Dünya: Beklenmedik Olaylar Mahalli

Fatma Ünsal

Ölmeden önce insandım. Evin salonunda var gücüyle o bana bağırmadan önce. Kızım akşam yemeğinden sonra sade Türk kahvesi yapıp getirmeden önce. İşte gözüme ışık değerken. Dünyanın tüm seslerini işitirken. Domino taşlarının yıkılışını görürken. İnsandım yani evimin salonuna yıkılırken.

Kavganın detayını anlatmaya gerek yok. İncir çekirdeğini doldurmayan tüm kavgalar haksızdır. Nesini anlatayım? Tayin isteyelim dedim. Gidelim buradan. Böylesi kalabalık bir şehirde mutlu olamıyorum, dedim. Hem baksana nasıl da kabalar buranın insanları. Her sabah her gün günün her dakikası katlanamıyorum dedim. Dinledi dinledi. “Allah’ın köylüsü,” dedi. “Allah’ın köylüsü. Sanki küçük yerlerde insanlar daha mı kibar?” dedi. “Kasabada da yaşadık. Orada da mutlu olmadın. Şimdi bizi çekip götürünce arkandan ne olacak? Onca düzen, kızın okulu. Sen babasın baba. Az cesur ol yaşarken cesur. Diklen.”

Babaydım ben. Karım bana sayıp dökerken. Bir saniye bile anlaşamazken. Kızım evin bir köşesinde sinik babasını izlerken. Annesi senin cüssen ne kadar bu evde biliyor musun diye bağırıp çağırırken. İşaret parmağını başparmağıyla birleştirip na bu kadar bu kadarcık be bu kadar derken. Kalp kasım oksijensiz kaldığında. Ruhum gibi hasar aldığında kalbim. Damarın teki şımarıp yolu pıhtıyla kapattığında. Oksijene zorbalık yaptığında. “Geçemezsin birader, bu adam gidici artık.” dediğinde. İnsandım. Göğsüme bir fil oturduğunda. Göğsüme koca bir Afrika fili oturd…Kızım baba diye çırp…Karımın yüzü şeklini değiştir…Burnumdan içeri oksijenler gelmemek için diretirk… Dünyaya gözüm son kez değ…Evimiz neden dönüp duruyor anlayamazk…

Babam evimizin salonuna yıkıldı. Annemin bitmeyen dırdırları baltaydı, babamsa bir ağaç. Kesti onu. Ama babam evimizin salonuna yıkılırken neden koca bir fildi? Onun yerine yıkılan bu canlı da nesiydi? Baba diye ona doğru koşuyorken beni yerimde çivileyen. O kadar şiddetli bir ses çıktı ki. Kanepeler yerinde zıpladı. Camlar gerildi. Alt komşumuz Şükran abla vileda sapıyla her zaman vurduğunun üç katı vurdu. Yan komşumuz Cemil Bey, evhamını kuşanıp apartmanda “Deprem oluyor deprem!” diye bağırarak merdivenlerden koşarak indi. Babam yere serildiğinde koca bir fildi. Annemle yerimizde kalakaldık. Hortumunu yere savurarak düşen bu canlı, az önce göğsünü tutan, yüzünden acı çektiği belli olan benim zavallı babam mıydı şimdi?

Olduğumuz yerde tam bir saat öylece kaldık. Bir saat, yerde kıpırtısız yatan gri Afrika filine bakıp durduk. Gözlerinin aralığından bir kuyuya bakar gibi bakıyordu. Cansızlıklarına rağmen garip bir ışıltısı da vardı. Kulağı ise koca bir yaprak, başını örtmüştü. Neden sonra oturmak aklımıza geldi. Oturunca idrakimiz de yerine geldi. Annem: “Kız baban fil miymiş senin?” deyiverdi. Bu kadına ruh dağıtılırken neredeydi acaba? İçinden o an “Vara vara bir file varmışım,” diye ahlanmadıysa ben de adımı değiştiririm. Annem gök yarılsa ve kocaman bir nehir yeryüzüne inse çamaşırlarım ipteydi diye koşacakların tıynetindeydi. Bunu yeni fark etmediğimden kızgınlığım kısa sürdü. Yine de tutamadım kendimi: “Anne babam öldü. Buna yanalım. Daha kötüsü ölüsü yok, yerinde bir fil yatıyor farkında mısın? Bir şey yapsana. Kalksana yahu kalksana!” Dondu kaldı bakarken. Kendini fena bir durumdan sıyırmak için kıpırtısız kalan insanlar vardır hani. Kıpırtısız kalır ki çareyi başkası bulmak zorunda kalsın. Çare bulmak zorundaydım şimdi. Bu fil neyin nesiydi? Babamın ölüsü neredeydi? İnsan yaşarken insan olur da ölürken koca bir fil olur muydu?

Annem ölü filin sağını solunu inceledi. Yüzünü buruştura buruştura dönüyordu çevresinde. Kocasının bu buruşuk ve iri yaratık olma ihtimali ürkütmüştü onu belli. Bir aralık dönüp bana: “Kız babanı yutmuş olmasın bu fil?” diye sorunca “Anne, babamı senin yutma ihtimalin daha fazla. O kadar bağırıyordun ki bir numaralı suçlu sensin. Ne fil yutması Allah aşkına!” diye bağırıverdim. Babamın gözümüzün önünde ölüvermesine mi yanmalıydı yoksa ölüsünün yerinde koca bir filin yatmasına mı? Neden sonra dedemi çağırmak aklıma geldi. “Olmaz,” diye itiraz etti annem. “Şimdi beni suçlar o. İnanmaz da. Yok ettin oğlumu der. Yedin bitirdin der kendi oğluna hiç bakmadan. Yedin bitirdin de geriye fil mi kaldı? Benimle alay mı ediyorsun, deyip yığar polisi başıma olmaz. Anasız da mı kalmak istiyorsun?” İkna edemedim. Zavallı babam, diye ağlayıp didinirken annemin soğuk ama korkak hâli epey canımı sıkıyordu. Ey Allah’ım, şu fili al da babamı bize bağışla, diye dua ettim. Annem o esnada dışarıdan geleni geçeni kontrol ediyordu.

“Çağıralım bir vinç de götürsün bunu.” deyiverdi birden. “Yoksa çürür kokutur her yeri. Bak şimdiden kokmaya başladı toprakla gübre karışımı.” Bunu der demez perdeyi sıyırdı, camı açtı. Anneme baktım baktım baktım. Nasıl da böyle. Nasıl da. Böyle. Bir de yerde yatan cansız file. Tam üç saattir bir ölüye. Yabancı koca cüssesiyle kurduğum o bağ, çok acınası geldi gözüme. Annem açık pencerenin kenarında oksijen solurken ben elimi kafasına götürdüm filin. Elimin altı seyirir gibi oldu. Ürküp geri çektim. Anlamlandıramıyordum. Rüya olabilirdi belki. Tüm açıklayamadıklarımız için rüyalar vardı, öyle ya. Bir baba ölürken koca bir yaratığa dönüşebilirdi pekâlâ. Tüm anlatamadıklarıyla. Sessizlikleriyle. Babalar ceketlerinin altında dolaşan sır küpleri. Bir gün demiştim ki ona: “Anneme neden hak ettiği cevapları vermiyorsun baba? Onu da seviyorum ama üstüne üstüne gelmesine de dayanamıyorum. Suçlu musun da susuyorsun baba?” Yüzünden geçiveren gülümsemesiyle: “En çok haklılar susar kızım.” dedi sadece. Üstelemedim hiç. Şimdi önümde sustuklarıyla koca bir dağ duruyordu. Ona bakarken hafiflediğimi hissettim. Yerden yükseldiğimi. Bir lokmacık kaldığımı. Onu anladığımda uçtuğumu uçtuğumu uçtuğumu. Annemin sarı ve dertsiz başının yanından pencereden çıkıp gittiğimi.

Bir vincin taşıma halatının ucunda sallanmadan önce ölü bir fildim evimin salonunda. Karım eve giren işçilere: “Alın götürün bunu, nereden girdiyse girmiş.” diye saçma açıklamalar yaparken. Meraklı komşular dış kapıdan evin içine deler gibi bakarken. Apartmanın en zekisi Zeki Bey, işçileri yara yara karımın yanına gelip: “Bu fizik kurallarına aykırı. Nasıl oldu da apartmana girdi? İmkânsız da diyelim ki girdi. Nasıl oldu da evinizin o dar holünden geçebildi? Hadi onu da geçti. Siz demediniz mi ey fil, senin burada ne işin var diye ha ha ha ha? Öhhö neyse yani imkânsız Behiye Hanım imkânsız.” Karım adamın suratına dik dik bakıp: “Demek ki sizin fizik her şeyi açıklayamıyor Zeki Bey. Bir de sosyal alanları mı deneseniz?” diye derme çatma cevaplar verdiğinde. Penceremizin önüne taşıma vincini getirdiklerinde. En az on beş kişi iteleye iteleye yerleştirdiklerinde. Ölü bir fildim. İnsan ölünce her şeyi kabullenir. Sağ olanlar bu yüzden dikbaşlı. Yere küttt diye bıraktıklarında. Halatı boynuma getirip taktıklarında. Karım penceremizden bakarken, peki ya kızımız nerede, bu herif nereye kayboldu diye kocasının ölü bir fil olduğunu kabullenmediğinde.

Ayaklarım ki dört taneydiler, sallanıyordu. Bakkalın yanından fırının yanından geçtim bir vincin ucunda. Kimin aklına gelir mesela daha iki gün önce lafladığı muhtarın yanından ölü bir fil olarak geçeceğini?

Sallanıyordum bir vincin ucunda. Elinde dondurmasıyla bir çocuk arkadaşını dürttü heyecanla: “Bunu bir evin salonundan çıkarmışlar haa!” Devam etti sonra: “Dondurma da ne güzelmiş ulan. Yiyelim de iki top daha alalım.”

Mahalle geride kalırken her şey anında normaline bürünüyordu. Ben sallanıyorken bir vincin ucunda.