Bulmak

Saliha Çolak

Her şey o gün olmuştu. Eylül ayının uzun sıcaklarından sonra gelen sisli bir günündü ve etrafta kimsecikler yoktu. Evde yine yalnız başına oturuyor ve doktoruyla olan son randevusunu düşünüyordu. Cama karşı oturduğu sandalyesi hafifçe sallanıyordu ama o bundan rahatsız değildi. Aksine camdan sisin derinlerine işlediği ormana bakarken odaklanmasını sağlıyordu.

Ne demişti doktor? "sende aşırı düşünme hali olabilir" demişti. Psikolojik birkaç terim saymıştı ama hiçbiri aklında değildi. O, doktorun onu anlamıyor olmasına içerliyordu. Onun bir problemi yoktu. Üstelik tamamen isteğe bağlı birtakım şeyler oluyordu zihninde ama doktor bunu bir sorun diye dile getirmişti.

"Anlamıyorsunuz doktor bey ben istediğim zaman istediğim ânâ..."

"Tomografiler iyi görünüyor ama ataklarınızın sebebini anlayamıyoruz."

"İşte geçmişe dönüyorum doktor bey ama hayal gibi değil bu..."

Doktor başını ona çevirmeden elindeki kağıttan gözünü hafifçe kaydırıp ona bir bakış atmıştı. Delirdin mi dese belki daha kırıcı olabilirdi. Ama o aklındakileri tıbbi bir zemine oturtamadığı için susmayı tercih etmişti. O gün doktor bir sonraki muayene için ileri bir tarihe randevu verip onu eve yolladı.

Bir sigara yaktı, yarısında söndürdü. Düşündü, bu durum neyin nesiydi, nasıl kurtulurdu hepsini düşündü. Düşünürken bir sigara daha yaktı. Sigaranın dumanı onu yıllar önce serseriliğe merak saldığı gençlik yıllarına götürdü.

2003 yılı Temmuz 16.

Henüz on yedi yaşında. Mahaleye yeni taşınmış bir çocukla birkaç günlük tanışıklığın ardından caddenin sonundaki yanmış binanın merdivenine gidiyorlar. Akşam olmak üzere. Yanındaki arkadaşı "bak bende ne var" diyerek cebinden bir paket çıkarıyor.

Sigara mı içiyorsun?

Evet al sen de dene.

Olmaz ben içmem bu şeyi. Kokusu bile kötü.

Yaa sen bana güven bi iç. Bu senin bildiklerine benzemez. Hem bir kereden bir şey olmaz.

Bir kereden bir şey olmaz heh! Ne olduysa o ilk seferde olmuştu. Yıllarca sigarayı canından bir parça bilerek onun dumanıyla beraber yaşamıştı. Taa ki son yıllarda ciğerleri yoğun dumanı kaldıramamaya başlayınca haftada bir iki kere içip bırakır olmuştu. Haftada onun sigara içtiği günler bir derdinin olduğu günlerdi. O sisli Eylül günü de o günlerden biriydi.

Annesi hep demişti ona "Oğlum bu meret seni hasta eder, öldürür. Bırak Allah aşkına." Gençliğe kapılıp dinlememişti annesini. O gün aklına annesi gelince birden annesinin kokusunu her an hissettiği günlere gitmişti birer birer.

1992 yazı

Annesi elinden tutmuş pazara gidiyorlar. Durup bir oyuncakçıdan sarı turuncu bir arabayı gösteriyor. Almayı çok istiyor, ağlıyor. Annesi eğilip "Oğlum daha yeni aynısından almadık mı?" Diyor. Yine ağlıyor, annesi ikna etmeye çalışıyor, olmuyor.

1996 ilkbaharı

Okulda bir arkadaşı ile kavga etmiş. Annesi müdür ile görüşüyor. Aslında onun pek suçu yok üstelik tişörtü ağzındaki kanı silmekten kırmızılaşmış. Diğer çocuk da perişan halde ama kanayan bir yeri yok.

1999 sonbaharı

Bir anda her yer sallanıyor. Dehşetle uyanıyor. Bunun ne olduğunu biliyor ve annesine koşuyor ama çok geç. Her yer enkaz. Üç gün yalnız başına yatak ve dolabın arasındaki boşlukta kalıyor. Gözlerinde dehşet bir korku. Ama dayanmaya çalışıyor, sesler duyuyor, ışık görüyor. Birileri onu yukarı çekiyor. Müthiş bir sevinç var. O gün annesinin her an yanında bulunan kokusu enkazın altından çıkamıyor. Annesini de kokusunu da enkazda bırakıp gün yüzüne çıkıyor. Bir saatten fazla kalamıyor geçmişte. Annesinin cenazesini göremeden dönüyor şimdiye.

Bu sonuncusu onu ağlattı o gün. Geriye dönüp gittiği her anıda geçmişte kendi gözüyle gördüğü gibi değil de bir başkası aynı anıları yaşıyormuş gibi yaşadı hep anılarını. Bu yüzden her gittiği anısında kendi gözündeki sevinci de korkuyu da sonuna kadar gördü. Aynı duyguları sonuna kadar yaşadı.

Annesinden sonra aşık olduğu kadın, terkedilmesi, çevresindekilerin birer birer onun hayatından çıkması, sakin bir hayat için şehirden uzağa gelmesi, yaşadığı zihinsel durumu zamanla kabul etmesi ama artık çok rahatsız olduğu için doktora başvurması ama doktorun onu asla anlamaması hayatının anılarına yüklediği birtakım olaylardı.

Her anını kaydetti ve tüm duygularını tekrar tekrar doruklarına kadar yaşadı. Ama yaşayamadığı tek bir duygu vardı: Huzur. Kafasının içindeki sürekli onu alıp geçmişe götürüyordu. Bu yüzden asla bugünde olamadı. Her zaman bir şekilde geçmişte bir yerlerdeydi ve geçmiş onun için yakasındaki bir elden başka bir şey değildi.

Derdini anlatacağı kimsesi yoktu. Dışarıdan oldukça yalnızdı ama içindeki sürekli geçmişle bir kavga halindeydi.

İşte her şey o gün olmuştu. Eylül ayının uzun sıcaklarından sonra gelen sisli bir günündü ve etrafta kimsecikler yoktu. Camın önündeki sandalyede uzunca oturdu ve bir zaman sonra kalktı. Temiz kıyafetler giyip evden çıktı. Yol boyu geçmişine döndü ve kendini uzaktan izledi durdu.

Şimdi Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde kalıyor. Doktorlar o her geriye döndüğünde onu ilaçlarla beyninin oyunundan kurtarıyor. O bundan çok memnun çünkü yıllar sonra ilk defa ânda kalıyor, yıllar sonra gerçekten yaşıyor.

Aradığımız şey hiç ummadığımız bir yerlerde öylece bizi bekliyor, tıpkı onu beklediği gibi. Ama o bizden bir adım önde çünkü aradığı şeyi buldu, huzuru…

*

Bir an kayboldun gibi! Yaşadım kıyameti

Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

E. Bayazıt

*