İçindeki Fil

Emine Ecran Şenel

İki satır yazdığı mektubu trene vermiş diye duyduğundan beri ayrılmıyordu tren garından. Gözleri nemli, dilinde malum türkü, yüreğinde hasret acısıyla yol gözlüyordu. Kara tren gecikir, belki hiç gelmez… Önündeki taşa tekme atarken içinde oturan file küfretti. Fil olmasaydı içimde belki çoktan unuturdum, diye düşündü. İçini çekti. Garın önündeki bankalara baktı. Sığmıyordu ki birine yatıp uyusun. Uyusun da unutsun. Hoş, uykusu gelse kıvrılır bir yere yatardı ama gelmiyordu uykusu. Beklemek, dağ gibi duruyordu rahat uykuların, tatlı rüyaların önünde.

Günler sonra belki hiç gelmez denilen trenin düdük sesi duyuldu. Heyecanla ayağa fırladı. Kalbi yerinden çıkacaktı. Çuf çuf çuf yaklaştı tren ve ağır ağır durdu. Koştu trene. İlk inen yolcudan soracaktı mektubunu. Bekledi. Bekledi. Hiçbir vagonun kapısı açılmadı. Hiçbir yolcu inmedi trenden. Vagonlardan birinin camına tıkladı. Vagonlar aniden birbirinin içine geçmeye başladı. Tren dürüldü, dürüldü, dürüldü. Yusyuvarlak oldu. Sonra rengi kırmızıya döndü. Kıpkırmızı. Kara tren kırmızı bir nara dönüştü gözlerinin önünde. Bizimkinin canı da uzun zamandır nar çekiyordu. Çantasından antika çakıyı çıkardı. Narı dörde böldü. İştahla yemeye başladı. Narın her bir tanesi içine kelimeler doğuruyordu. Kelimeler “bu mektup sana ulaştığında ben çok uzaklarda oliciiim...” diyordu. Ağlamadı. Onun yerine bulutlar ağladı. Ağlamadı. “Zaten uzaktaydın salak,” dedi kahkahalar atarak. Şemsiyesini açtı ve rayların üzerinde yürümeye başladı.

Yürürken yine onu düşündü. Belki de çok üzgündür, diye geçirdi içinden. Üzgün olmadığını adı gibi bilse de. Belki de ölümcül bir hastalığa tutulmuştur, diye düşündü turp gibi sağlam olduğunu bile bile. Önündeki bir taşa bir tekme daha attı küfrederek bir daha. İçindeki fil olmasaydı bu kadar merhamet beslemezdi ona. Ah şu fil, nereden de gelip oturmuştu içine. Onun yüzünden unutamıyordu söylenenleri, yapılanları, yaşananları. Onun yüzünden gereğinden fazla merhamet ve sevgi duyuyordu herkese ve her şeye.

Bazen işe yaradığı da oluyordu filin. Çok kızdığı zamanlarda kızdıranın üstüne çıkıp eze eze hakılılığını haykırabiliyordu fil sayesinde. Ondan önce bilmezdi kızınca ne yapması gerektiğini. Eli ayağına dolaşır, sesi içine kaçar, nefesi sıklaşır, gözleri dolar ve ağlamaya başlardı. Mesela şimdi bir kaç aydır maaşını ödemeyen patronunun yanına gidiyordu. Eze eze alacaktı hakkını. Fakat iş yerine geldiğinde kapının kapalı olduğunu gördü. Oysa hafta içiydi, üstelik de mesai saatiydi. Kapıya vurdu. Kapıya vurmasıyla işyeri olduğu yerde dürülmeye başladı. Dürüldü dürüldü. Koca bir tavuk dürüme dönüştü. Eh bizimki de durur mu? Durmaz. Zaten içindeki fil yüzünden dışarıdan bakınca iki yüz kilo kadar görünüyor, kilo alsa ne olur almasa ne olur? Çok yese ne olur, az yese ne olur? Bir çırpıda yedi koca dürümü. Dürümü yiyince içinde patronunun sesini hissetti. Paranı fazlasıyla gönderdim hesabına, lütfen beni affet, diyordu. Acı acı kahkaha attı. İlla fil gibi mi kızmak gerekiyordu size kibarlıktan anlamayan odunlar, dedi.

Yoluna devam ederken üstü başı perişan bir adam gördü. Bir duvarın önünde öylece yatıyordu. Gelip geçenler adamın önüne bozuk paralar bırakıyordu. Adama acıdı. Yanına gitti. Montunu çıkarıp üstünü örttü. Hiç konuşmadan adamın saçlarını okşadı. En çok sevgiye muhtaçtır diye düşündü. Bir kaç saat öyle kaldılar. Bir kaç saat sonra hava iyice kararınca siyah bir limuzin durdu yanı başlarında. Kornaya bastı. Korna sesini duyan adam kalktı, üzerinde örtülü olan bizimkinin montunu da aldı ve limuzine binerek uzaklaştı. Yine beslediği karga gözünü oymuştu. Ulan fil dedi, yeter artık yeter.

Artık kesin kararlıydı, kurtulmak için ne gerekiyorsa yapacaktı. Doktor arkadaşını aradı, konuşmak istediğini söyledi. Arkadaşı eve çağırdı. Gitti. Arkadaşı bizimkini görünce çok şaşırdı. Ne oldu sana, dedi hayretle. İçime fil kaçtı diye cevapladı bizimki. Arkadaşı güldü. İnanması güç ama gerçekten fil kaçtı, dedi ve kahvelerini içerken olayı en başından anlatmaya başladı. Nişanlımla safariye çıkmıştık. Biraz gezdikten sonra ben yoruldum. Nişanlımsa çok heyecanlıydı. Durmak bilmiyordu. Her yeri görmek, her kareyi fotoğraflamak istiyordu. Ben biraz uyumak istediğimi söyledim. Tamam uyu, dedi Ben arabada uyurken öküz nişanlım da beni ellerin ormanında yalnız bırakıp fotoğraf çekmek için uzaklaşmış. Mışıl mışıl hatta horul horul uyuyordum. Hayatımın en derin uykusuydu. Bir ara bir gariplik hissettim ama öyle derin uyuyordum ki uyanmak istemedim. Bir müddet sonra hissettiğim o garipliğe dayanamayıp uyanmak zorunda kaldım. gözlerimi açtığımda ağzımda bir fil borusu vardı ve şaşkınlıkla içime çektim. Vücudum kocaman olmuştu. Avazım çıktığı kadar bağırdım. Bağırmamı duyan nişanlım koşa koşa yanıma geldi. Beni görünce şoka girdi. Öylece kalakaldı. İçime fil kaçtığını söyledim. İnanmadı. Ben ağlıyordum Beni sakinleştirmeye çalıştı. Ama kendisi de sakin değildi. Arabaya atladı hızla otele döndük. Sonra toparlanıp memelekete geldik. Beni eve bıraktı. Bir daha da arayıp sormadı. Geçen gün gönderdiği iki satırlık ayrılık mektubunu saymazsak.

İçime fil kaçtıktan sonra kişiliğim değişti. Hafızam kuvvetlendi. Önceden hiçbir şeyi umursamayan rahat bir kafayla yaşayan ben filden sonra her şeyi herkesi çok düşünür oldum. Düşünmeden duramıyorum, görmezden gelemiyorum. En kötüsü de kızdığım zamanlar. Eğer birisi kızdırmışsa beni elimden kimse alamıyor. Korkuyorum. Bu fili içimden çıkarmanın bir yolu olmalı. İşte sana gelmemin sebebi de bu. Belki… Ameliyatla… Bilmiyorum. Doktor olan sensin. Bir şifasını bulmalısın bu derdimin.

Arkadaşı sonuna kadar sesssiz ve tepkisiz dinledi. Bizimkinin muhtemelen delirdiğini düşünüyordu. Ama çaktırmadı. Tamam yarın hastaneye gel, tahlilleri yapalım, dedi. Arkadaşının ona inanmadığını anlayınca kırıldı bizimki. Ama çaktırmadı. Nasıl olsa yarın görür dedi içinden. Ertesi gün hastaneye gitti. Arkadaşı mr istedi. İlaçlı mrç dedi. Beyinden, dedi. Bizimki üzüldü. Yalvararak beynimden önce içime bak ne olur, eğer fil yoksa o zaman beynime bakarsın, dedi. Arkadaşı içini çekti. Bizimkinin hâline üzülüyordu. Belliydi. Peki, dedi. Mr’a girdiğinde bizimkine eşlik etti. Raporun çıkmasını beklemeden bizzat baktı. Ekranda gördükleri karşısında şok oldu. Gerçekten de fil vardı içinde. Hastanedeki tüm doktorları topladı. Hayal bile edemeyecekleri bu gerçeklik karşısında şok olan doktorlar hemen bir heyet kurdular. Başka hastanelerden profesörler çağırdılar. Ameliyat günü belirlendi. Bizimkine her şeye hazırlıklı olması gerektiğini söylediler. İçine fil kaçmış birine bunu söylemeleri komikti. Güldü bizimki. Gülerken verdiler narkozu. Kendine geldiğinde eski hâline dönmüştü. Uyanır uyanmaz fili sordu. Filim nerede, dedi. Doktor arkadaşı odasının penceresine kadar yürümesine yardımcı oldu. Fili içinden çıkardıktan sonra zapt edemedik. Hepimizi ezip geçecekti, dedi. Ölü fili bir vinçle boynundan asmış, hastanenin önünde sergiliyorlardı. Bizimki üzülecekti. Üzülemedi. Arkadaşına kızacaktı. Kızamadı. Altına alıp ezecekti. Ezemedi. İçindeki fil yoktu artık.