli etmediler. Onlarla dostluk kurarak güvenlerini kazandılar. Yıllar içinde sayıları artan insanlar yöneticiden izin alarak daha geniş alanlara yayıldılar. Bir ülkeyi kaplayacak kadar sayıları arttığındaysa savaşı başlatma kararı aldılar. Yeni varlıkların huzur içinde uyudukları bir gece ilk bombalarını attılar bir şehre. O güne kadar bomba, silah, savaş hatta kavga ve tartışma kavramlarına hiç yaklaşmamış olan yeni varlıklar korkuyla uyandılar. İnsanlar fazla beklemeden ikinci bombayı da attılar. Sonra üçüncü, dördüncü, beşinci bomba… Bir şehri bir gecede talan ettiler.
Eşlerini, dostlarını, çocuklarını, anne babalarını, evlerini, barklarını bir gecede kaybeden yeni varlıklar ağlayarak, ciğerleri yanarak Allah’a dua etmekten başka ne yapacaklarını bilemediler. İnsanlara nasıl karşılık vereceklerini görüşmek için toplanan yönetim kurulu hiçbir karara varamazken Allah, yine şımaran, yine nankörlük yapan insanoğlunu bir daha helak etmek istedi. Ağızlarında balçıktan pişirilmiş taşlar taşıyan kuşlar gönderdi insanların üzerine. Her bir insan için bir kuş, bir taş. Kuşlar kara bir bulut gibi süzülerek yaklaştı insan ülkesinin göklerine. Emir geldiğinde bıraktılar ağızlarındaki taşları. Taşlar, insanların tepelerinden girip beyinlerinde patladılar. Yeryüzünden silindi insanlar. Gökyüzüne zaten hiç uğramadılar.