Hasna Para
Geçmişle Gelecek Arasında
Yerdeki Kayseri halısını inceliyorum. Halının kenarlarına kondurulan desende mavi renk kullanılmış. Petrol mavisi. Mavinin bu tonunu nasıl elde etmişler acaba? Sonra kırmızı ve krem rengi ile petrol mavisi şeridin üstünden desen çalışılmış.
“Selim Bey, sizi bekliyorlar.” Başımla onaylıyorum.
İçeri girdiğimde tüm takımın toplandığını görüyorum. Genel müdür, ekip amiri, birim şefi… Birkaç tanımadığım sima daha var. Muhtemelen başka birimlerin sorumluları. Demek ki kapsamlı bir iş bu seferki.
“Hoş geldin Selim. Geç otur.”
“Hoş buldum müdürüm.” Sanırım bu yalandı.
“Doğrudan konuya giriyorum…”
“Hep yaptığınız gibi” dedikten sonra pis pis güldü bilişim birim şefi. Genel müdür bozuntuya vermeden devam etti.
“Dünya genelinde, yazılımlarda bilinmeyen bir sebepten ötürü güvenlik açığı oluşmaya başladı. En iyi mühendislerin, işinin ehli yazılım şirketlerinin ürünlerinde dahi. Uluslararası bir korsan yazılım timine yorduk bu durumu ilk önce.”
“Hackerler yani?”
“Evet hackerler. Düşündüğümüz gibi değildi ama. Yani hackerler olsa, ne kadar usta olurlarsa olsunlar, bir şekilde onları tespit etmek mümkün olurdu. Sonuçta dünya üzerinde binlerce iyi yazılımcı var. Bu yeni bir sorun da değil üstelik. Yıllardır araştırmalar, gözlemler yapılıyor. Biz kendi bünyemizde, diğer devletlerin istihbaratı da kendi bünyesinde. Şimdiye değin hiçbir iş için bu kadar birleşme yaşanmamıştır. Sözün özü bunun bildiğimiz türden bir sorun olmadığı ortada. Son istihbaratımıza göre…” Burada projeksiyondan bir görüntü yansıtılıyor ekrana. Genel müdür ayağa kalkıyor.
“Gördüğünüz haritada yer alan işaretli bölgede farklı bir manyetik güç alanı tespit edildi. Açığa çıkan enerji manyetizmanın söz konusu olduğu her şeyi etkiliyor. Sıfır birli bilişim ağının tümünü. İnterneti. Yazılımlara sızan bu içeriğin, daha doğrusu güvenlik açığı oluşturan bu enerjinin kaynağının gördüğünüz bu ormanlık alan olduğunu tespit ettik.”
“Yani bu aslında hayalet hacker gibi bir durum sanırım. İnsanlar değil de manyetik bir enerjinin güvenlik açığını meydana getirdiğini düşünüyorsunuz.” dedi, daha önce tanışmadığım sarışın adam.
“Kaçaklar” diye ekledim.
“Evet öyle de diyebiliriz. Ormanda inceleme yapmak için bir ekip kurmaya karar verdik. Saha ve salon olmak üzere iki grup hâlinde. Sahada yazılım ekibinden Selim Korkmaz ve siber suçlardan Koray Namlı, salon ekibinde ise bilişim ekibinden Orhan Uzun önderliğindeki bir takım çalışacak.” Sarışının ismi Koray’mış. Birlikteyiz yani.
“Siber suçlardan birinin operasyonda olma sebebi nedir?”
“Siber suçlar ekibindeki herkes bilişim alanında uzman. Ayrıca bütün dövüş tekniklerinde de. Orada sizi neyin beklediğini bilmiyoruz.”
“Hepimiz dövüş eğitimi aldık. İstihbarat için çalışıyoruz neticede.”
“Koray bu anlamda işinin hakkını veren biridir. Emin olabilirsin. Teferruatları bir kenara bırakırsak, saha ekibi için en iyi iki adamımızın siz ikiniz olduğuna karar verdik.” Umarım öyledir. Deminki çıkışımdan dolayı dik dik bakıyordu sarışın. Ben de bir bakış fırlattım.
***
Yola çıktık. Arabayı Koray bey kullanıyor. Bu adamla herhangi bir tartışmaya girmek istemiyorum. Her şeyi bildiğini düşünen bir tipi var. Aslında ben de öyleyim. Biraz düşününce ilk intibada bile benzediğimiz fikri oluşur. Kişiliklerimiz benziyor mu, o nasıl biridir bilmiyorum. Sadece ikimizin de baskın karakter olduğunu söyleyebilirim.
Vardığımızda bir görevli karşılıyor bizi. Helikopter pistine gidiyoruz. Pilotu hiçbir yerde göremiyorum.
“Sarışın helikopter de mi kullanıyormuş?” diyorum. Arkamdan sesi geliyor. “Evet, kullanıyor.” Muzipçe gülümsüyorum. O da aynı şekilde gülümsüyor. Sarışına biraz içim ısındı galiba.
Helikoptere geçiyoruz. Başıyla, hazır mıyız, diye soruyor. Başımla onaylıyorum. Kulaklıkları takıyoruz. Havalanıyoruz.
Yolculuk boyunca sohbet ediyoruz. Birbirimizi tanımak için sorular soruyoruz. Sanırım Sarışın hakkında ön yargılıydım. Espri anlayışına bayıldım doğrusu.
***
Harita üzerinde gösterilen alana yaklaştığımızda helikopteri indirecek uygun bir alan arıyoruz. Ormanda ağaçlar sık. Ormanın hemen dışında çayırlık bir alan var. Helikopteri oraya indiriyoruz.
İndiğimizde teçhizatı sırtlanıp ormana giriyoruz. Her şey normal gözüküyor. Ağaçlar. Kayalıklar. Zemin. Bu manyetik enerjinin kaynağı tam olarak ne acaba?
“Şu tarafa gidelim” diyorum. Elimdeki cihaz enerji yoğunluğunu gösteriyor. Bir müddet daha yürüdükten sonra karşılıklı sekiz boy aynası görüyoruz. Sarışın “Ormanın orta yerinde?” diyor. Söylediği gibi garip. Aynalara daha yakından bakmak için yaklaşıyoruz. Gayet sıradan gözüküyor. Elimi aynaya doğru uzatıyorum. Dokunmamla opaklığını yitiriyor. Enerjiyi hissediyorum. Parmağımı içeri doğru uzatırken Sarışın elimi tutup çekiyor.
“Ne yapıyorsun? Buraya araştırmaya geldik, öyle değil mi?”
“Araştırmaya geldik ama körü körüne işe koyulmaya değil. İlk yardım dersinde ilk kural nedir? Önce kendi güvenliğini al.”
“Tamam durup düşünelim. Nasıl bir planın var?”
“Öncelikle salon ekibine haber vermeliyiz öyle değil mi? İrtibatı korumamız gerekiyor. Acele giden ecele gider demiş atalar.”
“Panterler bildiriyor. Baykuş timi orada mısınız?”
“Baykuş timi dinlemede.”
“Sahaya vardık. Burada karşılıklı duran sekiz ayna var. İlk bakışta bildiğimiz ayna gibi gözüküyor. Ancak bir çeşit geçit gibi. Kapı.”
“İletişimi koparmayın. Birlikte geçin. Buradayız.”
“Tamamdır.”
Birbirimize bakıyoruz.
“Üç dediğimde.”
“Üç.” Aynadan önce ben geçiyorum. İki kişiyi alacak genişlikte değil. Girmeden ne olur ne olmaz diye el ele tutuştuk. Ne bileyim birimiz dışarıda kalır falan diye. Aynanın diğer tarafından çıktığımızda yine bir ormandayız. Aslında… aynı orman.
“Burası… Geldiğimiz yere çok benziyor” diyor Sarışın.
“Aynen öyle. Peki ne yapacağız? Nereye doğru gideceğiz?”
“Yakın alandan başlayalım.”
“Baykuş timi. Orada mısın Baykuş timi?”
“Dinlemedeyiz.”
“Alana girdik. Bulunduğumuz ormanın aynısı. Yine karşılıklı aynalar var. Aynı yerde miyiz bir kontrol edeceğiz.”
“Tamamdır.”
“Helikoptere bakalım.”
“İyi fikir.”
Helikopteri bıraktığımız alana gidiyoruz. Helikopter yok. Daha ilginç bir şey var. Yüksek binalar.
“Bunların bu kadar kısa sürede dikilmesi mümkün değil herhâlde.”
“Kesinlikle değil.” Salon ekibine haber verip ilerliyoruz.
“Temkinli olalım.”
“Olabildiğince görünmeden ulaşmak iyi olur.” İlerliyoruz. Arazinin etrafını saran ağaçların arkasına gizlene gizlene.
“Bir plan yapmalıyız.”
“Orada ne var bilmiyoruz. Devlete ait bir kurum mu yoksa özel bir şirket mi bilmiyoruz.”
“Şu adamları görüyor musun? Bir ekip. Arkalarından gidelim. Sanki ekiptenmişiz gibi.”
“Bizi fark ederlerse ne yapacağız? Onlardan olmadığımızı anlarlar herhalde.”
“Onu o zaman düşünürüz. Ne bileyim. Eğer öyle bir şey olursa aynalara doğru koşarız. Geldiğimiz yere döneriz.”
“Umarım iyi bir koşucusundur.”
Grubun arkasına dahil oluyoruz. Binanın girişindeyiz. Güvenlik kulübesinin önünde. İçeri bir göz atıyorum. Arkada dijital bir takvim var. 12 Temmuz 2041. Sarışın da görmüş olacak, aynı anda birbirimize bakıyoruz. Gelecekte miyiz? Aynalar geleceğe açılan kapılarmış. Şu an zihnimden geçenlere inanamıyorum. Yok böyle bir teknoloji.
Dahil olduğumuz ekiptekiler teknisyenmiş. Onlarla ilerliyoruz. Binadayız. Bir yandan salon ekibine sessizce durum bildiriyorum. Sarışın kaş göz ile ayrılalım diyor. Başımla onaylıyorum. Koridordan dönmeden ekipten ayrılıyoruz.
“Şimdi nereye gidiyoruz? Onları takip etseydik belki aradığımız yeri bulacaktık.”
“Belki.”
“Kapılara bakacağız. Hepsinin üstünde ne odası olduğu yazıyor. Gerekirse tek tek gireceğiz.”
“İçeridekiler de buyur edecekti bizi.”
“Bak. Bilmediğimiz bir gelecekteyiz. Geldiğimiz yere çok benziyor ama orası mı bilmiyoruz. Buradaki insanlarla dilimizin aynı olmasına şükrediyorum şu an.”
“Yani?”
“Yani deneme yanılmayla ilerleyeceğiz.”
“Başta temkinli olan sendin.”
“Evet ama şimdi temkin bizi kurtarmaz.” Dediği gibi yapıyoruz. Tek tek odaları geziyoruz. Birine rastlarsak teknik ekipten olduğumuzu, her şeyin yolunda olup olmadığını soruyoruz. Şimdiye dek fire vermedik.
Merkez odadayız. Sanırım aradığımız oda. Bir sorun olmadığını söylüyorlar. Rutin kontroller olduğunu söylüyoruz. Bir büyük ekran bir de küçük ekranlar var. Anladığım kadarıyla aynaları kullanarak bir enerji yayıyorlar. Bu enerji ağı ile sisteme girip güvenlik açığı oluşturuyorlar. Bunu gelecekten yapıyorlar. Bunu nasıl durduracağımızı bulmamız lazım. Kasaların olduğu yerde bir şeyleri kontrol ediyor gibi oyalanıyoruz. Kendi aramızda fısır fısır konuşuyoruz.
“Buradan kontrol sağlıyorlar.”
“Sistemi nasıl ortadan kaldıracağımıza bakmamız gerekiyor.”
“Ekranı gördün mü? 1987 yılını gösteriyor.”
“Daha da geçmişi de mi kontrol ediyorlar yani?”
“Hayır geçmiş ve gelecek ile bugünü kontrol ediyorlar. Daha doğrusu bizim bugünümüzü. İki alandan enerji oluşturuyorlar.”
“Geçmişte böyle bir teknoloji yok.”
“Teknolojiyi kullanıp kullanmadıklarını bilmiyoruz. Düşününce teknoloji gelişmemişti evet ama günümüzdeki gibi bir internet ağı da yoktu.”
“Fazladan enerji vardı. Enerjiyi kullanıyorlar.”
“Aynen öyle. Peki burada sistemi kapatmakla bitiyor mu? Tekrar açarlar. Asıl kaynağı bulmamız gerekiyor.”
“Aynalar.”
“Aynalar asıl kaynaksa onları nasıl kapatacağız?”
“Kapatmayacağız.” Anlamsızca bakıyorum.
“Kıracağız.”
“Aynaları mı kıracağız? Buradan nasıl çıkacağız?”
“Bak. Hızlıca düşünmemiz gerekiyor. Burada daha fazla kalamayız. Aynalar karşılıklıydı. Muhtemelen biri geçmiş öteki gelecek. Biz buradan girdiğimiz ayna ile değil onun karşıtı ile çıkacağız. Ve geldiğimiz yere varacağız. Orada buraya geldiğimizde geçtiğimiz aynanın karşıtından geçmişe gideceğiz.”
“Temelde aynı aynalar. Buradan çıkacağımız ve oradayken gireceğimiz.
“Hayır. Sadece öyle gözüküyor.”
“Anladım. Sisteme gireceğiz.”
“Aynen öyle.” Tableti çıkarıyorum. Sisteme girmek için bir kodlama yazıyorum. Tamamdır.
%5
%35
%55
%65
%75
%85
%95
%100
“İçerdeyiz.” Sarışın tabletinden virüs gönderiyor ana sisteme. Başardık.
“Ne oldu böyle?”
“Sanırım hacklendik. Hemen bakıyorum.” Şimdi buradan sıvışmalıyız.
“Kasada teknik bir problem yok. Sisteminizde ters giden şeyler var sanırım. Yardım edebileceğimiz bir şey var mı?”
“Kalabalık yapmayın yeter.”
“Pekâlâ.” Çıkınca derin bir nefes alıyoruz. Binanın çıkışına gidiyoruz. Daha sakin gözükmek adına yavaşlıyoruz. Binadan ayrıldıktan sonra ilk beş dakika yürümeye devam ediyoruz. Sonra koşmaya başlıyoruz. Peşimizden gelenler var. Anladılar. Ormana dalıyoruz.
“Aynadan geçer geçmez karşıt aynayı kırmalıyız.”
“Bir taş bul o zaman” İkimiz de hız kesmeden yerden bulduğumuz taşları alıyoruz. Geldiğimiz aynanın karşıtından geçiyoruz. Böylece geldiğimiz ayna karşıt durumuna düşüyor. İçeri girmeden karşıdaki aynaya taş fırlatıyoruz. Parçalara ayrılıyor.
“Şu an geçmişte miyiz?”
“Öyle.”
“Aynanın parçalanacağını düşünmemiştim. Taş içinden geçer diyordum”
“Baktığında düz bir ayna. Belli bir mesafede kapı konumunda sadece. Dokunman gerekiyor.”
“Burada yapılacak bir şey yok sanırım.”
“Öyle gözüküyor. Enerjiyi kesmek için aynayı kıracağız yalnızca.”
“Aynı şekilde son aynaya kadar devam edeceğiz. Bir gelecek bir geçmiş. Sonra her şey düzelecek mi?”
“İnşallah. Göreceğiz.”
“İnşallah.”
İlk aynadan girip merkezle bağlantıyı kestiğimiz için diğer aynalardan geçip onları yok etmemiz gerekiyor sadece. Karşıt aynadan geçerken geldiğimiz aynayı kırıyoruz gene.
“Bugündeyiz.”
“Evet. Aynadan geçerken dikkatli olmalıyız. Muhtemelen 2041’den daha yakın bir gelecek. Sistem merkezde gittiği için onlarda da gitmiştir.”
“Bir sorun olduğunu anlamışlardır. Adam dikmişlerdir muhtemelen.”
“Muhtemelen. Haklar helal olsun o hâlde.”
“Helal olsun.” Aynadan geçmeden durumu bildiriyoruz. Eğer bize bir şey olursa yeni bir tim gönderecekler.
“Üç deyince.”
“Üç.”
***
“Bir daha anlatsana. Adamlar mı bekliyordu aynanın önünde?”
“Evet biz aynadan geçtiğimizde adamlar oradaydı. Sarışın… Yani Koray ile sırt sırta dövüştük.”
“Adamlar iyi dövüşüyorlar mıydı?”
“İyi dövüşüyorlardı.” Koray’a döndü Orhan.
“Sonra ne oldu?”
“Sonra aynı şeyler tekrarlandı. Karşıt aynaları kırarak ilerliyorduk. Günümüzden gelecekte gittiğimiz tüm aynaların önünde adamlar vardı ve dövüşmek zorunda kaldık.” Kaldığı yerden devam ettim.
“Günümüzden geçmişe gittiğimizde ise sadece enerji bağını koparmamız gerekiyordu. Sanırım orada biraz soluklanıyorduk.”
“Öyle yapıyorduk evet.”
“Sonra peki?”
“Buradayız. Yılın elemanları olduk. Hemen bir tören tertip etmelerine şaşırdım.”
“Kurumun en iyi yanı biliyorsunuz, iş bitiriciliği.” Hepimiz güldük.
“Yine de…” dedi Orhan. “Hiçbir ödül sanırım geçmiş ve gelecek arasında gittiğiniz bu yolculuk kadar kıymetli değildir.” Koray ile birbirimize bakıp “Öyle sanırım” dedik.
“Kurum ormana yeni bir tim gönderdi. Aynalardan geriye kalan parçaları incelemeleri için.”
“Desene bu iş burada bitmedi.”