72 Saat

Hasna Para

72 Saat*

İbrahim hız kesmeden alevlere doğru ilerliyordu. Yanacağı kesin gözüküyordu. Bu oluş esnasında, hızla ilerlerken kaderine, alevler daha bir sıcak, gözler daha bir korku doluyken, bu ihtimaller kümesinde değişken İbrahim’di. Ateş aynı ateşti. Nemrut her zamanki Nemrut. Ateşin işi yakmaktı. O güne kadar ve o günden sonra. Ateş bir İbrahim’e serin ve selâmet oldu. Nemrut yalnız bir kul ile hüsrana uğradı. O’nun dediği oldu. İbrahim hız kesmeden ulaştığında alevlere, tereddütsüzce vardığında kaderine, esenliğe de varmıştı.

Bulunduğumuz ihtimaller kümesinde elimiz kolumuz bağlı gözüküyor. Bundan kurtulmak imkânsız. Olanlar çoktan oldu. Geri dönüş yok. Hastalık çaresiz. Gözüken bu. Ama bu ihtimaller silsilesinde de bir değişken olmalı. Bu başımıza gelen, artık adı her ne ise, gerçek bir imtihansa eğer, Rab bizi sınamak murat ettiyse, elbet en az bir değişken vardı. Eğer içimizden bir İbrahim çıkarsa işler değişebilirdi. İçimizden bir İbrahim çıkmasını beklemek anlamsızdı. Olması gereken İbrahim olmaya talip olmaktı.

Ne kadar benzeyebilirsem İbrahim’e, kaderim kaderinden pay alır diye düşündüm. O gün, o ân, ateşin, Nemrut’un, niyet ehli karıncanın, boyun bükmüş halkın ve İbrahim’in içinde bulunduğu ihtimaller kümesinin değişkeni İbrahim’se, ateş İbrahim’i Halil İbrahim olmasından sebep yakmadıysa, ben de bir o kadar Halil bir o kadar İbrahim olmalıydım.

Çok bekledim. Çok sabrettim. Dakikalar saydım, sonra saatler, günler, haftalar, aylar ve yıllar saydım. Anladığımda, idrakimde bir kapı açıldığında bu defa önce yılları, sonra ayları, haftaları ve günleri saydım. Şimdi 72 saatim var. Doğru anı kolladım. Tüm hesaplamalarımı yaptım. Eminim. Bu illetin başımıza gelişinin yirmi beşinci yılı. Başka bir halt bilmediklerinden önce her yıl, beşinci yıldan sonra beş yılda bir kongre düzenlediler. Bu yıl ülkemize geliyorlar. Tüm yoğunluk başkentte toplanacak. Kongre üç gün sürecek. Bu üç günde önce Şanlıurfa’ya varacağım. Oradan Göbeklitepe’ye geçeceğim. Kazı alanı eskisi kadar kalabalık değil. Başlarda çok heyecanlıydı herkes. Salgın sonrası tüm hevesleri kayboldu. Zamanla hastalığın tedavisi için başka işlere yöneldiler. Tüm bilim insanları, arkeologlar, kimyagerler, mühendisler, doktorlar… İnsan bazen gözünün önünü göremez. Ama ben gördüm. Zamanımı aldı. Hem de çok. Geç kaldığımı söyleyemem gene de. Talih böyle işliyordu. Olacak olanlar oluyordu. Olması gerektiğinde.

Bu işe tek başıma kalkışmak istemezdim. Ancak İbrahim de yalnızdı. Nemrut kibirliydi. Ben de devlete güvenemiyorum. Araştırmalarımdan birine bahsetsem her şey altüst olabilir. Hep öyle olur çünkü. Gidip kendim bulmalıyım. Doğruluğundan emin olmalıyım. Ve şifanın herkes için mümkün olduğuna. Yanlış insanlar öğrenirse şifa var ise de yok hükmündedir. Servet sahipleri kendilerinden başkasını düşünmez. Öğrenirlerse her şeyde olduğu gibi bunu da kendi çıkarlarına kullanacakları besbelli.

69 saat. Otogardayım. Yolcu indirip 15 dakika mola verdik. Karşımda oturan adamın elindeki gazetede kongre ilk sayfada büyük başlıkla geçilmiş. Salgının 25. Yılında Olağanüstü Kongre Türkiye’de Toplanıyor. Bakışlarımı gazeteden onu tutan ihtiyar adama doğrultuyorum. Kederli gözüküyor. Bu illet nasıl bir ânda onu buldu acaba? Yanındaki adam kocaman gülümsemesiyle bakışlarını karşıya dikmiş. Fazlasıyla sinir bozucu bir durum. Yüzlerden yüzlere geçiş yaparken, hepsini teker teker incelerken, bir hüzünlü, bir mutlu, bir öfkeli, bir neşeli, bir pişman, bir sakin yüz görmek sinirlerimi yıpratıyor. Herkes alışmış gözüküyor. Ama hayretten hâlâ kendimi alamıyorum.

67 saat 30 dakika. Şanlıurfa tabelası gözüküyor. Otogara tahminen 20 dakika var. Camdan dışarı izliyorum. İnsanların yüzlerindeki ifadeyi yakalamaya çalışıyorum. Kendimce hikâye uyduruyorum her biri için. Kederli bir genç gördüğümde sevdiği kıza kavuşamadığını düşünüyorum. Aklıma ilk gelen bu oluyor. Belki sonrasında kavuşmuştur o kıza. Belki daha sonra başka biriyle evlenmiştir. Belki artık çok mutludur. Ama yüzündeki ifade onun laneti olmuştur. Hemen sonra belki de sınav sonuçları kötü gelmiştir diye düşünüyorum. Değer mi, diye kızıyorum ona. Dert mi bu, diyorum. Hiç olmadık bir şeyi kendine dert edindin. Sonra o dert geçti de izi yüzünde duruyor. Neşeli bir ihtiyar görsem çocuklarının onu ziyaret ettiğini düşünürüm. Hikâyeye bak. Bol keseden sallıyorum. Belki tek çocuğu var. İşte şu kahverengi pardösülü teyze, gülüşü yüzünde donmuş. İyi ki o ân çok mutlu oldun teyzem.

Otogara vardığımızda yüzünde korku olan muavin “Şanlıurfa’da inecek olan yolcularımıza geçmiş olsun. Devam edecek yolcularımız için 15 dakika mola veriyoruz.” diyor. Bagajım olmadığından iner inmez bir taksi arıyorum. Öğretmenevine randevu aldım iki hafta önceden. Geceyi burada geçireceğim. Gece son kez günün planını yaparım. Ertesi gün daha hızlı olmam gerek.

66 saat 53 dakika. Taksiye biniyorum. Şoförün sıkıntılı bir yüz ifadesi var. “Nereye abim?” diye soruyor. Öğretmenevine, diyorum. Nerden geldin, nereye gidiyorsun, öğretmen misin, öğretmen değilsen kesin memursun, kaç gün kalacaksın, dönüş ne zaman kısmetse… diye soru yağmuruna tutuyor. En sonunda dayanamayıp ağzındaki baklayı çıkarıyor. “Yüzün huzur veriyor abi. Sana ne zaman denk geldi bu illet?” Anlatmak istemiyorum. Sadece bir kere rastladığım, bir daha denk düşmenin kaderin işi olacağı insanlara içimi döktüğüm günleri geride bıraktım. “Şanslı bir ânımdaydım.” diyorum.

66 saat 17 dakika. Öğretmenevine giriş yapıyorum. Odamın yerini öğrenip anahtarımı alıyorum. Aksini umuyordum ama bir oda arkadaşım var. Selam veriyorum. Sırt çantamı masaya bırakıp kendimi yatağa atıyorum. Bir müddet uzanıyorum. Uyuyakalmışım.

64 saat. Uyandığımda oda arkadaşımın hâlâ uyanık olduğunu görüyorum. Kitap okuyor. Yüzünde boşvermişliğin ifadesi var. Ne mutlu ne mutsuz. Kaygısız tasasız ve daha çok umursamaz gözüküyor. “Uyanmışsınız” diyor bana dönüp. Normalde gene umursamaz mı davranırdı yoksa aslında bunu tebessümle mi söylerdi bilmiyorum. “Yol beni yordu.” diyorum. “Akşam yemeği yediniz mi?” diyor. Hayır anlamında başımı sallıyorum. “İnsan yorgun düşünce uyuyakalır ama açlık onu uykusundan eder” diyor. Burada kesinlikle tebessüm ediyor olmalı. “Yerinde bir tespit diyorum.” Öyle olmadığını bile bile yüzümde davetkâr bir gülümseme umuyorum. “Ben de henüz yemedim. Bana katılabilirsiniz.” diyor. “Çok sevinirim.” diyorum. Umarım yüzümdeki ifade bir miktar işimi kolaylaştırıyordur.

62 saat. Yemeği dışarıdan söyledik. Gelmesi epey sürdü. Yemek boyunca konuşmadık. Zamanın durmasını ister gibi yavaş yavaş yedik. Yemek sonrası yavaş yavaş sohbet ortamı oluşuyordu. Kendimizden bahsettik önce. Neciyiz, işimiz gücümüz ne, neler yapıyoruz, neler seviyoruz, hangi takımlıyız, hangi partiliyiz…

60 saat 27 dakika. Birer soda açtık. Odada sigara içmek yasaktı. Olabildiğince mayışmıştık. Nihayet anlatmak için kendini hazır hissetti. O ân ne yaptığını ne iş üzere olduğunu her şeyiyle anlatmaya başladı. Sözü uzun tuttu. Anladığım kadarıyla pişman değildi.

59 saat 15 dakika. Sıra bana gelmişti. Hikâyemi ortaya döksem sonra toparlayamıyordum. Ama mademki bir iş için buradaydım. Mademki her şeyin sonuna yaklaştığımı umuyordum. Anlatabilirdim. Saatler sonra bir önemi kalmayacaktı ne de olsa. Bundan çok emindim. Fevkalade umutluydum.

58 saat. Yüz ifadesi umursamazdı ama hayrete düştüğünü biliyordum. “Başın sağ olsun.” dedi. Kelimeleri seçmeye çalışıyordu. “Senin yerinde başkası olsaydı sonsuz bir elem içinde olurdu. Yüzündeki ifade… Tanrım… Gerçekten büyük adamsın.” Estağfirullah, diye yanıtladım. “Sakinlik desem sakinlik değil, daha başka, daha anlamlı bir ifade yüzündeki. Ne olabileceğini hiç düşündün mü?” Utanmıştım. İyi ki yüzüm beni ele vermiyordu. Elbette düşünmüştüm. Yirmi beş yılda düşünülmeyecek şey miydi? Kendimi İbrahim’e biraz da bu yönden yakın buldum. Talihimizin benzerliği biraz da bu minvalden. “Metanet” dedim. “Metanet olduğunu düşünüyorum yüzümdeki ifadenin. Mevla’ma binlerce kez hamdolsun.”

57 saat 21 dakika. Yatsıyı kıldım. Uyku için hazırlığımızı yaptık. Oda arkadaşımın, ismi Ümit, uyuduğundan emin olduğumda yarının planını gözden geçirdim. Biraz düşüncelere daldım. Dualar ettim. Sonrasında uykuya teslim olmuşum.

51 saat 45 dakika. Sabah namazı için uyandım. Namaz sonrası bir müddet dua ettim. Tefekkür etmek beni rahatlatıyordu. Güneş doğana dek seccadenin üstündeydim.

51 saat. Toparlanıp ayrıldım. Sora sora Göbeklitepe’ye nasıl gideceğimi öğrendim. Bir araç kiralayıp yola koyuldum.

44 saat 33 dakika. Göbeklitepe’ye vardım. Kalabalığı pek yoktu. Görevliler vardı ama. Etrafı iyice gezdim önce. Görevli sayılarını, aradığım yerin tam olarak nerede olduğunu, hangi taraftan işe koyulacağımı not ettim. Sonra hazırlık için kendime uygun bir alan buldum.

41 saat 14 dakika. Haritayı kontrol ediyorum. Bundan 3 yıl önce bulmuştum. İskenderiye Kütüphanesi’nin yanması beni en çok üzen, en çok etkileyen olaylardandır. Onca kıymetli kitap, belge, yazılar ortadan kayboldu. Ara ara bazı kitapların parçalarına, sahifelerine rastlıyorlar şükür. Üç yıl önce elime geçen kaynak da şükür ki bunlardan biriydi. Bu başımıza gelen musibet meğer bundan binlerce yıl önce de yaşanmış. Böyle bir şey kayıtlara nasıl geçmedi bilmiyorum. Belki de kayda alınan tüm belgeler yangında yok olmuştu. Bulduğum belgeler bunu ortaya koyuyordu ama. Kleopatra sadece güzellik, gençlik sırlarının formüllerini, biyolojik hastalıkların tedavilerini bulmamıştı. Bu başımıza gelen illete binlerce yıl öncesinden çare bulan yine oydu.

40 saat 10 dakika. Etrafı gezen iki güvenlik görevlisini atlatıp haritada belirlediğim yere gidiyorum. Malzemelerimi çantamdan çıkarıp kazmaya başlıyorum.

38 saat 19 dakika. Epey kazdım. Ara ara etrafı kolaçan ediyorum. Bazen kazının başından ayrılıp bakınıyorum şöyle bir. Yanıma bir önlük aldım. Sahte bir arkeolog kartı yaptırdım. Bu önlemler bir nebze işimi kolaylaştırıyor.

36 saat. Şüphe çekmemeye çalışıyorum. Bir iki öğrenci görüyorum. Arkeoloji yahut tarih bölümünden olabilirler. Gelip başıma dikilirler diye korkuyorum. Soğuk bir şeyler almak için ayrılıyorum.

35 saat 40 dakika. Geldiğimde kazının başı boştu. Yerimi alıp kaldığım yerden devam ediyorum.

34 saat 26 dakika. Vicdanım sızlıyor. İstediğimi bulmak ümidiyle tarihi bir esere denk gelirim de ona zarar veririm diye korkuyorum. Ancak yapacak bir şey yok. Bu illetten kurtulmak her şeyden önemli. Bu illetten kurtulursak bir hatam olmuşsa da hoş görülecektir.

32 saat 3 dakika. Fazlasıyla yorgunum. Sıcaktan terler boşanıyor her yanımdan. Elimle deli gibi eşeliyorum toprağı. Biraz sonra aradığımı buluyorum. Yüz ifademden anlaşılmıyorsa da içimde hayret, sevinç, endişe, tedirginlik, umut, şükür duyguları birbirinin yerini alıyor.

Ayrılıyorum. Dönüş yolu daha kısa sürüyor. Yön duygumun kuvvetli oluşuna şükrediyorum.

26 saat 55 dakika. Merkeze varınca arabayı teslim ediyorum. Sabah öğretmenevinden çıkışımı yapmıştım. Yükümün hafif olması işime geliyor. Bir taksi ile otogara geçiyorum.

26 saat 10 dakika. Veznelerden bilet alıyorum acele. Tedirgin adımlarla otobüsü beklemeye başlıyorum. 20 dakika kadar sonra geliyor.

25 saat 40 dakika. Yerimi aldım. Şehri çıkınca şoför radyoyu açıyor. Kongre görüşmelerinin verimli geçtiğini söylüyor spiker. Beş yıl önce ve ondan önce olduğu gibi.

23 saat. Çok heyecanlıyım. Sırt çantamı kucağımda tutuyorum. Şişeye bir zarar gelir diye korkuyorum. Pek büyük sayılmaz. Kaç kişiye yeter bilmiyorum. Eve gidince deneyeceğim kendimde. Eğer işe yararsa çoğaltılabilir bir şekilde. Formülü, içindeki maddeler araştırılır.

20 saat 12 dakika. Dura dura gidiyoruz. Polis kontrolleri beni tedirgin ediyor. Şükür firesiz atlattık.

19 saat. Gözlerimi zar zor açık tutuyorum.

15 saat. Uyanıyorum. Molalarda inmemeye gayret ediyorum. Doğru dinlenme tesisini kollayıp namaz için inip hemen dönüyorum. Öfkeli ifadesiyle gezinen muavin beni tedirgin ediyor.

13 saat. Evdeyim. Çok az kaldı. Otogarda inip biraz soluklanıyorum.

12 saat 40 dakika. Taksi durağına gidiyorum. Adresi veriyorum. Konuşmaya mecalim olmadığından uyur gibi yapıyorum.

11 saat. Nihayet gerçekten evdeyim. Hemen yüklerimi bırakıyorum. Şişeyi karşımdaki orta sehpaya bırakıyorum. Çok heyecanlıyım ama kafam yerimde değil. Bir şeyler atıştırmak için mutfağa geçiyorum.

9 saat 5 dakika. Koltuktayım. Ne yapacağımı bilmiyorum. Elim gidiyor ama vazgeçiyorum. Yatsıyı kılmak için kalkıyorum.

8 saat. Eminim. Açıyorum.

7 saat 45 dakika. Şişeden bir yudum alıyorum. Biraz beklesem iyi olur.

6 saat. Aynanın karşısına geçiyorum korkuyla. Yüzüme bakıyorum.

3 saat. Ne kadardır baktım bilmiyorum. Defalarca ifademi değiştirdim. Şaşkınım. Sevinçliyim.

1 saat. Bunu herkese duyurmalıyım