Belli bir yaşa gelmiş herkes, hayatları boyunca en az bir korku filmi izlemiştir. Klasik olan, herkesin birbirini tanıdığı bir kasabada işlerin aniden tersine dönmesidir. Hava kararır, bulutlar tüm kinini kusar, gök adeta yarılır, bıla bıla. Bu, işlerin berbat bir hâl alacağının ilk göstergesidir. Yine de insanlar umursamamayı tercih ederler. Tabii kurgunun sonrası değişiklik gösterebiliyor. Bazen uzaylılar gelip ülkeyi işgal etmeye çalışıyor, bazen bir virüs peydah oluyor ama film hep mutlu sonla bitiyor. Sonuç olarak, hemen hepsi aynı kurguların, aynı tahmin edilebilirliklerin etrafında daireler çizip duruyorlar. Şimdi, ne konuşuyor bu diyecek olursanız, demeyin. İki cümle sonra zaten açıklamaya başlayacağım. Hatta sizi mi kıracağım, başlıyorum yahu.
Bundan yaklaşık beş yıl önce, o ‘kasaba’lardan birinde yaşıyordum. Herkes birbirini tanımıyordu tabii de siz yine de öyleymiş gibi düşünün. Böyle anlatınca daha heyecanlı oluyor. İşte, yıllar önce bir gece yarısı, millet uykudayken gök kararıp sıkıştı; yağmur, şimşek ne varsa yeryüzüne salıverdi. Bu birkaç gece devam etti. İnsanların çoğu bu gök gürültüsünden uyuyamaz oldu. Bazı vurdumduymazlar çıkıp ağzını yayarak ‘nolcak yağğğğ’ deselerde onların uykusunu kaçıracak şeyler de çok geçmeden yaşandı zaten. Yerden, gökten tam teşkilat doğa bize savaş açmış gibiydi. Sadece bize de değil, tüm dünya benzer haberlerle çalkanıyordu.
Neyse işte. Felaket, felaketi kovaladı. A ha! Kıyamet geliyorcular bir taraftan, bilimsel bir neden arayanlar başka bir taraftan, her şeyi salanlar da ordan burdan konuşmaya başlamasınlar mı? Hâl böyle olunca da ortalık bir karıştı ki sormayın. Hükümet sözünü geçiremez oldu. Asker, polis mahvoldu.
Meğer herkes en kötüsünü yaşıyoruz sanarken felek yan dönmüş bize gülüyormuş. Yaşananlar hiçbir şeymiş a dostlar. Daha da fenaları varmış da biz yine en kötüsünü kendimiz yaşıyoruz sanıp durumu abarttıkça abartmışız.
Çok geçmeden ortalık duruldu. Birkaç gün, birkaç ay derken insanlar artık bu konuyu konuşmaz oldu. Herkes rahatlamış günlük hayatına devam ederken hiç beklenmedik bir şeyle karşılaştık. Bir sabah uyandık ve her şey filmlerdeki gibi hooop yokuş aşağıydı.
Duygularımızı kaybettik. Sadece bizim kasaba da değil ha! Yaşayan ne varsa. Gerçi, tam olarak kaybetmiş sayılmazdık. Uykuya dalmadan önce hissettiğimiz son duyguya mahkûm kaldık sadece. O nasıl iş, diyecek olursanız; biz de bilmiyorduk. Kimse bilmiyordu. Uzun bir süre hızlı giden bir arabanın camına yapışmış sinek gibi kalakaldık. Ortada bariz bir sorun vardı ama herkes ayrı bir telden çalıyordu. Birbirimizle anlaşmamız çok güçtü. Çok geçmeden hükümet duruma el attı. Yaşayan her şey altı temel duyguya göre kategorilere ayrıldı. Öfkeliler ve tiksinenler, çok karşı çıktılar ancak itirazları kabul görmedi. Onlar reddetmeye devam etselerde insanlar sınıflandırıldı.
Sınıflama projeleri detaylandırılırken bir yandan da bilim insanları çalışmalarını sürdürdü. Kategorilenme mesleklerde şok etkisi yarattı. Belli mesleklerde yalnız belli duygular yer alabilir hâle geldi. Bu nedenle bilim insanlarından geriye kalanlar da haddinden fazla uğraştılar bu işle. Birkaç geçersiz teorinin ardından ispatlamak üzere oldukları yeni bir fikirle çıktılar insanların karşısına.
Bu arada da sınıflandırma sistemi gittikçe daha ince detaylara sahip oldu. Başlangıçta altı temel duyguya göre kategorilenen insanlar artık kendi gruplarında da kategorilenmeye başlamışlardı. Sınıflandırmadan sorumlu kimseler, bu iş için Plutchik Duygu Çarkı’nı baz aldıklarını açıkladılar. Artık kategorilerin kategorilerinin kategorileri vardı.
Neyse, ne diyordum? Hah! Duyurularının ardından, bilim insanları kısa sürede teorilerini test etmeyi başardılar. Haber kanalları peşlerinde kuyruk oldu. Çıktıkları her kanalda teorilerini ‘’Yaşayan her şey, bilinçli yahut bilinçsiz, yaşamını sürdürmeye devam etmek için mücadele verir’’ sözleriyle anlatmaya koyuldular. Ard arda yaşanan doğa olaylarının, atmosferin dengesini bozduğunu, Dünya’nın, bozulan bu dengeye karşılık ayakta kalmaya çalıştığını söylediler. Tüm sistemin değiştiğini, bunun canlıların frekanslarını etkilediğini, en önemlisi de beyindeki spesifik bir bölgeyi ciddi anlamda etkilediğini iddia ettiler. Yaşanan tüm karmaşanın nedenini beynimizdeki minicik bir bölgeye, Amigdalaya, ithaf ettiler. Nomigdala Sendromu, diye de uydurma bir isim attılar ortaya.
Amigdalanın duygularla yoğun bir ilişkisi olduğundan ve duygu yoğunluklu durumlarda bu bölgede ciddi bir aktivite görüldüğünden bahsettiler. Tabii bu yaşananlardan önceymiş. Şu an fMRI ile aynı bölge tarandığında bölgenin aktivitesinde tehlikeli bir stabilite olduğunu ve bu durumun ciddi bir kısıtlılık yarattığını açıkladılar. Bu kısıtlılığın uzun vadede beyinde bölgeler arası bağlantıyı sekteye uğratacağını, Evrim Teorisi’nin yeniden günyüzüne çıkacağını söylediler. Falan filan.
En sonunda da bu konu için sıkı bir program başlatıldığını, endişelenmememiz gerektiği gibi bir saçmalığı da telkin etmeyi unutmadılar. Endişe duyanların yalnız Korku ve Şaşkın kümesindekiler olduğunu unuttular.
Sınıflandırma sistemi gittikçe daha fazla detay kazandı. Hükümette de radikal değişikliklere gidildi. Kategoriler her alanı etkiledi. Yönetici rollerine Mutlu’lar alındı. Olası sorunları engellemek için seçtikleri yardımcıların Korku kümesinden olması zorunlu tutuldu. En büyük sorunlar işlerden ziyade evlerde, ailelerde gerçekleşti. Aile kavramı gittikçe değersizleşti. Güçsüz kılınanlar ekarte edildi. Yöneticiliğe kabul edilmeyen Mutlu’ların çoğu influencerlığa geçiş yaptı. Baktılar ki temel kümeler yeterli gelmiyor, muallak bulunan Utanç kümesi de sisteme dahil edildi. Utanç’lar ücra mahallelere yerleştirildi. Öfke’lerin iki zıt kutupta çalışabilmesi için izin verildi: Polis ve seri katil. Tüm yapılar değişti, denge başta olduğundan daha bozuk hâle geldi.
Bilim insanları, verdikleri telkinin aksine bir çözüm üretemediler. Her ne kadar bir sistem oluşturulmaya çalışılsa da sorun çözülemedi. Evrim Teorisi dönüştürüldü ve giderek daha fazla önem kazandı. Duygularını çok güçlü yaşayanlar gelecek nesillere öncü olurken; belli edemeyenler kısa sürede hayata gözlerini yumdu. Ortada bariz bir savaş olmamasına rağmen yine de ‘güçlü’ olanlar kazandı. Nüfus azaldı. Tek bir duyguya saplanıp kalmak insanları sonlarına yaklaştırdı.
Derken, hiç beklenmedik bir şey oldu. Yine bir gece yarısı gök yarıldı, bulutlar tüm kinini kustu insanoğluna. Her şey nasıl ansızın başladıysa öyle son buldu. Oluşturulan tüm saçma sapan sistem yerle bir edildi. Hoş, başımıza gelenler filmlerdeki kadar kısa sürmedi. Nitekim sonu aynı bitti.
— Happy The End —