O Diye

Hacer Noğman

Bekçi o gün de defterine kaydedeceği bir kazaya şahit olmuştu. Siyah murat141 virajı alamamış ve yan yanmıştı. Yan yatmakla kalmamış bir de takla atmıştı. Arabanın camları her yere saçılmıştı. Güneş her bir parçanın içine hapsolmuş göz kamaştırıyordu. Defterine şöyle not almıştı:

Tarih günlerden ekim sekiz. Ölüm havası. Ekimlerde ölen çok olur. Virajı alamayan murat141 yan yattı. Birkaç da takla attı. Olası büyük bir vaka gerçekleşmedi, araç kulübenin ancak üç dört metre yakınına yaklaştı. Endişelendim ama sonra geçti. Kısa süre sonra ambulans geldi. Araçta biri kız çocuğu olmak üzere üç kişi vardı. Kimlik tespitinde diğer iki kişinin anne ve baba olduğunu anladık. Araçtan sağ çıkan olmadı.

Sonrasından haberi yoktu. Çocuk yaşıyordu ve kelebek tokasını kaza anında kaybetmişti.

Defterinin sonuna doğru yaklaşıyordu. Deftere başlayalı daha iki buçuk ay olmuştu. Defterlerin fiyatı da alıp başını gitmişti. Yine bir kaza sonrası deftere kaydettiklerinden sonra söylenmişti: “Bu kadar da kaza olur mu canım! İnsan biraz dikkatli olur! Ölüm virajı diye analım burayı? Kaçtır duymuyorlar mı kaza haberlerini! Hayret doğrusu, hayret!”

O günün üzerinden iki hafta geçmişti. Neredeyse iki günde bir kaza oluyordu. Kimi kaza bir sayfa yer tutarken kimi üç yaprak kaplıyordu. Kaza sonrası işlemler için delil niteliğindeydi bekçinin yazdıkları. Bunun farkındaydı ve maaş almıyordu. Devletin görevli memuru değildi. Ufak kulübesinde, yağmur yağdığında içerisine yağmur giren kulübesinde bekçilik yapıyordu. Adını kimse bilmiyordu. Yaka kartında bekçi yazıyordu.

İki hafta sonra virajdan bir araba geldi. Sağlamdı. Kulübenin yakınlarında durdu. Arabadan inen iki kişi etrafta dolandı bir müddet. Bekçi onların ne yaptığına dair ihtimaller dizdi kafasında. Bir şey arıyor olabileceklerinde kaldı. Öyleydi de. Hiç yanlarına gitmedi. Burada herkes bir şeyler arar, dedi sessizce. Aradıklarını bulup bulamayacaklarını merak etti, onları izlemeye devam etti. Bulamazlarsa illaki yanına geleceklerdi. Öyle de oldu. Bir toka aradıklarını söylediler. ‘Kelebek toka. Kanatları hareket ediyor, parlak boncukları vardı.’ Görmediğini söyledi. Daha doğrusu bakmamıştı hiç etrafa. Yine de görmemişti, yalan değildi bu söylediği. Onlara, emniyete sormalarını tavsiye etti. Sormuşlar, yokmuş. Söyledi ya, görmemiş. Onlarla ilgilenmeden onları gönderdi. Yüzlerine oturmuş çaresizlikle ayrıldılar oradan. Yine de görürseniz bizi arar mısınız? Ne tokyamış be. İnsanlar neler kaybediyor da bunlar bir tokanın peşine düşmüş. Susturuyor iç sesini. Onlar gittikten sonra geziyor etrafı. Yer yer gözüne yansıyan ışığa, güneşin çarptığı cam kırıklarına takılıyor gözü. O toka mı diye hızlanıyor kalbi. Zihnindeki o tokayı arıyor. Kızına aldığı tokayı. Boncuklarının parlayışını atamıyor zihninden ve o parlayışı gördüm diye heyecanlanıyor her defasında. Cam kırıklarından başka bir şey değil gördükleri. Beş dakika, on dakika, yarım saat, bir saat. Neyse ki araçlar virajı güzel alıyor. Olur da bir araç kaza yapar diye ödü kopuyor. Defterimi yanıma almalıydım, diyor. Yoldan uzaklaşıyor, cam parçaları bile gelmemiş buralara. Yine de bakıyor. File ayakkabısından içeri giren tozlar onu kendine getiriyor. Kulübesine dönüyor. Ayakkabılarından tozları çıkarıyor. Bakıyor ki güneş karşıki dağı aşmak üzere. Eyvah, diyor. Namaz kaçıyor.

Gecesi güne dönüyor. Sabahın ilk ışıklarında, henüz güneş tam yüzünü göstermemişken tokayı aramaya koyuluyor. Cam kırıkları. Taşta kurumuş birkaç damla kan. Bez parçaları. Kurumuş meyve kalıntıları. Büzüşmüş pet şişe. Kırık cam şişe. Dün gördüklerini tekrar görüp kulübeye geri dönüyor. Sabahın ilk saatlerinin yoğun olmayışını fırsat bilip kulübeden ayrılışı ona pahalıya patlıyor. Bir kaza oluyor ve onu yarım yamalak not ediyor. Üstelik defterini de yanına almamıştı. Ah, diyor. Kafasını kayalara vurmak istiyor. Üstünkörü not alıyor. Yarım sayfa bile tutmuyor. Oysa üç kişi hayatını kaybetti. Birçok yaralı var. Birçok ambulans, kameramanlar, polisler. Olayın sıcaklığı iki günde geçiyor. Etkisi beş alt günde. Araçlar bir başka yol kullanıyorlar birkaç gün. Bekçi tekrardan aramaya koyuluyor. O iki kişinin yüzlerini hatırlamaya çalışıyor. Eşinin yüzü geliyor önüne. Siliniyor. Annesinin yüzü. Siliniyor. Babasınınki. Olmuyor. O iki kişinin yüzünü hatırlayamıyor. Ayakkabısına tozlar giriyor. Cam kırıkları gözüne alıyor. Kendini, o iki kişinin söylediği tokayı aradığına ikna ettiyse de aslında on yedi yıl önceki kazada kaybettikleri o şeyi arıyordu.