Clementine

Hasna Para

Hasna Para

Clementine

Clementine, çalıştığım barınakta bakıcılığını yaptığım fillerden biri. Clementine da Ashley ve Joshua gibi uzun yıllardan beri bağ kurduğum barınak yerleşimcilerinden. Üçü de Sri Lanka’dan geldiler. Daha çok miniklerken onlarla ilgilenmem istendi benden. Çocuklarım gibiler desem yanlış bir şey söylememiş olurum herhâlde. Üçü de benim gözlemim altında büyüdüler. Joshua’nın huysuz olduğunu söyleyebilirim. Ashley utangaç. Clementine ise cana yakın. Derin bağlar kuruyor. Bağ kurma meselesi tüm fillerde görülen bir durum. Ama Clementine başka. Çok başka. İşte bugün koca kızımın yaşadığı en zor gün. Aslında son bir aydır çok kötü günler geçiriyor.

Sakinleşmem için çalışma arkadaşlarım çok çabaladılar. Hepsi benimle ilgilendi. Ama o görüntü gözümün önünden gitmiyor bir türlü. Şimdi Clementine’ın yanında olmak isterdim. Ama görmeme izin verilmiyor. Burada. Tedavi gördüğüm yerde.

Renksiz sıvı serum poşetinden pıt pıt damlayarak ince hortum boyunca yol alarak vücuduma giriyor. Tüm bunlara ne gerek vardı? Doktora söyledim. Hemşirelere de. Hiçbiri beni dinlemiyor. Barınak İle görüştüm. Çalışmaya devam edebileceğimi söyledim. Sonra Clementine, muhakkak bana ihtiyacı vardı. Clementine’ın iyi olmama ihtiyacı olduğunu söylediler. O iyiymiş. Onlara inanmıyorum. İnanmak istiyorum, gerçekten. Ama benden sakladıklarını düşünüyorum. Clementine gerçekten iyi miydi? Bilmiyorum. Renksiz sıvı serum poşetinden pıt pıt damlayarak ince hortum boyunca yol alırken göz kapaklarıma ağırlık çöküyor. Göz kapaklarım yavaş yavaş aşağı doğru inerken direnemeyecek kadar güçsüz hissediyorum.

Beni aldıkları oda sakin hissettirsin diye çok sade dekore edilmiş. Ama bu sakinlik beni çıldırtacak gibi hissediyorum. Her gün pencereden dışarı bakıyorum. İlk başta burayı sıradan bir hastane sanmıştım. Pencereden baktığımda anladım. Sanırım psikiyatri servisi hastaları için özel bir hastane. Güzel bir yürüyüş parkı var. O park benim manzaramı oluşturuyor. Hastane sakinleri sık sık yürüyüşe çıkıyorlar. Yol boyunca belirli aralıklarla dizilmiş banklar var. Yürüyen ve oturan insanları izliyorum. Acaba neden buradalar?

İlk günler, her gün farklı bir hemşire gelip beni kontrol ediyor, ilaç saati geldiğinde ilaçlarımı veriyordu. Yemek getiren görevli yemeğimi önüme koyduktan kısa bir süre sonra da bir hemşire gelerek yemeğimi bitirene kadar benimle sohbet etmeye çalışıyordu. Ben pek istekli değildim. Sessizce yemeğimi yiyor, bitirene kadar da kurduğu cümlelere başımı sallayarak, evet, hayır, ya, öyle mi gibi kısa cevaplar veriyordum. Hiç konuşmak istemiyorum. Hâlim yok. Ama konuşmazsam beni burada daha uzun süre tutarlarmış gibi geliyor.

Birkaç gündür aynı hemşire benimle ilgileniyor. İsmi Elif. Birkaç gündür geldiği için ismini hatırlıyorum. Her gün gördüğüm hemşirelerden çok farklı gözüküyor. Esmer teni, büyük güzel gözleri, dudağının kenarındaki beni yüzünün öne çıkan eşsiz parçalarını oluşturuyor. Günler geçtikçe onunla ilgili yeni ayrıntılar keşfediyorum. Mesela gülümsediğinde gözlerinin kenarında ince kırışıklıklar kendini gösteriyor. Sonra saçlarının aslında kıvırcık olduğunu fark ettim. Ama düz kullanmayı seviyor sanırım. Bir de Türk olduğunu öğrendim. İsmi kulağa hoş geliyor.

Hemşirelerden biri tekerlekli sandalyede oturan hastasını gezdiriyor. Bu görüntü bana insanın ne kadar güçsüz bir varlık olduğunu hissettiriyor. Çocukken de böyledir. İnsanlara muhtaçsındır. İhtiyarken de insanlara muhtaçsındır. Ben de muhtaçtım. Çocukken. Ama kimsem yoktu. Annemi hiç görmedim. Beni terketti. Yani öyle olmuş, sonradan öğrendim. Bir yetimhaneye vermişler beni. İhtiyar bir kadın getirmiş, öyle dediler. Bilmiyorum ki komşulardan biri miydi? Belki de büyükannemdir? Yapabileceği en iyi şeyi yapmış ve beni yetimhaneye bırakmış. Daha başka ne yapsındı ki?

Elif çoktandır, her geldiğinde, pencereden dışarıyı izlediğimi fark etmiş olacak -fark etmemesi mümkün değil- yürüyüşe çıkmayı teklif ediyor. Böyle iyi olduğumu söylüyorum. Başıyla onaylıyor. Yine sessizce yemeğimi yiyorum. Elif kendi hayatından bir şeyler anlatıyor. Nedense annesini soruyorum. Şaşırıyor. Annesinin öldüğünü söylüyor. Üzgün olduğumu söylüyorum. Hiç kızmıyor. Hatta sevindiğini söyleyebilirim. Sohbete dahil olmam onu mutlu etmiş anlaşılan.

Sanırım, bunu daha önce hiç düşünmemiştim ya da düşünmek istememiştim, sanırım anneme karşı öfke doluyum. Hiç tanımadığım bir insana nasıl öfkelenebilirim? Öfkelenmeye hakkım var mı, onu da bilmiyorum. Anneliğin çok başka bir duygu olduğundan bahsederler. Öyle ki henüz doğmamış, görmediğin bir varlığa karşı çokça şefkat dolusun. Yani insanlar böyle söylüyor. Bir de uzmanlar. Arkadaşlarımın anneleri ile olan ilişkilerinde de görebiliyorum bunu. Annem neden bana şefkat göstermedi? Neden kabul etmedi beni? Beni neden sevmedi? Akıp giden gözyaşlarıma engel olamıyorum. Pencere şimdi oldukça buğulu.

Yemeğimi bitirdikten sonra Elif’in o soruyu sormasını istiyorum. Acaba yine sorar mı? Eğer bugün sorarsa… “Emily yürüyüşe çıkalım mı ne dersin?” Kendimden beklemediğim bir atiklikle “Evet” diye cevaplıyorum bu soruyu.

Burası pencereden göründüğünden daha güzelmiş. Birkaç tur sessizce yürüdükten sonra Elif oturmayı teklif ediyor. Başımla onaylıyorum. Kocaman gülümseyerek Clementine’ın çok daha iyi olduğunu söylüyor. Doğru. Clementine. Nasıl aklımdan çıkar? “O gerçekten iyi mi?” “Evet öyle. Sen de daha iyi hissettiğinde onu görmeye gidebiliriz. Eminim seni çok özlemiştir.” “Ben de. Ben de onu çok özledim.” Oh. İyi olmasına çok sevindim. Onu görmek için sabırsızlanıyorum. Elif şefkat dolu bir bakışla soruyor: “Anlatmak ister misin?” Biraz durup başımla onaylıyorum.

“Clementine’ın hamilelik dönemi çok zor geçti. Biliyorsundur belki. Fillerde bu dönem iki yıl sürüyor.”

“Evet duymuştum.”

“Hamileliğin son günleri daha zordu. Sonra doğum vakti geldi. Bebek fil doğumdan hemen sonra öldü. Çok gelişmemişti içerde. Onu Clementine’a göstermediler. Biliyorsundur filler bağlanma konusunda çok hassas. Clementine onu hiç görmedi. Ama doğum sonrası depresyona girdi. Çok zordu onun için. Bir ayın sonundaysa… yüksek bir yerden atlayarak intihar etti. Böyle bir şeyin yaşanacağını hiç düşünmezdim. Yani bir hayvanın üzüntüden, verdiği kayıptan dolayı kendini böyle bir durumun içinde bulacağı aklıma gelmezdi. Onu bir vinçle kaldırırlarken gördüm. Kısa bir süre sonra da kendimi burada buldum.”

“Büyümesine şahit olmuşsun. Senin için de çok zor olmuştur.”

“Evet öyle. Bir de onun yavrusuna verdiği değer beni çok etkiledi. Biliyor musun? Ben annemi hiç tanımadım. Yetimhanede büyüdüm.” Şefkatle tebessüm ediyor. “Ya senin annen?”

“Annem vefat ettikten sonra babam buraya geldi. Memlekette onu tutan hiçbir şey kalmamıştı. Buradan bir kadınla evlendi. O kadından çocukları oldu. Annemi çok severdi. Beni de öyle. Ama sanki o kadar sevmiyor gibiydi artık. Sebebini anlamak zor. Bir süre sonra beni yatılı okula verdiler. Sonrasında hep evden uzaktım. İnsanları anlamak zor.”

“Haklısın. Hayvanlardan öğrenmeleri gereken çok şey var.” İlk kez karşılıklı olarak sesli gülüyoruz. Biraz oturup manzarayı izledikten sonra odaya dönüyoruz. Yarın Clementine’ı ziyaret edeceğiz.