Duygudan Yoksun

Pınar Civelek

Hep mutlu olsam diye düşündü, dert bana hiç uğramasa. Var mıydı acaba böyle bir ütopya? Herkesin mutlu olduğu bir yer hayal etti. Çeşit çeşit meyveler veren türlü türlü ağaçları, suların kayaları döverek çıkardığı o ferahlatıcı sese sahip olan şelaleleri, denizleri, ırmakları düşledi. Derdin, elemin olmadığı ve hatta ölümün olmadığı bir yer düşledi. Düşledikçe öyle bir yerin olmadığını hatırlayıp dertlendi. Yoktu ki öyle bir yer bilet alıp gitsin. Oraya ulaşacak herhangi bir taşıt olmasına da gerek yoktu yürüyerek de giderdi o. Ama gerçek acıydı, bu evrende öyle bir yer yoktu.

Yakın arkadaşının düğünü vardı. Düğün için kendisine yeni takım alacaktı. Alışveriş merkezine gitti ve çok ünlü bir mağazaya girdi. Takım elbiselerin olduğu reyona gidip kendisine en uygunundan bir takım aradı. Mağaza çalışanı da ona yardımcı oluyordu. Almaya karar verdiği takım ile birlikte üç kişinin olduğu sıraya doğru ilerleyip beklemeye başladı. Beş dakika bekledi. On dakika daha bekledi. Sıra bir türlü ilerlemedi. Ödeme yapan müşteri ile kasiyer arasında tartışma çıkmıştı. Dinledi fakat ne hakkında tartıştıklarını anlayamamıştı. O da çevresindeki insanları izlemeye koyuldu. Önce ağlayan bir çocuk gördü, babası istediği ayakkabıyı ona almamıştı. Çok pahalıymış. Sonra bir adam gördü çok ünlü bir markanın son çıkardığı ayakkabının üç rengini almıştı. Bir ayakkabı telefon parasınaydı. Sonra döndü tekrar çocuğa baktı. Babası ona başka ayakkabılar gösteriyordu “ Bak bunlar daha güzel. Hem bunlar mavi senin en sevdiğin renk” diyordu. Muhtemelen mağazadaki en ucuz ayakkabılardan bir tanesini göstermişti. Çocuk ağlamaya devam ettikçe babası da boynunu bükmeye başlamıştı. “Ulan paranın gözü kör olsun.” dedi Cengiz. Bu sefer takımını aldığı tarafa baktı. Bir kadın ve bir adam takım elbise bakıyordu. Muhtemelen evleneceklerdi çünkü baktıkları takım parlak ve fiyonkluydu. Onlar da çok mutluydular. Cengiz ne kadar farklı ruh hallerine sahip olduğunu düşündü insanların. “ Keşke herkes gülebilse ve mutlu olsa.” O etrafa bakıp düşünürken sıra ona gelmişti. Ödeme işlemini yapıp hazırlanmak için eve doğru gitti.

Takımını üstüne çekti ve küçüklüğünden gelen alışkanlıkla saçlarına limon sıkıp şekil verdi. Düğünün olacağı salona gitti. Davetliler yavaş yavaş geliyordu. Arkadaşlarını gördü ve onların yanına doğru gitti. Selamlaşıp sarıldılar. Epeydir görüşmüyorlardı. Düğün başlayana kadar koyu bir sohbete başladılar.

Gelin ve damat gelmiş düğün başlamıştı. Oyun havaları çalmaya başlamış ve pistte kalabalık artmıştı. Cengiz ve arkadaşları da pistteydi. Düğündeki herkes mutluydu. Derken hiç anlamadıkları bir anda bir kadın elinde silahıyla gelip hiç beklemeden damadı vurdu. Damat yere yığıldı. Etrafına toplandılar. İşin garip tarafıysa hepsi damat vurulmadan önce nasıl mutluysa öyle mutluydu, hiçbirinde bir şaşkınlık veya kızgınlık yoktu. Damadı vuran ise sinirliydi, sadece sinirli. Vurdu diye korkmadı ve kaçmadı. Hâlâ damada vurmak istiyordu fakat damadın etrafını çevirdikleri için vuramıyordu. Kimse de onu umursamıyordu. Hepsi gülüyordu. Cengiz de gülüyordu. “Kırmızı nasıl da yakışmış sana.” tarzında cümleler kuruyorlardı. Hiçbiri damada bir şey olacak diye üzülmüyordu.

Beklediler öyle mutlu mutlu. Sohbet ettiler damat son nefeslerini verirken. Gelin, damat ile gidecekleri balayını konuşuyordu. Damadın annesi gelecek orta parasını düşünüyordu. Sanki az önce damat vurulmamış gibi umursamıyorlardı. Damadı vuran kadın bir tane daha vuramadığı için kızıp gitmişti. Cengiz de mutluluğun ne güzel bir şey olduğunu düşünüyordu. Cengiz saf saf hep mutlu kalsam diyordu.

Uzun bir bekleyişin sonunda damat ruhunu teslim etti ama etrafındakilerin bunu idrak etmeye duyguları yetmedi. İçlerinden biri eğilip yanına nefes almadığını söyledi. “ Ah ne mutlu ona göçtü şu yalan dünyadan” “Sonsuz hediyelere kavuşmuştur şimdi.” “Bize de vursa şu cennete kavuşma talihi.” dediler. O kadar duygu yoksunuydular ki normalde ölümün adı geçse korkudan uyuyamayacak insanlar ölümün güzellemesini yaptılar. Hiçbiri üzgün değildi.

Cenazenin başında ağlayan, ağıt yakan yoktu. Her biri gülüyordu. Sadece bir kişi gülmüyordu. O da damattı. Cengiz mi? O hala hep mutlu kalmanın yollarını arıyor. Belki bir gün bulur.