Gökte Ararken Yerde De Bulamamak

Hacer Noğman

Korkunç bir gıcırdama sesini sokağın başındaki kadını böldü: “Ben yaptım de!” Kadın elindeki pazar poşetleriyle birlikte yanındaki çocuğu sarsıyordu. Çocuğun omzu çıktı diye biri çekip o kadının elinden kurtarsa çocuğu, yeriydi. “Sana, ben yaptım de, diyorum!” Poşetlerden biri yırtıldı ve bir limon sokağın başından yuvarlanmaya başladı. Bir limon daha. Kadın nerede duracağını çok iyi biliyormuş gibi, halka sesini nereden daha iyi duyurabilir bunu hesaplamış gibi, her defasından daha yüksek sesle, “Ben yaptım de!” diye bağırıyordu. Sokağın tozunu havaya kaldırdı bu ses. Açık pencerelerden perdelere sindi o toz. Pervazlara yapışıp kaldı. Kadının tükürükleri havada saçılırken gıcırdama sesi kendini tekrar gösterdi.

Çocuk gözlerini yumdu. Gördüklerinin gerçek olmamasını umarak yaptı bunu. Sokağın başında olmadıklarını, annesini karşısında görmediğini düşünerek. Kaldırsa göz kapaklarını ve her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu görseydi. Görmeklerin en güzeli olurdu. O gıcırtı kendini yineleyince istemsiz kalktı göz kapakları. Bakışlarını seste buldu. Bir fil göğe yükseliyordu. Şaşkınlık yüzüne yayılırken yutkunmaya çalıştı. Başaramadı. “A-an…” Annesinden dayak yediğinde bile anne diye ağlayışlarını elinin tersiyle bir kenara itti ve o kelimeyi söyleyemedi. Bunların hiçbirini bilinçli yapmıyordu çünkü tozları kaldıran ses kulağını tıkadı. Ve tozlar o sesi de kapattı.

Göğe yükselen filin gözlerinden yaşların süzüldüğünü gördü. Açık ağzını kapattı, kaşlarını çattı. “Fillerin ağlayabildiğini bilmiyordum.” dedi. Yukarılarda bir yerde bir anne fil aradı gözü. İyice bakındı. Oralarda olmalıydı, diye düşündü. Sonra bir ses aradı kulağı. Bir fil bağırışı. Bulutlardan birini yakıştırdı aradığı sese. Sonra tekrar göğe yükselen file baktı.Sonra annesi diye bildiği buluta. “Acaba bu şapka mı yoksa fil mi? E o şapkaysa çocuğu şapka mı fil mi? Belki bu da şapkadır.” Vinç fili yukarı çektikçe gıcırdama arttı. Kaşlarını daha da çattı. “Bazı hikâyeler ne saçma!” Gözüne giren toz onu rahatsız etti. Kurcaladı biraz, fil kayboldu. Annesinin sesi geri geldi. “Ben yaptım de!” Çocuk şimdi de iki omzundan tutulmuş sarsılıyordu. Limonların bir bir poşetten düşüşü anneyi aha da hiddetlendirmiş, poşetleri bir kenara bırakmıştı. Çocuk, beyninin kafasının içinde hareket ettiğini hissediyordu.

Bu sarsılmalara alışmış olacak ki etrafı izlemeye koyuldu. Orta yaşlı bir adam manava yaklaşıp elindeki çantalardan meyve ve sebzeleri ilgili bölümlere boşaltıyordu. Kediler havlıyor, köpeklerse miyavlıyordu. Sokağın aşağısında bir kadın çöp konteynerinden çöp alıp paketliyordu. Hemen köşebaşındaki kahvehanede kadınlar okey oynuyordu. “Ben yaptım de!” Kadın bunu onlarca kez söylemeye yemin etmiş gibi. Tozdan gözü kaşınıyor çocuğun.

“Ne zaman başladı?”

“Çok olmadı.”

“İnsan bir haber verir, bilirsin zaafım var iş makinelerine. Ha ha ha ha!” Kalabalık toplanmış, filin göğe süzülüşünü izliyor. “Sen daha önce izledin mi hiç?” Adam bu kez çocuğa sordu. Çocuk başını hayır anlamında salladı. “Buralarda hep olur. Sesinden durulmaz. Hele nasıl uyunmaz, düşünemiyorum bile. Allah vermesin. Ama izlemesi zevkli.” Adam bakışlarını vinçten ayırmazken söyledi bunları. Çocuk anne fili aradı ama kaybetmişti çoktan.

“Sence neden ağlıyor? Annesi mi kızmıştır?”

“Yok bee, mahallede topunu kaçırmışlardır. Bilirsin çok mızmız olur bu mahallenin veletleri. Ufak bir şeye de dayanamazlar. Belki de istediği bir şey alınmamıştır. Aman, ne önemi var?” “Hı hı… Bir de şey, eee… Annesi şapka mı fil mi?”

“Af buyur, şapkadır, ya ne olacak!”

“Biliyordum.”

filin gözünden süzülen yaşlardan bir damlasını rüzgâr süzdü, çocuğun yanağına kondurdu. Çocuk göz pınarlarında bir yanma hissiyle ağlamaya başladı. Buğulu bakışları limon sarısına kilitlenmişti, bedeninin sarsılışı mani olamıyordu bu kilitlenmeye. “Ben yaptım de!” Kadın elinde ne var ne yoksa etrafına saçmıştı. Çantasından çıkan cüzdanını biri araklamak için köşede bekliyordu. Sebzelerin kimisi poşetinden çıkmıştı. Çocuğunun itiraf etmesini istiyordu. Gerçeği ya da değil, bunun bir önemi yoktu. Onun için bir itiraf yeterdi. Kendisinin yaptığını söylemesi, tek istediği buydu. Avuçlarını tam dolduran küçük omuzlarını sıkmaktan elleri ağrımıştı ama pes etmeye niyeti yoktu. Yüzünün damarları belirginleşmiş, gözlerinden ateş püskürüyordu.

“Ben yaptım!” Çocuğun ağlaması duyulmaya başladı. Yaşlar daha hızlı akıyor ve bağıra bağıra ağlıyordu. Her ağlayışta anne diye hecelemesini bir kenara bırakmıştı. İstemsiz yapmıştı bunu. “Ben yaptım!” Bir şey yapmamıştı. Neyi yaptığını kabul ediyordu, bunu da bilmiyordu. Annesinin ondan istediğini annesine veriyordu. Omuzlarının acısını hissetmiyordu. Beyninin çalkalanışını da. Annesi istediğini duyunca omzundaki elleri gevşedi. Vücudu sarsılmıyordu artık. Bardaktan boşalırcasına ağlıyordu. O vincin ucuna takılanın kendisi olmayı istedi. Yaşlarını göğe bakarken akıttı. Orada yoktu. Annesi gibi o da kaybolmuştu. Konuştuğu adam da. Etrafında dönmeye başladı. Kediler miyavlıyor köpeklerse havlıyordu. Ben yaptım, diye bağırırken annesinden gelebilecek herhangi bir sesi kesmek, yaşları ardındaki annesini görmemek işine geliyordu. Bunu içten hissediyordu. Döndükçe hızlanıyor, hızlandıkça dönüyordu. Karanlık.

Gıcırtı. Ahali iş makinesini izlerken sesten rahatsız oluyor diye belediyeye şikayette bulundular. Belediye görevlileri vincin ses çıkartan yerlerini yağlıyor. Gıcırtı çocuğun göz kapaklarını birbiri zıt yönünde itiyor. Omuzlarında derinden bir ağrı var. Bir fil var, göğe yükseliyor. Yattığı yerden ancak bu kadarını görüyor. Pencere kirli. Bulutlar griye çalıyor. Bir bulut arıyor gözü çocuğun. Annesi diyebileceği ya da şapka.

“Yaptı ama olsun babası, bir daha yapmayacak yavrumuz, değil mi yavrum?” Fil kayboldu. Hava bir anda karardı.

“Ben yaptım!”