Kovan -n68

Hasna Para

Hasna Para

Kovan -N68

Profesör Yakup Çalı gözlem notlarını sisteme giriyor. Burada üçüncü ayı. Üç aydır her gün laboratuvar ortamında kurulan serada çiçekli bitkilerin ve kovanların durumunu gözlemledi. Bu görev için doğrudan Cumhurbaşkanlığından atandı. Proje 2 yıldır devam ediyor. Yakup hocadan önce Doktor Ali Mahir Erinç 9 ay, Ali Hoca’dan önce Profesör Sevde Selcan Yetgin 1 yıl süreyle projeden sorumluydu.

“Ayşegül, gözlem notlarını sisteme girdim. Sen gözden geçir. Kovandaki larvaları da kontrol et.”

“Tamamdır hocam.”

Yakup Hoca cuma namazlarını Büyükdere Camii’nde kılar. Cuma sonrası oralarda biraz gezinir. Eş dosttan rastladığı birileri olursa bir kafede sohbet ederler bir müddet. O yokken yardımcısı Ayşegül Hoca rutin kontrolleri yapar. Laboratuvarı temizler – Yakup Hoca yabancıların laboratuvarda bulunması hususunda biraz hassas. Öğle yemeğini diğer günlerin aksine yalnız yer. Yakup Hoca haftanın beş günü yemeğini evden getirir. Karısı Selma Hanım’ın hazırladığı yemekler. Ayşegül Hoca ile ikisi bu yemeği ısıtıp birlikte yerler. Cuma günleri kendini cuma namazına göre ayarlar. Namaz sonrası dışarıda yer. Ayşegül Hoca da aynı şekilde.

Ezana 10 dakika kala camiye varıyor Yakup hoca. Aracını uygun bir yere park edip camiye gidiyor. Caminin dışında duvarın önünde tezgâh açmış ihtiyar bir adam var. Cuma için toparlanıyor olsa gerek, sattığı oklavaları bir araya getiriyor. Yakup Hoca onu görünce yardım için yanına gidiyor.

“Selamun aleyküm. Yardım edeyim amca.”

“Aleyküm selam ve rahmetullah. Allah razı olsun evladım.”

“Her cuma bu camiye gelirim ama sizi ilk kez görüyorum.”

“Ben hep buradayım. Demek ki gözüne ilişmedim daha önce.”

“Taşıyayım isterseniz.”

“Sırtıma yüklememe yardım etsen kâfi. Kendi yükümüzü kimseye yüklemeyelim.” Yakup Hoca muşambaya sarılmış oklavaları ihtiyar adamın sırtına koyuyor. Böyle içim rahat değil, diye düşünüyor. Gene de taşımak için ısrar etmiyor. İyilik yaparken de ölçülü davranmalı diyor kendi kendine.

Namazı eda ediyorlar. Cemaat yavaş yavaş ayrılıyor. Yakup Hoca dua ediyor. İhtiyar adam da duasını bitirip duvara sırtını yaslıyor. Sohbet etmek ister gibi gözüküyor. Yakup Hoca’nın duasının bitmesini bekliyor.

“Allah kabul etsin evladım.”

“Âmin amca. Allah kabul etsin.”

“Okumuş birine benziyorsun. Ne iş yaparsın?”

“Üniversitede hocayım amcacığım.”

“Hey maşallah. Allah hizmetlerinizi kabul etsin.”

“Âmin.”

“Ne hocasısın, neyle ilgilenirsin?”

“Şu an bir laboratuvarda çalışıyorum. Arıları inceliyorum.”

“Televizyonda çıkmıştı ya. Arıların soyu tükeniyor deyip duruyorlardı. Essah mı?”

“Öyle bey amca.”

“Kıyamet yakın desene.”

“Allah korusun amca.”

“Âmin âmin.”

“De bakalım niye tükeniyor arıların soyu?”

“Ana arılar tükendi aslında. Ana arı ile erkek arı çiftleştikten sonra larvalar oluşur. Eğer yumurtalar döllenirse ana arı, döllenmezse erkek arı oluşuyor. İki yıl önce çok az sayıda ana arı oluşmaya başladı. Şu an hiç ana arı oluşmuyor. Normalde ana arı yoksa koloni doğal olarak ana arı oluşturuyor. Burada iş daha çok kovanla ilgilenen kişilere düşüyor. Doğal olarak ana arı oluşturulmazsa işçi arılar larva olan işçi arıları arı sütüyle beslemeye başlıyor. Böylelikle sahte ana arı oluşuyor. Bu sahte ana arının arı sütü ile beslenmesi sonucu yumurtalıkları gelişiyor ve çiftleşebiliyorlar. Ancak sahte ana arılar çiftleşince sadece erkek arılar oluşuyor. Koloni erkekleşiyor ve böylece zamanla yok olmaya doğru gidiyor. Hakkını helal et amca. Bazen kendimi kaptırıyorum böyle.”

“Estağfirullah. Siz ne yapıyorsunuz peki?”

“Biz bu durumda arıları gözlemliyoruz. Ülkemizde birçok polenli bitkinin de soyu tükenişle karşı karşıya. O bitkileri laboratuvar seramıza taşıdık. Hâlihazırda iki seramız var. Birinde denek arı kovanı da bulunuyor. Bitkileri ise iki seraya pay ettik. Arılar bir kez uğradıkları çiçeğe bir daha uğramıyorlar. Bir bitkinin yetişme süresini de göz önüne alarak böyle bir çözüm düşündük. Aynı zamanda ender bitkilerin tohumlarını laboratuvarda tutuyoruz. Arıları düzenli olarak gözlemliyoruz. Kovanda ana arı oluşmama sebebini ve çiftleşme sonucu neden ana arı oluşumunun azaldığını ve yok olduğunu araştırıyoruz.”

“Kıyamet yakın. Dünya ne hâle geldi. Çoğunun sebebi insan ya bakma sen.”

“Gene de biz elimizden geleni yapalım amcacığım. Peygamber Efendimiz buyurmamış mı: ‘Elinde bir fidan olan biraz sonra kıyamet kopacağını bilse bile o fidanı diksin.’ diye.” İhtiyar adam sağ elini kalbinin üzerine koyup salavat getiriyor.

“Amenna ve saddakna delikanlı. Nahl suresini bilir misin?”

“Bilirim. İsmini bal arılarından alıyor.”

“Doğru söyledin. Peki arılar hakkında ne buyuruyor bilir misin?”

“Evet. ‘Ve Rabbin bal arısına şöyle ilham etti: “Dağlardan, ağaçlardan ve insanların kurdukları çardaklardan kendine yuvalar edin.”

“Devamında da bal arısının her türlü besleyici üründen yemesini, Rabbinin koyduğu kanunlara uyarak O’nun çizdiği yollardan gitmesini söyler. Ve arıların yaptığı bal hakkında bilgi verir.”

“Evet amcacığım.”

“Biraz düşünsek nasıl anlamlar çıkarırız buradan? İnsan son zamanlarda haşa ilahlık iddiasına girişti. Rabbimiz başka bir ayeti kerimede buyurmuyor mu siz sineğin kanadını bile rabbinizin yaptığı gibi yapamazsınız diye? Bitkilerin türü tükenmiş olabilir. Arılar da öyle olsun. Gene de olması gereken bunların doğal ortamlarında incelenmesi gerektiği değil mi? Dağlardan, ağaçlardan beslenmesi gerekir diyor Rabbimiz. Rabbinin çizdiği yollardan git diyor bal arısına. Neden hayvancağızları laboratuvar ortamına sıkıştırıyorsunuz?”

“İyi de amcacığım arıların ve bitkilerin soyu tükenme tehlikesi ile karşı karşıya olduğundan avcıları da çoğaldı. İnsanlar peşine düştü. Ya elimizde kalan kovanları da yitirirsek?”

“Düzen gene kurulur. Gene güvenli bir bölge oluşturursun. Ana arı kalmamış diyorsun. Tüm ülkeyi, dünyayı gezip dolaştın mı da kalmadı diyorsun?”

“Amcacığım bizim yaptığımız gibi diğer ülkeler de kendi arı kolonileri ile benzer çalışmalar yürütüyor. Bizim ülkemizin kendine has arı türleri var. Bitkileri de kendine has. Hatta onlar da Türkiye ile çalışmak istedi. Biz kabul etmedik. Doksanlı yıllarda olduğu gibi arı kaçakçılığı yapabilirler diye.”

“Evladım Allah yoktan var eden değil midir? Ol deyince olduran değil midir? Bir tane ana arı kalmadıysa bile O isterse yaratamaz mı? Nahl suresi de genel olarak bu konulara değinir. Allah’ın birliğine işaret eder. Ölümden sonra yeniden dirilişi konu alır. Sen dediğimi bir düşün. Çalışacaksan yine çalış ama bunu doğal ortamında yap.”

“Düşüneyim amcacığım. Allah razı olsun.”

Yakup Hoca saatine baktı. Bugün epey gecikmişti. Yemeği laboratuvara yakın bir yerde yemeye karar verdi. Biraz gecikeceğini mesaj yoluyla Ayşegül Hoca’ya bildirdi. İhtiyarın söyledikleri aklını kurcalıyordu.

Yemek sonrası laboratuvara döndü. İhtiyar adamla konuştukları konulardan Ayşegül Hoca’ya bahsetti. Ayşegül Hoca da epey etkilenmiş gözüküyordu. Yakup Hoca İvedilikle proje koordinatörlüğü ile iletişime geçti. Laboratuvar ortamının dışında, Anadolu’da uygun bir yerde doğal gözlem alanı kurulması fikrini açtı. Hemen yanıt alamadı. Birkaç saat bekleteceklerini düşündüler. Bu bekleme anında Yakup Hoca laboratuvarda aşağı yukarı yürüyüşler yaptı. Gözlem notlarını kontrol etti. Çıkıp seraları gezdi. Dönüp tekrar bir aşağı bir yukarı yürüyüşler yaptı. İkindi oldu. Akşam oldu. Hava karardı. Ayşegül Hoca ayrıldı. Bir haber gelirse Yakup Hoca’nın kendisini de bilgilendirmesini rica etti. Yatsı oldu. Selma Hanım bir saat aralıkla Yakup Hoca’yı arıyordu. Yakup Hoca durumu açıkladı. Beklemeye devam etti. Saat on ikiye vurduğunda bugün bir haber gelmeyeceğini anladı.

Ertesi gün, sabah erkenden laboratuvara geldi Yakup Hoca. Kahvaltısını burada yaptı. Pastane poğaçası ve çay ile. Saat dokuza doğru Ayşegül Hoca da geldi. Hâlâ bir haber yoktu. İkisi beklemeye koyuldu. Kendi aralarında durumu tartıştılar. Daha sonra sabah gözlemini yaptılar. Veriyi sisteme girdiler. Öğleye doğru koordinatörlükten bir telefon geldi. Fikir geri çevrilmişti. Mevcut şartlar, kovanların ve bitkilerin taşınması, iki yıldır iç açıcı verilere ulaşılmaması sebep olarak gösterildi. Bir ihtimal ile tüm çalışma planının değiştirilmesi fikrine sıcak bakmıyorlardı. Ayrıca bu ekstra masraf demekti.

Yakup Hoca hiçbir şey demedi. Biraz hava almak için çıktığını söyledi Ayşegül Hoca’ya. Laboratuvardan ayrılıp camiye gitti. Vardığında ihtiyar adam yoktu. Her gün buradayım demişti oysa. Devamlı cemaatten birkaç kişiye sordu.

“Burada ihtiyar bir amca vardı. Oklava satıyordu.”

“Hiç bilmiyoruz.”

“Oklava satan ihtiyar bir amca vardı. Cami avlusunun dışındaki duvarın önündeydi hemen…”

“Tanımıyoruz.”

“Sırtında muşambaya sarılı oklavalarıyla camiye gelen bir ihtiyar vardı…”

“Görmedik.”

Kimse ihtiyar adamı tanımıyordu. Caminin önünde satış yaptığından ve hep burada olduğunu söylediğinden devamlı cemaatten biri olmalıydı. Ancak kimse ne görmüştü ne de duymuştu.

Yakup Hoca olanlara bir anlam veremedi. Laboratuvara döndü. Ayşegül Hoca’yı karşısına aldı.

“Bunu yapabiliriz.”

“Nasıl hocam?”

“Biz yapacağız. Bitkileri ve kovanlardan birini taşıyacağız. Bitkileri topraklarıyla alıp hemen yeni toprağına nakledeceğiz.”

“Hocam bunu yapmak suç. İznimiz olmadan yaparsak yasadışı bir iş olur.”

“Biliyorum Ayşegül. Ama denememiz gerekiyor. Bu yola nasıl çıktık? Niyetimiz neydi? Elimizden geleni yapacaktık. Onlar da bana güvendiler ve bu işi bana ve ekibime verdiler. Şimdi de birkaç bahane ile deneme şansı bile vermiyorlar.”

“Ya başarılı olamazsak hocam?”

“Bunu denemeden bilemeyiz.”

“Yani taşıma işini başarabilecek miyiz? Hem nereye gideceğiz? Aklınızda bir yer var mı hocam?”

“Yozgat’a gideceğiz. Bitki florası bizim için çok uygun. Buradan götüreceğimiz bitkiler toprağında rahatça yer edinir. Tohumları da ekebiliriz sonrasında. Geçmiş yıllarda arıcılık faaliyetleri için seçilen illerden biriydi, biliyorsun. Ayrıca özel türler dışında gezginci arılar da bu şehri tercih ettiler geçmişte.”

“İkimiz mi olacağız sadece?”

“Sadece ikimiz olmaz. Benim kayın polis memuru. Yoldayken ona haber verdim. Bir aylık izin al, hayat memat meselesi dedim. Sağ olsun ikiletmedi. Onun yanımızda olması çok işimize yarar. Polis kontrollerini rahat geçeriz diye umuyorum. Arıcılıkla ilgilenen bir dostum var. O da bize çok yardımcı olacaktır eminim. Biz bu işin bilimsel yönüyle ilgileniyoruz. Onun gibiler ise bu işin emekçisi.”

“Anladım hocam. Ne zaman yola çıkıyoruz kısmetse?”

“Yarın sabah erkenden inşallah. Bugün evine git. Güzelce dinlen. Ailene bir şey söyleme. İş için gidiyorum de. Soran olursa bir bilgimiz yok desinler.”

“Tamam hocam. Peki siz ailenize anlatacak mısınız?”

“Anlatamam. Tek bir şey bilmeleri dahi onları zor duruma sokar. Niye gidiyoruz, nereye gidiyoruz, ne yapacağız… Hiçbir şey söyleyemeyiz. Hiçbir şey bilmemeliler.”

“Peki hocam.”

Gece, ikisi de aileleriyle vedalaştı. Yol hazırlıklarını yapıp erkenden yattılar. İyi bir uyku çektiler. Sabah erkenden laboratuvarda buluştular. Bitkileri saksılara aldılar. Kovanlardan birini seranın dışına taşıdılar. Yakup Hoca’nın arkadaşı Muaz ile kaynı Furkan bir saat sonra laboratuvara geldiler. Muaz cip tipi kasası açık arabasını da getirmişti. Hep bir elden yüklemeyi yaptılar. Bitkileri ve kovanı kamufle ettikten sonra yola çıktılar.

Polis kontrollerini rahat geçiyorlardı. Furkan kontrol noktalarında arabadan inmeden kimliğini gösteriyordu polislere. Hiçbir sıkıntı yaşanmadan geçiyorlardı. Hatta bazen polislerle sohbet ediyorlardı. Olabildiğince süratli gidiyor ancak çok fazla mola veriyorlardı. Molalarda yeme içme gibi ihtiyaçlarını gideriyor, bitkilerin ve kovanın durumunu kontrol ediyorlardı. Geceyi de gene bir mola yerinde geçirdiler.

Sabah tekrar yola çıktılar. Birkaç saat gidip yarım saat mola veriyorlardı. İkindiye doğru Yozgat’a vardılar. Geceyi polis evinde geçirdiler. Sabah erkenden arazi gözlemine çıktılar. Yakup Hoca’nın elinde bulunan harita ve notlar yardımıyla kısa sürede en uygun yeri belirlediler. Bölgeye yakın bir ev tuttular.

Çalışmalara süratle başladılar. Bitkiler yeni topraklarıyla buluşmuştu. Kovanı da yerleştirdiler. Her gün gözlemlerine devam ediyorlardı. Gün geçtikçe halk ile de samimiyet kurdular. Birkaç güne kalmadan Yakup Hoca ve Ayşegül Hoca üst üste çağrılar almaya başladılar. Hiçbir aramayı kabul etmiyorlardı. Bu süreçte ailelerinden de kendilerini aramamalarını istediler. Eğer ararlarsa yetkililerin arattığını bileceklerdi. Öyle anlaşmışlardı.

İki haftayı geçtiğinde yerli halk ile çok daha samimi olmuşlardı. Zamanı geldiğinde desteklerini alabilmek için onlara durumu anlattılar. Bu insanların samimiyetlerine inanmışlardı. Yardım edeceklerine dair söz verdiler.

Gözlemler de iyiye gidiyordu. Henüz ana arı oluşumu gözlenmemişti ancak bu doğal ortam koloniye iyi gelmişti. Üçüncü haftada kendilerini aradıklarına dair duyumlar aldılar. Halk organize oldu ve araziyi nöbetleşe beklediler. Aynı zamanda ekibin evinin önünde de iki kişi nöbet tutmaya başladı. Araziyi daha güvenlikli bir hâle getirmeye karar verdiler. Genişten alarak etrafını tel örgüyle çevirdiler. Arılar zaten istedikleri gibi gezip tekrar kovana dönebiliyorlardı.

Birkaç gün sonra bir drone gördüler. Takipçiydi ve yer tespiti yapıyordu muhtemelen. Hiç taviz vermeden çalışmalarını sürdürdüler. Onlar arazinin içinde kalıyordu ve gelen giden yetkililerle halk ilgileniyordu. Kimsenin geçmesine izin vermediler.

Bir ayın sonunda ana arı oluşumu gözlendi. Kovanda mı oluşmuştu yoksa sağ kalan ana arılardan biri mi kovanı bulmuştu bilmiyorlardı. Tek bildikleri doğal ortam fikrinin işe yaradığıydı. Aynı gün arama emri ile polisler geldi. Nöbet tutan halk geçit vermedi önce. Sonrasında Yakup Hoca geçmelerine müsaade etmelerini söyledi. Polisler Furkan’ın da burada olmasına şaşırdı.

Ülke yeni bir haberle çalkalanıyordu. Çılgın bilim insanları arıların yok oluşunu önlemişti. “Herkese meydan okuyan ekip” haberleri tüm haber kanalları ve gazetelerde gündem olmuştu. Sonrasında ilginç hadiseler yaşandı. Kimsenin unutmayacağı özel bir dava da bunlardan biriydi: Kovan -N68 Davası. Yakup Hoca ve Ayşegül Hoca etik gerekçeler ile üç yıl uzaklaştırma aldılar. Bu süreçte üniversiteye giremeyecek, çalışmalara dahil olamayacaklardı. Furkan da yarım yıl memuriyetten uzaklaştırma ve maaş kesintisi cezası aldı. Ekip yıllar boyunca gündemden düşmedi. Tüm dünyanın.