Sıkıca sımsıkıca sararım bana geleni. En derinlerine kadar dolanırım. Nefessiz bırakırım. Çok severim bana dokunanı. Çok sevgilim oldu. Hepsi nefes kesiciydi. Onların boynuna dolanmak çok güzeldir. Çaresizce çırpınırlar elleri ile. Ben daha çok sıktıkça onların rengi daha çok döner. Utanırlar herhalde ondan bu kızarıp bozarmaları. Ama sevgililerime ne zaman dolansam bir süre sonra sessizleşir ve giderler. Bu hâllerini de anlamam. Biraz önce aşklarından ağlayan, çırpınan, yalvaran renkten renge giren kimdi? O yüzden bir yerden sonra yeni gelenlere bağlanamadım. Dolandım. Ben onlara dolandıkça onlar sessizleşti. Ben yakın olmaya çalıştıkça çabaladıkça onlar sessizleşerek uzaklaştılar. Hiç anlamadım bu gidişlerini. Bazen çok hüzünlü göründüler bana. Bazen çok öfkeli. Fakat hepsinde bir çırpınış hâli hâkimdi. Boyunlarına dolanmış bana sımsıkı tutundular bıraktıkları ana kadar. Her birinin ardından çok üzüldüm. Uzun süreler kahroldum. Yenisi gelene kadar sürdü kahroluşum. Ay sen de Gülben napalım ömür boyu aynı adamımı sevcez? derdim kendime. Sonra anladım. Keşke anlamasaydım. Yüreğe neyin ağırlık yaptığını bilmeseydim. Belki o zaman rengim sönmez, yıpranmazdım.
Dökülmeye başladım, düşündükçe çüremeye. Bir salı sabahıydı. Salı sabahları da bir şeyler olurdu sonuçta. Hava hafif meltemli. Güneş vuruyor. İçimi ısıtıyordu. Kıpır kıpırdım. Esen rüzgârdan mı uçuşan kelebeklerden mi bilemem. Sonra tek kıpır kıpır olanın ben olmadığımı fark ettim. Koşuşturuyordu efendiler köleler. Ben meydanın en orta yerinde en tepesinde dururum. Her şey ayağımın altında olduğundan görürüm herkesi. Neyse harikalığımdan, âşıklarımdan bahsetmeye vakit yetmez. Limana koca gemilerden biri yanaştı. Liman girişinde efendiler ile kölelerin sabırsız bekleyişleri indirilen şeyi görünce sona ermişti.
Sabırsızlığın yerini bir heyecan tufanı aldı. Efendilerin ve kölelerin gözleri kocaman açıldı. Gözlerindeki açlık, ağızlarının ıslanması ve yutkunmaları hiç hoş değildi. Özellikle de böyle eşsiz bir varlığa karşı duydukları bu duygular aciziyetlerini simgeliyordu. Efendiler de köleler de birbirlerinden aciz ve birbirlerine muhtaçlardı. Köle olmazsa efendisi efendisi olmazsa köle olmazdı. İşte en çok bundan korktukları için hep sınıflandırdılar kendilerini. Efendinin de bir efendisi kölenin de bir kölesi olurdu her zaman. Kimin gücü kime yeterse. Ama elbet birilerine güç yetireceklerdi. Elbet birbirlerine had bildirilecek birileri ezilecek birileri onları ve güçlerini tanıyacaktı. Tapılacak ve tapacaklardı. Sevgilim efendilerden de kölelerden de olurdu. Sevilen seçilmez. Ha efendi ha köle. Sevgim adildir. Her şeyimle.
Onların duyguları böyle iken. Ben, benim duygularım meraktı. Bambaşkaydı. Farklıydı. Duruşu. Başını eğişi. Heybetli duruşu sağlam adımları. Sesi. Uzaktaydım ama onun sesi çok gürdü. Ama içimin kıpırtısı onun sesi ile sızı halini aldı. Gözlerini bağlamışlardı. Kim bilir nasıl güzeldi. Boğulduğumu hissettim.
Ziller, püsküller çeşit çeşit işlemeleri olan örtüler ile onu güzelce süslediler. Şehir de gezdirdiler önce. Ahali hayran hayran izledi. Hürmet ettiler güzelliğine, gösterişine, gücüne. Onlar ancak bunlara hürmet ederlerdi. Kimse heybetinin ardındaki kalbe bakmazdı. Sonra Efendiler Efendisinin karşısına çıkardılar onu. Efendiler efendisi kendisine yollanan bu hediyeden pek hoşnut değildi. Başka diyarın efendisinin kendisine güç gösterisi yaparak onu tehdit ettiğini biliyordu. Bak ben sana bunu yolladım. Ben de bundan çoktur demekmiş bu. Efendiler efendisi, onun gözlerinin bağlı olduğunu görünce daha da sinirlendi. Diğer efendilere ve kölelere buyurdu. Ol ki kıymetli mehabbetli velinimetiniz hazretleriniz bunun gözlerinin açılmasını ister. Açın bre densüzler densüzeler diye yaygara kopardı. Efendiler ve köleler dese de sebeplerini efendiler efendisi Tanrı’nın emiri dinlemedi. Bir kere Tanrının emirinden emir çıktı, bu olacaktı.
Gözlerinin üstündeki örtü çözüldü. O elmaslardan güzel kara gözlerini açtı. Kırpıştırdı önce herkes nefesini tuttu. Gözleri karşısında büyülenmişlerdi âdeta. Keza ben de öyle. Nutkum tutuldu, nevrim döndü. Nasıl gözlerdi bunlar öyle? Gecenin karası sürmeli gözlerinde yıldızlar ışıldıyordu. Kalbim hareketlenmişken. Ortalık da hareketlendi. Bu efendiler efendisi can düşmanıydı. Şehirdeki kedileri toplatmıştı. Şehir fareden geçilmiyordu bu efendiler efendisi yüzünden. Aksi ki farelerden biri daha yeni gözlerini açan kalabalık ahalinin meraklı bakışlarından ürken bu biçarenin ayağının dibine geldi. Garibim bir anda sıçradı. O sırada orada bulunan efendiler efendisinin ayak takımından olan cellatlardan üçü beşi ezildi. Can alan can verdi. Tabii ortalık bir anda karıştı. Biçaremi sakinleştirdiler. Bunu fırsat bilen efendiler efendisi ölüm kararı çıkartmış ona. Çok üzüldüm bunu duyunca. Tanışmak istiyordum. Sesini duymak, konuşmasını dinlemek, gülüşü ile ısınmak, bakışı ile derinlere inmek, gözyaşları ile sarsılmak istiyordum. Sevgisi nasıldır bilemem. Nedir, ne hissettirir bilemem. Uzaktan boynuna dolanmadan onun aşkı ile boğuldum.
Zaman geçti aradan. Yine hareketli etraf. Bir şey olmayan bir pazartesi sabahıydı. Pazartesi sabahları bir şey olmazdı bazen. Öyle işte. Bir şey yoktu. O yoktu. Günler günleri kovaladı. Beni daha da yükseklere çıkardılar. Anlamadım nedenini. Bir yandan sevindim belki onu görürüm diye. Ama göremedim.
İşte bugün günler günü çarşamba günü. Çarşambaları da mucizeler, çok güzel şeyler olabiliyormuş. Onu getirdiler. Gözleri bağlı. Ölüme gideceğini sandığım bana gelmişti. Gözlerini çözdüler. Gözleri gözlerime denk düştü. Bu nasıl bakıştır. Ruhuma baktığını hissettim. Başta çekindim. Ama sonra konuşmaya başladım. Sen uzak diyarların efendisinden gelen değil misin? dedim. Baktı bana. Bir an ne yapacağımı bilemedim. Ağzımı açtım sonra geri kapadım. Güldü bana. Isındım. Doğrudur. Uzak diyarların efendisi yolladı beni. Sesi çok güzeldi. Adın nedir? dedim. Tatlı bir sesle Meri, dedi. Sonra durdu başka bir şey demedi. Konuşmayı devam ettirmek için boş bulundum Sen efendiler efendisi tarafından ölüme gönderilmedin mi? dedim. Kaşını çattı. Çok güzel çattı. Hoşuma gitti pek keyiflendim. Ama biraz ürperdim ya onu gücendirdiysem diye. Bana soğuk bir şekilde evet! dedi. Üzüldüm biraz. Onun canını sıkmak üzmüştü beni. Özür dilerim seni gücendirmek istemedim, sadece burada olmana sevindim, yani şaşırdım dedim. Baktı yüzüme. Bilmiyor musun? dedi. Neyi? dedim. Neden burada olduğumu, dedi. Anlamayan bakışlarla baktım ona bilmiyorum dedim. Kara kaşları çatık ve yukarı bakarken gözleri dolmuş gözündeki yıldızlar yüzünden süzülerek burukça gülen dudaklarına iniyordu. Sarsıldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Onu neşelendirmeye çalıştım. Ama bilmediğimi gördüm. Sevginin sevgilinin ne olduğunu bilmediğimi. O günden sonra bol bol konuştuk. Uzak diyardan bu diyardan efendilerden, kölelerden. Sevgililerden de açıldı tabii konu. O zaman söyledi bana. Ben de senin sevgilin olacağım dedi. Sevinç ve utanç bu iki duygunun bu kadar karışabileceğini o an öğrendim.
Bir perşembe günü perişan olduk. Perşembeler galiba hep perişan. En azından artık benim için hep perişan. Yahut ben hep perişan kaldım. Bilemedim. Karanlık ve kasvetliydi o gün. Efendilerin efendisi, efendiler ve köleler hepsi bir aradaydı. İlk defa efendiler efendisi karşımdaydı. Şaşırdım tabii. Sonra fermanı okudular. Uzak diyardan gelen Meri ölüme mahkum edilmişti. Yüreğim gümledi. Anlamadım neden buradaydılar. Ne ölümü? Meri’nin boğazına geçirdiler beni. İlk defa ben çırpınıyordum. İlk defa sevgilim değil ben ağlıyordum. İlk defa ben kaçmak istiyordum. Meri son kez bana gece karanlığı gözleri ile baktı son kez yıldızları gördüm. Yıldızlar söndü. Meri nefessiz kaldı. Ben, ben perişan. Efendiler efendisi karşımda gücünden emin koltukları kabarmış oturuyordu. Suskunluğumu bozdum. Başkaları duymasa da bana bir çok sevgili yollayan Efendiler efendisinin duyacağını biliyordum.
Gücüm var, tahtım var, kölelerin efendisi de kölemdir diye kabarma. Ey efendiler efendisi elbet bir gün sen de sevgilim olacaksın.