Yeniden Yeniden

Fatma Ünsal

Simon koca bir iç geçirdi ve şöyle dedi Juhan’a:

“O gün elimden su kabını düşürmeseydim sel olmayacaktı.”

Yeni doğmuş bir bebekken, küçücük elinin sıkı sıkıya kapalı olduğunu fark etmişler. Aman Tanrı’m demişler, yok aman Allah’ım demişler, belki de oh my God demişlerdir. Yeni bir Cengiz mi doğdu acaba, diye şaşırmışlar. Şaşırmaları birkaç saniye içinde erimiş. Çünkü Cengiz olamayacak kadar kızmış bebek. Ana baba ata toplanmışlar bebeğin başına. Yumruğunu açalım, demiş baba. Anne, şiddetle karşı çıkmış: “Hayır hayır. Parmakları narin. İncitirsiniz yavrumu.” demiş. Baba oradan ayaklanmış: “Ne demek o? Ben yavrumu düşünmüyor muyum yani?” demiş. Anne lohusa olanın kendisi olmasına rağmen kocasının bu alınganlığına bir anlam verememiş.

Dede bilge bir şekilde başını sallamış. “Açmaya çalışırız. Açmazsa kerpeten kullanacak değiliz ya.” demiş. Hep birlikte gülmüşler. Anne yarım ağız gülmüş. Lohusa oğluna değil de kendisine laf çarpılması hoşuna gitmemiş. Ve bebeğin sıkılı sağ yumruğunu açmaya koyulmuş dede. Çok zorlamaya gerek kalmadan bebeğin yumruğu açılıvermiş. Bakmışlar ki bir kan pıhtısı. Anne tiz bir çığlık atmış. Bebeğin babası, dedesi ve orada bulunanlar da hayretle bakakalmışlar. İçten içe gurur da duymuşlar. Bizim kız büyük bir şey olacak herhalde, demişler. Bu mesele de böylece kapanmış.

Kız gelişmiş, serpilmiş. Güzelleşmiş. Güzelmiş güzel olmasına ama cılızmış biraz. Duygusalmış bir de. Yel esse ağlar, bulut geçse kalbi parçalanırmış. Bir gün derste arkadaşlarına elinde kan pıhtısıyla doğduğunu anlatırken hoca bunların konuştuğunu görmüş. Görür görmez yapıştırmış cevabı: “Eh önemliyse ben çıkayım bari de siz anlatın.” O zamanlar daha hocalara olur, diyecek ukalalıkta öğrencilerin olmadığı zamanlarmış. Estağfirullah hocam, aman hocamın arasında kızın arkadaşlarından biri demiş ki: “Ama hocam, bu arkadaşımız Cengiz gibi, Manas gibi elinde kan pıhtısıyla doğmuş, biliyor musunuz? Belki de bir kahraman var aramızda.”

Hoca irkilmiş. Gözleri büyümüş. “Yahu,” demiş. “Ne belkisi? Sen seçilmişsin evladım seçilmiş. Gücün kudretin baki olsun. Bir yerlere gelirsen bizi unutma bak.” Sınıfa dönmüş sonra: “Bana bir şey olur da göremezsem bu dediğimi hatırlayın. Bu kız önder olacak önder. Siz şimdiden saygıda kusur etmeyin aman ha.” Kimisi epey inanmış hocanın bu sözlerine. Kimisi ise dalga geçmiş. Biri kalkmış ayağa: “Hocam ben bunun üç katı irilikteyim. Şimdi benden üç lider mi olacak?” demiş. Sınıf koyuvermiş kahkahayı. Hoca sınıfı susturmak için elini masaya şiddetle vurmuş. Kız, dönüp arkasına kin dolu bir bakış fırlatmış. Kendisinin önder olabileceği aklının ucundan bile geçmeyen kız öfkeyle tıslamış: “Bakalım da görelim. Kaç önder çıkıyormuş benden.”

O günden sonra hocanın dediklerine inanan grup kıza önder gibi davranmış gerçekten de. Önceden sıradan gördükleri kızın her hareketi de anlamlı gelmeye başlamış. Söz gelimi kız, saçını düzeltmek için yekinse sanki yüzlerine tokat yiyecek gibi geri kaçıyorlarmış. Ayağa kalksa onlar da ayaklanıyorlarmış. Eh tabii bu durumu saçma gören bir grup da yok değilmiş. “Yahu,” demiş o gruptan biri. “Siz aptal mısınız? Bunun ne numarasını gördünüz de etrafında pervane oluyorsunuz? N’aptı yani? Yürüyebiliyor, nefes alabiliyor diyeyse onu ben de yapıyorum. Hadi bana da saygıda kusur etmeyin.” Kız o an ayaklanmış, saçının sağ tarafına iliştirdiği kırmızı güllü tokasını düzeltmiş, çocuğun suratına bir tane geçirivermiş. Çocuk sendelemiş, tam yere düşecekken kız bunu tutmuş. Tuttuğu gibi duvara fırlatmış. Diğerleri nefesini tutmuş işin sonunu bekliyormuş. Yapıştığı duvardan ayrılan çocuk, kızın yanına gelmiş iki büklüm: “Liderimsin bundan sonra,” demiş. “Sen nereye ben oraya.”

Yıllar yılları kovalamış. Kız okuyacağı yerde hocasının gösterdiği hedefe doğru yürümüş. Kadınlardan kurduğu bir çetenin lideri olmuş. Kırmızı güllü tokasını hiç çıkarmamış saçından. Uğuru bilmiş onu. Nerede zorbalığa uğramış bir kadın var, bu zorbalığın hesabı tek tek soruluyormuş. Nerede toplum zararlısı bir mahluk var. Kız ve çetesi mahluku deniz kenarına getiriyor, ayağına taş bağlıyor ve… Hayır, atmıyorlarmış denize. Denizin ne suçu var? Balıkların akşam yemeği olmak istemiyorsan buradan ikileyeceksin. Yoksa seni aynı noktaya getirir ve saniyesinde atıveririz denize, diye korkutuyorlarmış.

Kızın anası babası bu duruma kahroluyormuş. Biz kızımız okusun, yükselsin, muhannete helal kazancıyla muhtaç olmasın diye o kadar dua ettik, şu hâle bak, diye dövünüyormuş. Dışarı çıktıklarında ahali korkudan el pençe divan duruyormuş bunları görünce. Adam buna da kahroluyormuş. Evden çıkmak istemiyormuş.

Kızlarıyla konuşmuşlar. “Ya bu çete işini bırak ya da bizi artık öldü bil,” demişler. Kız, “sizi öldü bilirim o zaman,” demiş. “O kadar emek verdim ben bu ekibe. Üstelik ne yapıyorum ki sizi utandıracak? Nerede zalim var, hesabını kesiyorum.” demiş. Kızın babası hiddetlenmiş: “Yahu sen zorba mısın? Sana mı kaldı hesap kesmek?” deyince: “Bana kaldı ki ben yapıyorum.” diye üstelemiş. Adam kızına kaybol git, diye ünleyince kız çıkmış gitmiş evden. Bir daha da uğramamış.

Bir gün zil çalmış. Kızın annesi açmış kapıyı. Bakmış ki zayıfça bir kadın mahcup duruyor. “Buyurun?” demiş kadın. “Ben öykü yazıyorum. Mevzu kızınızla ilgili. Müsaade varsa içeride anlatayım.” Kadın şaşırmış şaşırmasına ya Tanrı misafiridir diye içeri buyur etmiş.

“Kızınız bir çete lideri oldu. Üstelik sizin de hiç rızanız yok buna. Öyle değil mi?” diye söze girmiş kadın. Şaşırmışlar. “Siz bunları nereden biliyorsunuz, tanımayız etmeyiz sizi. Buralarda da hiç görmedik,” demişler. Kadın ezilmiş büzülmüş, sıkılmış. Elleri terlemiş terlemiş. “Biliyorum çünkü sizin öykünüzü ben yazdım,” demiş. “Kızınız halim selim biriydi. Bir kahramana sen önder olacaksın, dedirttim. Yetmedi bir çocuğu da hırpalattım kızınıza. Onun çete liderliği yolunu açıverdim,” demiş. “Şimdi ok yaydan çıktı. Kurguya müdahale de edemiyorum. Bir de uyduruk toka taktı. Hâlbuki o tokayı da kurguya uysun diye ben takmıştım. Şimdi uğuru sayıyor onu. Ellerim kırılaydı da klavyenin başına geçmeseydim.” Kadın adama bakmış, adam kadına. “Deli herhalde bu,” demişler. Adam: “ Hanım kalk soğuk bir ayran yap. Bu zavallının başına güneş geçmiş herhalde. Biraz da tuz koy. Tansiyonu yerine gelsin.” demiş. Kadın şaşkınlıkla mutfağa yollanırken adam kendini yazar diye tanıtan kadına: “O zaman bizi de sen yazdın yani.” demiş. “Tövbe de haşa huzurdan. Kalan aklımı da sen mi alacaksın? Ayranını iç git karışmam sonra.” diye çıkıştıysa da yazarın susmaya niyeti yokmuş. “Bak amca,” demiş. “Senin bu kız elinde kan pıhtısıyla doğmadı mı? Annesi bebeğin yumruğunu açarken dikkatli olun diye korkmadı mı? Lohusa olan senmişsin gibi alınmadın mı eşine? Ya ben bunları nereden biliyorum o zaman?” demiş. “Kurgu sarpa sardı. Sen ne dersen ben onu yazacağım. Yoksa bildiğimi okurum ona göre.” demiş. Adam sararmış bozarmış. Soğuk soğuk terlemiş. Hanımına kızgın kızgın bağırmış: “Yahu ayran kaç dakikalık iş? İnekten sütü yeni mi sağdın? Hadi kalkacak bu hanım.” demiş. Ayran gelmiş, kadın ayranı bir güzel içmiş. “Elinize sağlık.” demiş yazar. “Öykümde bu ayrandan övgüyle bahsedeceğim.” Ayran çok lezzetli, bol köpüklü, buz gibiymiş. “Ayranı da içtin hanımefendi. Hadi,” demiş adam, “hadi sana müsaade. İşin gücün vardır. Çete lideri diye yazacağın nice Anadolu evladı vardır. Evine var git buraya da gelme bir daha.” Yazar bir şey demeden kalkmış. “Hatamı biraz olsun telafi edeceğim.” demiş. Dönmüş arkasını, çekmiş gitmiş. Adam tövbe estağfirullah, çekmiş uzunca. Bunu duyarak bile günaha girmiş gibi hissetmiş. Kadın n’oluyor bey, dediyse de ağzını bıçak açmamış adamın. Dönmüş dolaşmış, yine kızına öfkelenmiş.

Yakın ilçelerden birine bir dostunu ziyarete gidiyormuş bizim çete lideri kız. Eh arabayı şoförü kullanıyormuş tabii ki. Yolu yarılayınca bir de ne görsünler. Yol mahşer yeri gibi. Zincirleme kaza olmuş. On araç birbirine girmiş. Kızın şoförü inmiş arabadan, “ben bir bakayım hanımefendi,” demiş. “Belki bir yardımımız dokunur.” Bak bak, diye izin vermiş kız. Şoför gitmiş, polislerle konuşmuş. Yol kenarındaki kazazedelere bakmış. Biraz bakınmış. Sonra dönmüş araca. Dönmüş dönmesine ama kız yokmuş arabada. Sağa bakmış sola bakmış. Gitmiş kaza yerindekilere, polislere sormuş. Yok. Kızın telefonunu aramış. Telefon da arabadaymış.

“Eyvahlar olsun,” demiş. “Nerede bu kız? Benden bilecekler şimdi.” demiş. “En iyisi geriye dönmemeli. Basıp kaçayım buradan.” Kaçmış da. Neticede onda dokuzu muydu?

Gün olmuş geceyi bulmuş. Liderleri geri dönmeyince işkillenen çete üyeleri, yani bir avuç kadın, endişelenmişler. Düğün sahiplerini aramışlar. Oraya hiç gitmediği ortaya çıkmış. Aramışlar, taramışlar. Dört bir yana haber salmışlar. Yok oğlu yok. Kayıp aranıyor ilanı vermişler. Kızın kırmızı tokalı şen bir fotoğrafını sağa sola yapıştırmışlar.

Gençliklerinin baharında bir çiftin o gün bir kız bebeği olmuş. Bebeğin sağ yumruğu sıkı sıkıya kapalıymış.

Anne korkuyormuş bebeğinin eli incinir diye. Baba diretiyormuş açalım, diye. Dede bilge bilge: “Kerpeten kullanacak değiliz. Açılırsa açarız.” demiş. Açıp bakmışlar ki.

Bakmışlar ki.

Bakmışlar ki.

Bembeyaz minik bir avuç. Kan pıhtısı da yokmuş üstelik.

Juhan teskin etti Simon’u:

“Yarın yeni bir gün Simon. Her an yeniden yazılıyor.

Seni kimse hatırlamayacak bile.”