Olur Mu Böyle Hasan?

Fatma Ünsal

“Boyu iyi. Bizim oğlan bundan uzun ama eh erkek ne de olsa. Kız kısmı erkeği nasıl geçsin öyle değil mi ya?” Doğru doğru diye başlarıyla onayladılar. Halime kapı kenarından içeriyi gözetliyordu. Kaynanası olacak kadının üst üç dişi som altındandı. Güldükçe zenginliğin en görgüsüz hâliyle parlayıp duruyordu. Olsun. Hasan’a yanıktı. Anasının dişlerini cilalardı gerekirse. Olsun. Hasan’ın anası hele bir beğensin, hele bir beğensin.

“Anam razı olmadan bu iş olmaz.” demişti Hasan. “Tüm maharetini sergile. En güzel esvaplarını giy. Yüzün cansız duruyor.” Böyle dedikten sonra yeleğinin iç cebinden el ayası kadar, yuvarlak bir nesne çıkardı Hasan. “Şehirde kadınlar yanaklarını bununla kırmızı yapıyorlar. Bol bol sür anam seni görmeye gelince.” diye sıkıca tembihledi. Utana sıkıla aldı cepkeninin yenine sokuşturdu yanakları kızartan şeyi Halime. “Tamam,” dedi. “Tamam Hasan’ım seni mahcup etmem. Meraklanma.” “Benim mahcup olmam bir şey değil.” dedi yönünü gitmeye hazırlayan Hasan. “Anam mahcup olmasın. Ebemle görmeye gelecekler seni. Oğlunun beğendiği kız bu muymuş derse ebem, vah ki ne yandım.” Halime’nin içi ürperdi. Şöyle bir titredi. “Ne o kız?” dedi Hasan. “Ecel yokladı derler.” dedi Halime. “Ondan herhal.” Çekti gitti Hasan. Bir aralık arkasına dönüp: “Perşembe öğlen gelecekler anana dersin.” dedi. Olur manasında başını salladı Halime. Bu oluru sadece kendisi gördü.

Ana kız perşembe sabah sofrada üç beş lokma bir şey yedikten sonra evi toparlamaya koyuldular. “Fukara evi.” dedi anası. “Kırk kat suya da tutsan fukara evi.” “Olsun,” dedi Halime. “Hasan beni seviyor. Fukaralığımı gözü görmüyor ki.” Anası usuldan gülüverdi. “Baban da göreydi,” dedi ancak. Halime’nin gözleri buğulandı. Babası uzunca boyuyla ne yakışıklı adamdı. Usuldan yumuşacık bir sesi vardı. “Kızım,” dedi mi bir kızım daha çıkardı ağzından.

Saman yastıkların yüzü çırpıldı. Kıl kilimler kaldırıldı. Tel süpürge ıslatıldı güzelce. Halime bir süpürdü. Peşinden de beyaz sabunlu suyla bir sildi. Misler gibi koktu ev. “Esvaplarının en yenisini giy de gel,” dedi anası. “Satı eme didik didik bakar. Kaynanan olacak da ondan aşağı kalmaz. Dişlerini pakla. Saçını tara güzelce. Şöyle iki belik iki yandan sal. Babanın getirdiği miski sür güzelce.” Halime hazırlanmaya koyuldu. Saçını kemik tarakla iyice taradı. Dikkatle ördü. Yüzünü sabunladı. Kol uçları boncuklu esvabını giydi. Hasan’ın yanaklarına sür, diye verdiği kutuyu dikkatle açtı. Sanki kutuda hemen kaçıverecek bir kuş var sanırdı onun açışını gören. Baktı ki al renkli bir boya. Süngeri ucundan tuttu. Biraz boyaya sürdü. Sonra yanaklarına. Biraz boyaya. Sonra yanaklarına. Biraz boyaya biraz yanaklara. Derken aynaya baktı. Hasan’ın dediklerini anımsadı: “Bol bol sür bol bol. Şehirde kadınlar bundan sebep hep al yanaklı.” Aynaya bakınca gülümsedi. Şehirdeki kadınlar gibi olmuştu.

Öğlen geldiler. Ebe kadın elindeki koca değneği merdivenin aşağısındaki küçük tahta kapıya küt küt vurunca anladılar. “Hani ev sahibi, hani ev sahibi?” diye ünleye ünleye geliyorlardı. Halime’nin anası kapıya koştu hemen. “Buradayız Satı eme buradayız, buyur.” diye karşıladı gelenleri. Halime, anasının hemen arkasında yaprak gibi titriyordu. İçeri buyur ederlerken üç kadının üçü de tepeden tırnağa iyice süzdüler Halime’yi. İki hesaplamışlardı gelecekleri ama Hasan’ın halası da katılmış olmalıydı sonradan.

Misafir odasına geçtiler. Oda eski lakin temizdi. Ebe kadın, şöyle bir kokladı içeriyi. Gelinine: “Ev kokmuyor. Temizler zahir.” dedi kaşla göz arasında. “Fukaralar bitli olur ama iyi baş gelmiş bunlar.” diye de ekledi. “Ana sus,” diye dürttü hala kadın. Hoşbeşin ardından Hasan’ın anası: “Eh bunca laf yeter. Varsa bir ayranınızı içelim Halime yaparsa.” diye yüksek telden konuştu. Mesaj içeri gider gitmez kapıda belirdi Halime. “Olmaz mı hiç?” dedi anası Halime’nin. Başıyla hadi diye işaret etti kızına. Halime ayranları hazır edip içeri getirirken elleri öyle bir titriyordu ki ayran bardağının içinde fırtına çıkıyordu âdeta. Durdu, nefeslendi. Devam etti. Hasan’ın sesi kulaklarında: “Anam razı olmadan bu iş olmaz. Lakin ebem çok mühim. Çok mühim.”

Odaya girdi. Dimdik yürüyordu. Kadınlar birbirlerine bakıp başlarıyla onayladılar. Ebe kadından başlayarak sundu ayranları. Ebe kadın bilek içine de baktı kızın iyice. Kızına eğilip: “Kar gibi,” dedi. “İyi iyi.” Halime börekleri de getirdi koydu. “Sen mi yaptın yavrum?” dedi hala. Başıyla onayladı Halime. “İncecik açar incecik.” dedi anası. “Köyde birincidir.” İlk lokmayı gönülsüz ama tadına varınca büyük ısırıklarla yediler börekleri. Ayran da buz gibiydi.

“Eh,” dedi kaynana olacak. “Hele gel de sesini de duyalım kızım.” Ebe kadın kızına eğilip: “Dişlerine de bakmak icap eder.” dedi usuldan. Anasının dizini hafif dürttü hala sus minvalinde. “Yalan mı derim? Çürüğü çarığı varsa sağlıksız demektir. Atların ilkin dişine bakardı baban yalan mı?”

Halime misafir odasına girdi. Yanakları alların alı. Şöyle böyle konuşturdular kızı. Sesini beğendiler. “Bülbül gibi,” dedi hala maşallahı ularken. “Dişin mi kanıyor yavrum gel bakayım hele.” diye çağırdı ebe kadın. Kaynana olacak bu sorudan memnun, halaysa sıkkındı. Anası baş işmarıyla git, dedi. Canı sıkılmıştı ama ne yapsın? Ebenin dizi dibine gelen kız, ağzını açtı. Kadın iyice baktı tüm dişlere. Şöyle bir kokladı bile. “Yok yavrum,” dedi. “Kan man yok korkma. Haydi bardakları al bakalım.” Kız çekilir çekilmez geline eğildi ebe kadın: “Dişleri tam tekmil. Ağzı da kokmuyor.” Hasan’ın anası memnun kaldı.

Kız mutfağa geçince kaynana olacak Halime’nin anasına: “Hele helkeleri ver de bir de suya gitsin bakalım. Nasıl su taşıyor, nasıl yürüyor görelim.” dedi göğsünü kabartarak. “Gelinin evlası böyle de anlaşılır öyle değil mi abla?” dedi görümcesine dönerek. “Öyle tabii.” demekle iktifa etti hala. Halime içeri çağrıldı. Anası: “Kızım iki helke al da çeşmeden su getir. Buz gibi ikram edelim. Evdekiler ılımıştır.” deyince mutfağa yekindi Halime. Helkeleri aldı, çeşme yoluna düştü. Pencereden gözden kaybolana kadar izlediler kadınlar.

Halime helkelerle bayırın aşağısında görüldü. Öyle bir kavramıştı ki helkeleri, ceylan gibi tırmanıyordu yokuşu. Bir aralık konakladı bir taşın üstünde. Sonra devam etti. Baktı ki pencerede dört baş onu gözlüyor, baktı ki Hasan’ın tembihi daha kuvvetli duyuluyor, heyecanlandı. Ayağı sendeledi. Helkelerle birlikte düşüverdi. Üstü başı ıslandı. Elleri sıyrıldı. “Eyvah,” dedi anası bakarken. “Eyvah yavrum.” Dışarı koştu kızının yanına. O dışarı çıkınca ebe kadın seslendi gelinine ve kızına: “Haydi,” dedi. “Bunun nasıl olduğu belli. Sakar atlar gibi yol yürüyemiyor daha. Bizim kapıya gelin mi olur?” “Olmaz, doğru dersin ana.” diye onayladı Halil’in anası. “Hadi gidelim.” Hala, etmeyin hele kızla anası gelsin, dediyse de dinletemedi. Evden çıktılar. Merdivenlerde anasıyla ve Halime’yle rastlaştılar. Anası böyle oldu mu ya? Niye ayaklandınız? dediyse de durduramadı kadınları. Allah’a ısmarladığı zor dediler. Yine buyurun, dedi kızın anası mahcup. Ebe kadın gözünün ibiğinden yarım ağız: “Daha gelmeyiz.” dedi. Çıkıp gittiler. Halime, utandığına mı yansın, soyulan ellerine mi. Hasan’ı da anasını da mahcup ettiğine mi. Çaresi bakakaldılar giden kadınların arkasından. İkisi de sabaha kadar gözlerini yummadılar.

O gün Hasan’la buluştular. “Anam olmaz diyor. Helkelerle bir yuvarlanmışsın. Oldu mu ya?” diye sitemlendi Hasan Halime’ye. “Olmadı da elden ne gelir? Bana baktıklarını görünce gözüm karardı.” dedi kız sıkkın. “Ebem hele hiç yaklaştırmıyor. Halam da aklına giremiyor ne dese. Olmaz bu iş. Dedim sana.” Bir süre sustular. Suskunluğu Hasan’ın sağlıcakla kalı bozdu. “Sana verdiğime allık diyorlar. Sende kalsın.” dedi Hasan. “Hatıram olsun.” Yutkundular. Çekti gitti oğlan. Halime elini dayayacak bir yer bulamadı. Yere çöktü. Ayaklandığında ikindiyi buluyordu.

Eve dönerken cinci kadın birden önüne çıkıverdi Halime’nin. “Ne o kız?” dedi. “Tarlan susuz, gönlün yârsız mı kaldı? Düşmüşsün de seni almayacaklarmış oğullarına öyle mi?” diye üsteledi. Kız, başıyla onayladı. “Kız ister misin sana bir iyilik edeyim? Düştüğün vakte geri dönme mahareti vereyim? Hı? Sen de var o dana gözlü karının oğluna.” Gözleri ışıldadı Halime’nin. “Nasıl olacak ki?” dedi. “Ebesi bugün bağırdı daha gelmeyiz, diye. Nasıl olacak ki?” Mendebur karı, şen bir kahkaha attı. “Sen orasını bana bırak. Az bekle.” dedi. İçeriden elinde bir torbayla çıkageldi. “Şu tozu serpe serpe var eve. Varınca göreceksin ki anan seni kız neredesin, misafirler gelecek hazırlan, diye karşılayacak. Niye? Onlar daha yeni geliyor olacaklar yeni. Tozdan bunların sokağa da serp kaç ha. Üstünü başını giy de bekle. Helkeleri bu sefer sıkı tut haa.” Kız kadın bunu der demez yapıştı ellerine ayaklarına. “Aman halam bal halam. Bu dediğin olsun seni ihya ederim halam. Kölen olayım halam.” diye diye ağladı. Mandebur karı: “İhya etmezsen yazıklar olsun. Şunu da iç hele” dedi ufak bir şişeyi kızın ağzına uzatırken. “Ben elbet hakkımı alırım. Hadi çık git hemen.” diye yolladı kızı.

Halime sokaklardan geçerken yürümüyor da uçuyordu. Umudun kırıntısı bile ne güzeldi. Torbadaki tozu serpe serpe üfüre üfüre yürüyordu. Hasan’ın evinin sokağına saptı sonra. Kimseye görünmeden oralara da serpti. Koşa koşa eve geldi. Anası karşıladı kapıda: “Neredesin kız? Misafirler gelecek haydi. Koş giyin hele üstün başın ne hâlde.” dedi. Kızın ağzı açık kaldı. Cinci karı doğru demişti demek. Esvabını giydi, yanaklarını alladı. Saçlarını yeniden taradı. Misafirleri beklemeye koyuldu. Yeniden.

Misafirler geldiler. Halime olacakları bildiğinden temkinle yapıyordu her şeyi. O an geldi. Suya gönderdiler kızı. İki helkeyi birer kollarına taktı. Takarken okuyup duruyordu. “Hadi kız hadi kız, Hasan’ı bu sefer elinden kaçırma kız,” diye diye indi çeşmeye. Buz gibi su, köpüre köpüre doldu helkelere. Yokuşu tırmanmaya başladı. Yürüdü yürüdü. Akça taşın yanında kondu. Baktı ki anası ve kadınlar pencerede. “Eh ebe kadın,” dedi. “Bak bakalım böyle gelin gördün mü?” Helkeleri yeniden aldı ellerine. Sonra kalbi hızlandı hızlandı. “Hasan’ımı mahcup mu ederim ben hiç?” dedi. Ayakları yalpaladı. “Hasan’ımı başka kıza yâr mı ederim hiç?” Elleri titredi, dolaştı, helkeler çalkalandı. “Hasan’ımın ala gözlerini başkasına çevirtir miy…” derken yuvarlandı yine. Tam aynı yerde. Olmaz, dedi. Hiddetlendi, ayaklandı. Üstünü temizledi. “Olmaz,” dedi. Bağırdı ağladı. Toprağı yumrukladı. Bir ses işitti neden sonra. Başını kaldırdı ki üstten üstten bakan ebe kadınla avanesi yanından geçiyor. Geçerken de ebe kadın cıklıyor: “Sakar atlar gibi aynı.” Geçip gittiler. Geride perişan kızı bırakıp.

Eve varmadan cinci karıyı buldu Halime. Kapısını tekmeledi. Bağırdı dövündü. “Hani,” dedi. “Hani düzeltecektim? Hani? Bir kere daha yuvarlandım. Aynını bir daha yaşadım. Bir kere daha rezil oldum Hasan’ıma. Gebertirim seni karı.” diye yapıştıysa da cincinin boğazına, şöyle bir iteleyince yıkıverdi Halime’yi kadın: “Ben sana dedim mi ki düzelteceğim? Nasılsa aynı tabii olacak a saf. Senden gelin olmaz doğru demiş karılar. Yıkıl.” diye iteledi kapı dışarı kızı. Kız çaresiz eve döndü. Yana yakıla ağladı anasına.

Bir hafta geçti geçmedi. Köyde Hasan’ın nişanlanacağı söylentisi yayıldı. Civar köyden muhtarın güzeller güzeli kızını alacaklardı Hasan’a. Halime ilkin inanmadı. Hasan’ın yüzüne sormalı, dedi. Hasan’ı bir köşede yakaladı. “Aslı var mı?” dedi ilkin. Başıyla onayladı Hasan. “Ne çabuk buldunuz?” diye yumrukladı sonra. Kıpırdamadı Hasan. “Muhtar kızıymış. Ona da su taşıttı mı cadı eben?” deyince tokadı yedi yüzüne Halime. Yürüdü gitti Hasan.

Nişan oldu. Dediler bir haftaya da düğün var. Tam on gün düğün kurulacak köyde. Millet gece gündüz düğünde doyacak. Halime eridi eridi. Anası o günden sonra kızın yüzünü güldüremedi.

Düğün günü geldi çattı. Hasan’ın sülalesi ebe kadın başta olmak üzere mar mar yanan esvaplarıyla salındılar düğünde. Yemekler oluk gibi aktı. Hasan’ın da keyfine diyecek yoktu. Yanında al yeşiller içinde muhtar kızı, peri kızı gibiydi Allah için. Kaynana olacak kadının otuz sekiz dişinin tekmili birden arzıendam ediyordu suratında. Üçü som altından.

Vakit ilerledi. Düğün şenlendikçe şenlendi.

Halime göründü köşeden. Baktı ki herkes şen. Baktı ki Hasan şen. Kayboluverdi köşeden.

Davul zurnanın en coşkun anında, düğün yerinin en hareketli anında bir tüfek patladı derken.

Sonra bir kere daha.

Sonra iki helke iki yana düştü. Bir kız düştü. Bir adam.