Günü Gelen Ayrılıkla Biten Hikâyeler

Pınar Civelek

Hayatımın en güzel bir saati son dakikalarında cehenneme dönmüştü. O gün alev aldım ve yandım fakat üzerinden yıllar geçti hâlâ sönemedim. Zamanla unutursun demişlerdi ama ben kendimi, ailemi, aklımın varlığını unuttum, onu unutamadım. Acısı geçer dediler ama içimde saplanıp kalan can kırıkları her gün kanatıp durdu kalbimi.

Ben Kemal, bir zamanların Âşık Kemal'i şimdilerinse Yaralı Kemal'i…

Bundan dört sene önce mahallenin bakkalında harçlığımı çıkarmak için işe başlamıştım. Mahallemiz küçüktü. Herkes birbirini tanır ve olaylar çabuk duyulurdu. Seksenli yılların devamı gibiydi. Bir gün bakkalın karşısındaki boş eve yeni bir aile taşınmıştı. Benim yaşlarımda da kızları vardı. Görür görmez etkilemişti beni. O zaman anlık bir hoşlantı zannetmiştim. Evleri direkt karşımda olduğu için dışarı çıktığında onu görebiliyordum. Bakkala da çok gelirdi. İkinci ayın sonunda bunun hoşlantıdan öte bir şey olduğunu düşündüm. İnsan kaderindekini hisseder demişlerdi. Bu sefer doğru demişler, onu hissetmiştim. Bakkala geldiğinde onunla kısa kısa sohbetlerimiz olmuştu. Adını, kaç yaşında olduğunu öğrenmiştim. "Adım Ahu." demişti. O gün isminin onda tecelli buluşuna şahit olmuştum. Masallardan fırlamış ahu gibiydi. Ceylan gibi bakışları vardı. Türkü dinlemeyi çok severdim. Sanki bütün türküler ona yazılmış gibi geliyordu bana. Sohbetlerimiz artmaya başlamıştı. Ona heyecanla kitap okumayı seviyor musun diye sormuştum. O ise beklediğimin aksine çok sevmediğini söylemişti. Bu beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı çünkü onu hep pencerenin kenarında sıcak kahvesiyle oturmuş kitap okuyor olarak hayal etmiştim. Daha da abartarak belki evlenince kitaplığımızı birleştiririz diye de düşünmüştüm. Film izlemeyi çok sevdiğini söylemişti. Filmler hakkında konuşurken kendini çok kaptırıyordu. Bazen duygulandığı sahneleri anlatıyordu bana ve her seferinde ağlıyordu. Ben ona espriler yapıp onu güldürüyordum. O kadar güzel gülüyordu ki sanki buzulların erimesinin sebebi küresel ısınma değil de onun sıcacık gülüşüydü. O zamanlar bilmiyordum o gülüşün içimde yara olarak kalacağını. Bizim sohbetlerimiz böyle günden güne uzarken ben artık onun benim kaderime yazılmış olduğuna emin olmuştum. Yine bakkala geldiği bir gün ona yeni çıkan filmin biletlerini uzatmıştım. Benimle gelir misin diye ricada bulunmuştum. Gözlerindeki saf mutluluğu görmüştüm. Ufak bir endişeye kapılmıştı. "Bize" dedi "yani ikimizin birlikte gitmesine annem izin vermeyebilir." "Benimle gittiğini söylemezsin. Kendim gidiyorum dersin. Olmaz mı?" dedim. "Bilmiyorum, düşüneceğim." dedi ve utanarak hızla evine doğru gitti.

Yakışıklı biri değildim. Çok da çirkin değildim ama peşimden koşan kızlar olmamıştı. Ben hep uzaktan sevmiştim. Kendi sevgimle yetinmiştim. İlk defa birine açılmayı düşünüyordum. Sinemadan çıktıktan sonra Ahu'ya onu sevdiğimi söyleyecektim. Sinema pazar günüydü ve o güne kadar bakkala hiç uğramamış, haber de vermemişti. Gelip gelmeyeceği hakkında bir bilgim yoktu. O kadar konuşmuştuk onunla fakat numarasını dahi istememiştim. Ben gelecekmiş umuduyla hazırlanmıştım. En sevdiğim gömleğimi giyip karışık duran saçlarımı nizama sokmuştum. Sinema saati yaklaştıkça umudumu yitirmeye başlamıştım. Gidip kapılarını çalmamak için kendimi zor tutuyordum. Mahallede benim dışımda konuştuğu Gülsüm vardı. Bakkalın önünde heyecanlı heyecanlı beklerken onunla karşılaşmıştım. Koşar adım durağa doğru gidiyordu. Önümden geçerken ona " Ne bu acelen Gülsüm? Gören de ÖSS'yi kaçırdın sanacak." "Vaktim olsa gülerdim Kemal ama vaktim yok otogara gitmem gerekiyor. Ahu'yu yolcu edeceğim." Duyduğum şok etkisini yaratmıştı üzerimde. Ahu ne zaman evden çıkmıştı, neden görmemiştim ve nereye gidiyordu? Hangi birine şaşıracağımı bilememiştim. Önceki gün kardeşimi benim yerine bakması için ikna etmiştim. Ona aceleyle gidiyorum deyip Gülsüm'ün peşinden durağa koştum. "Gülsüm Ahu nereye gidiyor?" " Üniversiteyi kazandı ya Ankara'ya gidiyor Kemal." "Bana bundan hiç bahsetmemişti." " Aslında bu kadar erken gitmeyecekti. Bakanlık üniversitelerin erken açılacağını söyleyince o da hazırlandı birkaç günde. Yani eminim ki söylerdi sana da gideceğini Âşık Kemal." Son cümlesini söylerken sırıtmıştı. Ben ise utanmıştım. Mahallede çoğu kişi arkamdan konuşuyordu. Bunu biliyordum ama bu konuşulanlardan Ahu'nun ve ailesinin haberi var mıydı bilmiyordum. "O biliyor mu onu sevdiğimi?" diye sordum. " Bence biliyor ama kabul etmiyor gibi. Bilmiyorum." Ben de Gülsüm ile beraber beklemeye başladım. Bugün sinemaya gitseydik onunla beraber onu sevdiğimi söyleyecektim. Artık bunun içimde kalmasını istemiyordum. Beni kemirip bitirmesini istemiyordum.

Gülsüm ile otogara vardık bineceği otobüse yaklaştığımızda onu gördüm. Yüzünde tebessüm vardı ama buruktu. Bunu hissedebiliyordum. Ailesi yanında olduğu için yanlarına gitmek istememiştim. Gülsüm'e onu buraya getirebilmesi için ricada bulunmuştum. O da halledeceğini söylemişti. Ailesinden uzak bir yerde Ahu'yu beklemeye başladım. Bir dakika bir saat gibi gelmişti. Ellerim terlemişti. Arkamdan "Kemal…" diye narin bir ses duydum. Buruk bir sesti. Ona döndüm. " Ahu…" Yüzüme dolu gözlerle baktı. Hiç beklemeden ona "Seni seviyorum Ahu." dedim. Gözünden bir damla yaşın akıp yok olduğunu izledim. Eğer beklersem söyleyemezdim. Bana derin bakışlarıyla bakıp " Ben de…" dedi. Ses tonundan utandığı anlaşılıyordu. Kalbim yerinden çıkacakmışçasına gümlüyordu. Bir yandan mutluluğun zirvesindeyken bir yandan ayrılığın hüznünü yaşıyordum. "Gitmem gerekiyor. Beni bekle olur mu?" diye sordu bana. Hiç beklemeden "Bekleyeceğim, tabii ki de bekleyeceğim. Dört yıl değil on yıl da olsa beklerim. Sen yeter ki dön." "Döneceğim." deyip bana sarıldı. Gün içindeki bilmem kaçıncı şok oluşumdu. Yine bana kal gelmişti. Ama bu sefer bitmeyecek bir mutluluğun içinde gelmişti. Kokusu çiçek bahçesini andırıyordu. Dünyada cenneti bulmuş gibiydim. Kısacık bir andı ama bir ömür gibi gelmişti. " Allah'a emanet ol, hoşça kal." diyerek arkasına bakmadan uzaklaşmıştı. Bir şey diyememiştim. Hem hüznü hem de mutluluğu bir arada yaşamıştım. Ama hayatımın en mutlu ânıydı. Hüzünle geçen hayatımın tek neşeli ânı. Beklemek benim için zulüm olacaktı fakat sayılı günler çabuk geçerdi.

Uzaktan otobüse binişini ve otobüsün hareket edişini izlemiştim. Durağa doğru onu düşünerek yürümüştüm. Bana sarılışı, sevdiğini belli edişi bir girdap gibi kafamda dönüyordu. Yaklaşık kırk beş dakika geçmişti otobüs hareket edeli. Ben de mahalleye varınca kahveye gitmiştim. Arada oturur çay içerdim. Televizyonun karşısına oturmuştum. Haberler açıktı. Haber değeri olmayan şeyleri izledikten sonra ekranda son dakika yazısı belirmiştii. "İstanbul'dan Ankara'ya giden otobüs seyir halindeki arabaya çarptı. Kazada on beş ölü, dokuz yaralı var." Kanım donmuştu. Kaza yapan otobüs Ahu'nun bindiği otobüstü. O an ruhu alınanlardan biri de bendim. Bedenim yerindeydi ama ruhum beni terk etmişti. İçimde bir umut da vardı yaşadığına dair. Sonradan öğrendim vefat edenler içinde olduğunu. En mutlu günüm en acı günüme dönüşmüştü. Bir saat içinde yaşanılabilecek bütün duyguları yaşamıştım. Değil dört yıl on yıl da beklesem gelmeyecekti. Yaşayan bir ölüye dönüştüm. Acıdan kaçmak için hep uyudum. Çevremdekiler psikolojik destek almamı istediler ama hepsini duymamazlıktan geldim. Mahallenin gün dedikodularında hep ben konuşuldum. Kazadan önce Âşık Kemal iken kazadan sonra Yaralı Kemal olmuştum.

Kazanın üzerinden bir yıl geçtikten sonra garip bir şey olmaya başlamıştı. Günün belli bir saatinde uyuduğumda o en mutlu ama bir o kadar da acı günüme bir saatliğine gidebiliyordum. Rüya değildi. Her şey çok gerçekti. Gerçekten dokunuyordum ve hissediyordum. Fakat yaşananları değiştirmeye çalıştığımda değiştiremiyordum. Mesela gitmesine engel olamıyordum. Gidersen canından olursun diyemiyordum. Ama her gün istisnasız bu anı yaşıyordum. Belki de acımın dinmemesini sağlayan şey buydu. Olacakları bilip engel olamamak acımı perçinliyordu. Ben Kemal, sonsuza kadar yaralı kalacak olan Kemal. Benim hikâyem dört sene önce bitti.