Beyaz Montlar Kahrolsun

Fatma Ünsal

burada kalamazsın ve başa dönemezsin

Beyaz bir mont önümde bağırıyordu. Metroda. Aşırı kalabalıktı ve nefes almaya kalkınca eylem gerçekleşemiyordu. Error. Ortamda oksijen yok. TEKRAR DENEMEYİN. Ama beyaz mont nefes alabiliyor ki bağırıyordu: “Bir de gülüyorsunuz utanmadan sinsi sinsi! Sizin yüzünüzden bla bla bla bla.” Sus şuna cevap verme. VEREMEZ Kİ ZATEN VE RE MEZ. Sanırım ayağım kayboldu. Şu üstünde durduklarım benim mi? Zaten beni zor taşırlar. Oradan test edebilirim. Hımm evet zor taşıyorlar. Benimmiş. SİZE BAĞIRMIYORUM TEYZE YANLIŞ ANLAMAYIN ONLARIN KİMLER OLDUĞU BELLİ. Ankara’ya hoş geldiniz. Türk sekülerine kendimizi ne zaman sevdiririz tahmini? Hiçbir zaman. Ama beyaz montlu kız hani bizimle biraz zaman geçirse. Belki bir kahve falan. Komiğiz de bence. Kafası dağılırdı ama gözünün altına ve üstüne sürdüğü savaş boyaları buna müsaade etmiyor.

Göz göze gelmeyince doğada kendini koruyabilirsin. Babam dağa gitmeden tembihlerdi bize bunu. Ayı mayı domuz momuz görürseniz suratına dik dik bakmayın. Yavaş yavaş kaçın dediydi. Dedim ki içimden: “Bakma gözüne bakma. İnsin gitsin işine bakma.” Yemin ederim bakmadım, Kuran Mushaf çarpsın ki bakmadım. Na şu dağ tepeme geçsin ki bakmadım. Korktum gözünün altındaki beyaz boyadan da yalan yok. Ben kin dolu suratlara bakınca ürküyorum Hâkim Bey. Küçükken yılandan korkmuştum da dilimi yutacaktım az daha. Onun suratı aklıma geliyor tövbeler olsun böyle insanlara bakınca. Hâkim Bey. Hâkim Bey? Aa Hâkim Bey yokmuş. Bakmadım ama o bana bakmış. Bir insan kendisine bakmayana ne demeye bakar? Hiç mi gururu olmaz bunu yapanın? Bakmış bana ben ona bakmıyorken. O bana bakınca ben de mecbur bakıverdim. Estağfirullaaah. Beyaz bu kadar korkutamaz insanı. O an kalabalık durdu. Zaman durdu. Ters istikamete giden metro durdu. Hâlâ hangi taraftan bineceğini kestiremeyip oradan oraya koşturan beyabi durdu. Kızın yanındakiler durdu. Yanımdakiler durdu. Ağzı açıldı kızın. İ harfi başta yuvarlanarak geldi. Peşinden öfkeli N derken Ş. A. L. L. A çok sertti. H iste tam bir bumerang. “İnşallah sen de inemezsin metrodan!” İnşallahhhhhhh sen deeeee inemezsinnnnnn metrodannnnnnnn. Yankılandı ortalıkta. Duvarlara çarptı. Yanımdakilerin montlarından sekti. Sonra geldi beynimden içeri. Geldi habersiz gelen arsız misafir gibi yerleşti. Kız arkasını döndü gitti. Arkasında koca bir laneti bırakarak. Ne olacaktı şimdi? İsmini bilmediğim biri, karmakarışık beynime yeni bir dert eklemişti. Ne olacaktı şimdi Hâkim Bey? Hâkim Bey de yok ki.

Koluma girdi bizimkilerden birisi. “Korkma yahu, delinin teki işte. O dedi diye yani şimdi sen hiç inemeyecek misin metrodan?” diye dalgasını geçti. İnsanlar böyle lanetlere neden inanmaz, aklım almıyor. Etrafta tutuk tutuk dolaşan bu insan dalgası, kimi lanetlerin sonucunda böyle olmamış mı? İşte geldi buldu sonunda beni de bir tanesi. “Dalga geçme,” dedim arkadaşıma. “Hiç komik değil. Sen hayatına devam edeceksin. Ama bak, pasaklı komşumuz Suna’nın evinden daha karışık olan beynime bu yerleşti işte. Anlıyor musun? Yoo anlamıyorsun. Rica ederim çıkarın beni buradan. Yoksa fenalaşacağım.” Kolumdan tutup metanetle çıkardılar beni. Gideceğimiz yere vardık. İçimde bin sıkıntıyla. Tüm beyaz montlar kahrolsun.

Eve otobüsle döndüm. Artık binemezdim metroya. Bizim duraktan iki durak önce indim. Ahmakıslatan yağıyordu. Tam benlik. Şöyle güzel bir günde böylesi bir kıza denk gelmek tam benlik. Allah beni mıknatıs olarak kullanıyordu belli. Tüm gece konuşmadım ev ahalisiyle. Annem, “Kız nişanlım bıraktı deme, gebertirim seni.” diye üstüme yürüdü. “Yok anne,” dedim. “Bir beyaz montlunun gözlerine vuruldum.” “Tüh utanmaz!” diye tükürdü. “Nişanlın duysa gebertir kız seni. Elin oğluna mı vuruldun bir de?” Anlatamadım anlatamadım. Yok anne, kızın teki böyle böyle yaptı derken haa iyi bari, dedi gitti. İyi mi bari?

Artık metroyu kullanamazdım. Sonsuza kadar orada yaşamak istemiyordum. Tüm durakları kaçırmak fikri… Aman Allah’ım. Otobüse bindim ertesi gün. Oh, dedim dünya varmış. Aslında tıklım tıklım yine ama olsun. En azından otobüste sonsuza kadar kalma riskim yok. Elime bir yer buldum ve dışarıyı izleye izleye çekiyordum yolu. Recep aradı o an. Nişanlım. Elli soru sordu iki dakikanın içinde. Niye sessiz konuşuyormuşum. Recep otobüsteyim. Otobüs mü ne otobüsü? Hani dört tekerlekli olur Recep, yolcuları taşır? Dalga geçme Perizan dalga geçme. Tamam seni inince ararım hadi. Dur kapatm… Hah heykel gözüktü, inmenin de vakti geldi. Elimi düğmeye götürüyordum ki. O da ne? Beyaz montlu bir kız da aynı anda yeltendi düğmeye. Gözümü nasıl kapatacağımı bilemedim. Elimi savurmaya başladım kıza doğru, kışt kışt diye haykırdım. Kız başta anlamadı tabii. Sonra baktı, ona doğru kıştlıyorum, “Ne oluyorsunuz hanımefendi? İyi misiniz?” diye yanıma gelmeye çalıştı. Gözümü aralayıp baktım ki geliyor üstüme üstüme. Cebime davrandım ve babamın yanımdan ayırmamam için sıkı sıkı tembihlediği biber gazını kıza sıkıverdim. Kız feryat kopardı. Otobüs karıştı. Şoförün dikkati dağıldığından otobüs sağa sola sendeledi. Işıklarda zor durdu. Sakinleşince baktım ki beyaz montlu o kız, o kız değilmiş. Özürler mi dilemedim, ayaklarına mı kapanmadım. Dinletemedim. Kızla karakola gittik. Şoför ve otobüsün ileri gelenleri. Babam geldi sonra. Öyle böyle şikâyetten vazgeçti kız. Babamın bizim kız biraz esereklidir komiserim, dediğini duydum. Bu aile benim ailem oldukça sırtım yere gelmezdi şükür.

Eve gelince bir posta da annemden azar yedim. “Ne oluyor kız? Otobüste insanlara biber gazı sıkmak da nesi? Anarşist misin sen?” Babam ceketini çıkarırken söyleniyordu: “Anarşistle ne alakası var hanım? Sanki biliyor musun anarşist ne?” “Bey bey, tek derdimiz anarşist mi şimdi? Eee kızını dövmeyen böyle karakollardan toplar.” deyip mutfağa girdi hışımla. Tabağı çanağı çarpa çarpa yemeği hazırladı. Yemedim yemek memek. Erkenden yattım.

Sonraki gün baktım bu böyle olmayacak. Bari dedim, yürüyerek gideyim gideceğim yere. Bir saatte varırım ama sağ salim varırım hiç olmadı. Yürümeye başladım. Kulağımda kulaklık. Ohh. O an bizim kızlardan biri aradı. Neredesin, dedi. Yürüyerek geliyorum dedim. Delirdin mi, dedi. Hayır dedim. Korkuyorum. Ya beyaz montlu birini görürsem de beynim tehlike olarak algılarsa? Acayiplikleri tek başımıza yaşamamız haksızlık. Dalga geçti benimle. Olur muymuş öyle şey de ben takmışım da. Tamam gelince görüşürüz, diye alelacele kapattım. Kendimi anlatmamaya söz verdim. Yaya geçidinde durdum, yeşili bekliyordum. Oh diyordum içimden, Tanrı’m pardon Allah’ım şükrolsun az kaldı. Diyordum ki… Beyaz montlu birinin karşıdan geldiğini gördüm. Önce dondum sonra arkama bakmadan koştum koştum.

Ne yapacaktım Allah’ım? Ne olacaktı benim bu beyaz montlularla olan imtihanım? Beynim anlamıyordu. Tehlike addediyordu belli. Ama sol lobum bağırıp duruyordu diğerine. Hissediyordum. Aptallık etme, bir kere sorun yaşadın diye hep mi sıkıntı çektirecek bunlar sana, diye. Ama sağ lob oralı olmuyor, zır zır ağlıyordu kafamın içinde: “Bekle çektirmez. Bir kere beyaz mont bela demek bela. Kalbim kırıldı be anlasana bunların yüzünden.” Düşündüm düşündüm dedim ki şunların arasındaki bağlantıyı koparsam. Hatta sağ lobun irtibatını kendimle de komple kopartsam. Ağzını bantlattırsam sağ lobun. Kurtulurum bence. Bu fikir aklıma yatmıştı. Loblar arası bağlantıyı kesmek çok isabetliydi.

Yolun geri kalanında bunu düşündüm. Böyle bir ameliyat var mıydı? Varsa kaç paraydı? Annem izin verir miydi? Babamı ikna uzun sürer miydi? Şu kız pasta yapmayı nereden öğrenmişti? Diye düşüne düşüne giderken. Kütttt. Ve aynı anda bir ses: “Önüne baksana hanımefendi. İnşallah sonsuza kadar birilerine çarparsın!”

Kafamı kaldırdım korkuyla. Ama bakmadım. Bakmazsam bağlantı da kuramazdı loblarım. Yeni bela açmamak için, gözler yumulabilirdi çoğu kez. Affedersin beyamca, dedim. Beyamca senin babandır, diye cevapladı adam hınçla. Doğrudur dedim, beyamca benim babamdır. Olaysız ayrıldık.