Hasna Para
Saatçi Mansur Cinayeti
“Efendiler Saatçi Mansur vazifesini hakkıyla ifa edemedi.”
“Vazifesini hakkıyla ifa edemedi diye kanının yerde kalmasına müsaade edelim öyleyse?”
“Elbet kanı yerde kalmaz. Bırakmayız. Velakin burada bir zafiyet söz konusu. Saatçi Mansur devlet-i âli Osman’a çalışan bir casus iken nefsinin süfli arzularına yenik düştü. Biz onu dövüşe kazansın deyi mi gönderdik? İstihbarat için gönderdik.”
“Doğru dersin Sadık Efendi. Sonunun kötü olacağını belli ki o da düşünememiş.”
“Ali Efendi bunda düşünemeyecek ne var? Allah’ın saatçisi, kendi hâlinde sessiz sakin işinde gücündeyken, şehrin ve dahi Anadolu’nun muhtelif bölgelerinden gelen dövüşçülerle, güreşçilerle aşık atacak, kimse de bu ahvalden işkillenmeyecek öyle mi?”
“Hepimizin zafiyetleri olmuştur. Hepimizin kendimizi göstermek istediği zamanlar olmuştur. Rakibiyle arasında bir hadise vuku buldu belki.”
“Yok efendiler. Yok. Mansur Efendi orada vazife için bulunduğunu unutmayacaktı. Canına mal oldu. Yengi olarak ne vermişler bari?”
“Bir çuval un.”
“Bir çuval un yetimlerine üç ay yetmez.”
“Devlet-i âli Osman…”
“Devlet-i âli Osman’ın tüm tebasını düşündüğü gibi tebaa da biraz devletini düşünsün. Neyse ki şifreli telgraf yazışmaları elimize geçti. Sebilci Mahmut deşifre etti de katilin izine ulaşabildik. Muhakkak bugün gene telgraf gönderecektir. Ben telgrafların gönderildiği bölgeye ivedi intikal edeceğim. Siz de hazırlıklı olun. ”
Âh nisyan! Eşref-i mahlukat olan insanın en büyük zaafı. Bir gövde gösterisi uğruna, üstelik vazife üstündeyken, geride üç yetim bıraktı. Karısı desen gencecik yaşında dul kaldı. Şimdi o mahalleye yeni bir adam yerleştir kolaysa. Âh ki âh! Bu gencecik yaşımda saçıma aklar düştü. Devlet-i âli Osman’a değil saçlarım tüm varlığım feda olsun. Hiç uğruna yitirdiklerimiz kederlendiriyor beni. Âh Saatçi Mansur!
Adamımız geldi. Kesin Frenk muhbiri. Telgraf çekiyor. Birazdan ayrılır. Bizimkiler henüz gelmedi. Peşine tek düşeceğim. Allah’ım sen yardım et.
Ayrıldı. Kapüşonlu pelerin giydiğinden yüzünü göremiyorum. Aramızdaki mesafeyi koruyarak takip ediyorum. Bakalım bizi nereye götüreceksin?
Sokak boyunca ilerliyor duraksamadan. Henüz bir yere girmedi. Ortalık sakin. O kadar sakin ki adımlarımı işitecek diye endişe ediyorum. Bizimkiler görünmüyor. Mutlaka bir iş çıkmıştır. Devlet-i âli Osman’ın olaysız bir günü olsun kıyamet kopuverir.
Adımlarını hızlandırdı. Ya vardı sayılır ya da takip edildiğini fark etti. Silahımı hazır ediyorum. Birden sis bastırıyor. Gözlerimi dört açıp adamı kaybetmemeye çalışıyorum. Denizden yana çekiyor beni. Ya çatışmaya açık bir alan arıyor yahut deniz yoluyla kaçacak.
Köşeyi dönünce kaybediyorum. Hava epey sisli. Etrafta açık bir dükkân yok. Bu kadar çabuk bir binaya girme ihtimali de yok zaten. Neredesin?
Etrafa bakınıyorum. Duvar kenarındaki dilenci kadından başka kimse yok. Bir tekne var kıyıda. Denizde de kimse görünmemekte. Buralarda bir yerlerde. Dilenci kadın görmüştür. Köşeyi dönüp buhar olmadı ya.
Kadının yanına gidiyorum. Başı önde oturuyor. “Bacım” diye sesleniyorum. Yanıtlamıyor. “Bacım?” Soğuktan donmuş olmasın. Uyuyakalır maazallah. Durumunu öğrenmek için koluna dokunacağım esnada başını kaldırıyor. Öteki elinde sakladığı bıçağı savuruyor. Demindendir takip ettiğim adam kadın çıktı iyi mi?
“Senin için yolun sonu geldi.”
“O iş hiç belli olmaz Sadık Efendi.”
“İsmimizi de biliyormuşsunuz.”
“Düşmanımızı iyi tanırız.”
Elindeki bıçağı almaya çalışıyorum. Hatun iyi dövüşüyor. Hatun demeye bin şahit ister ya… Bıçak düşüyor elinden. Kollarını arkada kavuşturuyorum. Pes etmiyor gâvur tohumu. Böğrüme bir dirsek atıyor. Bir kuvvet itiyor. Yeri buluyorum. Bıçağa davranıyor. Üstüne davrandığım esnada elini savuruyor bana doğru. Siste bıçağın parıltısını göremiyorum ilkin. Göğsümün altının yandığını hissediyorum. İkinci hamlede görüyorum. Hemen yanına bir kesi. Kanıyorum. Tekneye doğru seğirtiyor. Peşinden koşuyorum güç bela. Takatim kalmıyor amma. Dizlerimin bağı çözülüyor, yere düşüveriyorum. Karanlık gökyüzü. Tek bir yıldız bile yok. Sisten hiçbir şey göremiyorum. Kıyıdan ayrılmadan sesleniyor.
“Kazancı bir çuval un etmeyenler de var Sadık Efendi!” İğrenç kahkahasını salıveriyor ardından.
Zar zor, acı bir sesle fısıldıyorum. “Devlet-i âli Osman baki olsun.”