Çiçek Çiftliği

Hasna Para

Hasna Para

Çiçek Çiftliği

Ben Yaşar. Küçükhöyüklerin Yaşar. Annem ardı ardına kardeşlerimi toprağa verince babam yaşasın dileğiyle ismimi Yaşar koymuş. Yaşadım nitekim. Yaşadım yaşamasına da nasıl bir yaşamak gelin bir de bana sorun. Annem, Allah rahmet eylesin, sağ olsa ve yaşadığım hayatı görseydi eğer, kardeşlerimle birlikte beni de toprağa uğurlamak isterdi şüphesiz. Kim bilir nice kederden kurtulmuştur kardeşlerim. Rab biliyor da vermiyor. Ben yaşadım. Yaşadım da ne oldu? Kendime ait bir hikâyem bile yok.

Bizim kasabada meşhur bir çiftlik var. Çiçek Çiftliği. Çiçeklerin Musa’ya ait. Musa emminin babasının yadigârı. Musa emmi çok emek verdi çiftliğe. Emek vermesine verdi amma hiç çocuğu yoktu. Koca çiftlik. Hak vaki olsa, gün gelende kime kalacaktı?

Musa emmi ile hanımı Lütfiye teyze kafa kafaya verip bir karara varmışlar. Günlerden bir gün şehre gittiler. Tüm günler gibi sıradan o günde hiç kimse beklemiyordu ki yanlarında bir çocuk ile dönsünler. Meğer yetimhaneden tam da benim yaşımda bir çocuğu evlat edinmişler. Erkek evlat hem iyi bir vâris olur hem çiftlik işlerinde de yardımcı olur. Böyle düşünmüşlerdir herhal. Mavi gözlü, görene kendini sevdiren o sevimli çocuğun adı Recep’ti. Çiçeklerin Recep.

Hayatım Recep ile kıyaslanarak geçti. Derslerinde birinciydi. Ya ben? Ne hendeseden ne vatandaşlıktan geçer not almıştım. Aklın muzırlığa eriyor bir, derdi babam. Ben bu işlerin insanı değildim. Ne olmuştu coğrafya ve kimyadan kırık not almışsam? Niye kimse, babam dahil kimse, edebiyat ve resim dersinde sınıf birincisi olduğumu görmüyordu? Edebiyat dersten sayılmıyor muydu? Resim öğretmenimiz Nazan Hanım çok beğenip de göndermemiş miydi resimlerimi İstanbul’daki yarışmaya?

Recep zeki çocuktu. Doğru. O kadar zekiydi ki hem üvey babası Musa emminin gözüne giriyordu hem üveyden üvey babamın gözüne. Babam benim değil onun babasıydı sanki, ben değil de Recep onun oğlu. O kadar sinsiydi ki her şeyden sıyrılıyordu. Bir oyun oynasak mızmızlık ediyordu. Ortaklaşa bir iş çevirsek, o işe ben tek kalkışmışım gibi, beni ispiyonluyordu. Az kalsın öleceği o kazadan da o sağ kurtulurken ben gözlerimden oldum. Yaşadım bir şekilde. Kimse sormuyor ki nasıl yaşadım?

Kaza sonrası babam benden tümüyle vazgeçti. Önceden de pek umudu yoktu ya, artık hiçbir şansım kalmamıştı. Gözlerim görmez olunca Nazan öğretmenim sahip çıktı bana. Babam görür gözleriyle beni görmezken, ben öğretmenim vesilesiyle tutundum hayata. Bana özel resim dersi vermeye başladı. Okuldaki derslerden ayrı. Çizim kâğıtlarımı, kara kalem setimi, boyalarımı hep öğretmenim aldı. Anam yerindeydi benim için. Resim ruh sağlığına da iyi gelir Yaşar, derdi hep. Resim hem o günlerde hem şimdi hayata bağladı beni.

Recep parlak bir fikirle gitti bir gün Musa emminin yanına. Sebze meyve yetiştiriyorlardı. Hayvan otlatıyorlardı. Neden çiçek işine de girmiyorlardı? Soyadları bile çiçekti. Çiçek çiftliği kursalardı ya. Seracılıkla yaz kış her mevsimin çiçeğini yetiştirirlerdi. Pek yapanı da yoktu. Herkes meyve sebze ile uğraşırken onlar yeni bir devir açacaklardı. Öyle de oldu nitekim.

Babam yevmiye ile gül budamaya giderdi Çiçek Çiftliği’ne. Çiçekçilik işinde ülkede nam yapınca çiftliğin ismi Çiçek Çiftliği oldu. Soyadları ile bu kadar bilinmezlerken bilvesile çiçek ismi tanındı. Babam gül budamaya gittiğinde ben de resim çantamı alır babamın peşi sıra çiftliğe giderdim. Gözlerim görmediğinden elimden iş gelmezdi amma çiftliğin havası iyi gelirdi bana. Hem zihnimde çeşit çeşit çiçek canlanırdı. Hiç görmediğim çiçekleri hayalimce resmetmeye koyulurdum babam çalışırken.

Bir gün, Recep gene bir fikirle gitti Musa emminin yanına. Bu fikir Musa emmiyi az daha kalpten götürüyordu amma sonunda razı geldi. Ne de olsa zeki adamdı Recep. Şimdiye kasabanın en zengini oldularsa üveyliği Recep sayesindeydi. Öz olsa bunca hayırlı olur mu, diye de düşünüyordur muhakkak Musa emmi.

İşler ülke çapında bu kadar büyümüşken dünyaya da açılmak gerekmez miydi? Böyle diyordu Recep. Çok kararlıydı. Babasından helallik aldıktan sonra pılını pırtısını toplayıp Almanya yollarına düştü. O gidince öyle bir hafifledim ki, ömrü hayatımda bu hissi en son ne zaman hissetmiştim kestiremiyorum. Artık beni ne babam ne de kasabalı umursuyordu. Hâliyle ne zamandır Recep’le kıyas edilmiyordum. Ama öyle bir rahatladım ki kasabadan ve dahi ülkeden ayrıldığında, sormayın gitsin.

Recep Almanya’ya gittiğinde söylediği gibi işleri büyütmüştü. Alamancı Recep diyordu artık herkes ona. Almanya’da bir şirket kurmuştu. Buradaki markalarının adı Çiçek Çiftliği idi. Almanya’da bu ismi kullanmak marka değeri açısından sıkıntılı olur diye düşünmüşler. Recep ve oradaki ortakları yani. Recep de Çiçek Çiftliği koyamıyorsak Türk olduğumuzu vurgulayalım demiş. Diyorum ya, zeki adam Recep.

Türkische Blumenfarm, böylelikle Almanya’da ün kazanmış bir şirket olmuş. Tabii bizim diğer Alamancılar da sevinmiş bu duruma. Onlar işçi olarak Almanya’ya gitmişken, Türk adıyla bir şirket kurulması, hem de bu şirketin baya iyi işler yapması hepsini pek memnun etmiş. Epey Türk işçileri de varmış şirketin. Recep her geldiğinde, Almanya ikinci vatanım, derdi. O kadar sevmiş o kadar bağ kurmuş.

Geçen ay ziyarete geldi gene. Hem de kolunda hanımıyla. Almanya’dan kendi gibi sarı bir hatun bulmuş, ahali öyle diyor yani. Lilie. Almanca zambak demekmiş. Bizde de çiçek isimleri ad konur da zambak onlardan biri değil sanırsam. Zambak deyince olmuyor da Lilie deyince ne de hoş geliyor kulağa.

Anlayacağınız Recep işleri hâl yoluna koymuş. Nasipli Recep. Talih Recep’ten yana. Bir kez olsun benden yana olmadı da hep Recep’ten yana oldu. Yani bugüne değin böyle düşünürdüm.

Bugün ne mi oldu? Çoktandır olmaya başlayan hadiselerden bugün haberimiz oldu aslında. Meğer Recep’in karısı dolandırıcıymış. Şirkette usulsüz işlere bulaşmış. Hem de Recep’in adını kullanarak. Recep ne bilsin. Hanımıdır sonuçta. Güvenmiş her ne yapıyorsa. Ama bizim bu Lilie, Recep’in gözünün yaşına bakmamış. Dememiş ki bir yıl evli kalayım. Bir ay doldu dolmadı başlamış planını işletmeye. Ee dolandırıcı ne de olsa. Recep’in gönlünü bekleyecek hâli yoktu ya?

Bizim Recep Türkiye’den Almanya’ya giderken nasıl pılını pırtını topladıysa, aynı öyle, Almanya’dan Türkiye’ye dönmek için pılını pırtını toplamış. Almanya’ya koşar adım gitmişti. Buraya ise kaçak olarak döndü. Yolculuğu günler almış. Saklana saklana gelmiş sınıra. Sınırı geçince derin bir nefes almış. Sonra memleket yolunu tutmuş. İşte o aldığı derin nefes boğazına tıkandı. Geldiği gün, yani bugün, Çiçek Çiftliği’nin acı akıbeti karşısında perişan oldu.

Nasıl oldu bilinmiyor. Üç gün evvel alev aldı Çiçek Çiftliği. Bir yerden mi sıçramıştı. Çiftliğin içinde mi vuku bulmuştu yangın, kimse bilmiyordu. Musa emmi zar zor kurtarmıştı canını. Üç gündür söndürmeye çalışıyorlar. Koca çiftlik kül oldu. Kül oldu amma hâlâ yanmaya devam ediyor.

Recep konuşmaz oldu. Ağzını bıçak açmıyor. Kasabalı, dert kederden dilsiz oldu diye yaygara çıkardı. Ben ta içimden gördüm Recep’in yersiz yurtsuz kalışını. İkinci vatanından sürgün oldu. Bu vatanında yatacak yeri, malı mülkü yitti. Talih ilk kez Recep’in elini bıraktı. Ben ilk kez Recep ile kendimi kıyas etmeye utandım.

Ben Yaşar. Küçükhöyüklerin Yaşar. Annem ardı ardına kardeşlerimi toprağa verince babam yaşasın dileğiyle ismimi Yaşar koymuş. Yaşadım nitekim. Allah’a şükürler olsun. Bugüne değin nice badireler atlattım. Annem ben daha emerken hakkın rahmetine kavuştu. Babam büyüttü beni. Beni hor görürdü amma gene de babalık etti şükür. Aç değildim, açıkta değildim. Hayatım Recep’le kıyaslanarak geçti. Çiçeklerin Recep. Bu kıyaslar bende onulmaz yaralar açtı. Gözlerim kazada görmez oldu. Benim için günler eskisi gibi değildi. Canım çok yandı. Yangınımı resimle söndürmeye çabaladım. Resimlerim çeşitli yarışmalarda ödül aldı. Geçenlerde, Amerika’dan gelen bir öğretmenle tanıştım. Görme engelli olup sanat ve el işleri ile uğraşan kimselerle ilgileniyormuş özellikle. O Amerika’ya döndüğünde iletişimde kalmaya devam ettik. Sonrasında beni Amerika’ya davet etti bir mektup ile. Belki bundan böyle yaşamak daha kolay olur benim için. Bugüne kadar da hiç fena değildi.