(Ayrım günü) Gökyüzü açılır da orada pek çok kapı oluşur. (Nebe sr. 19)
* Hikmet nine Hikmet nine, derdimize bir çare söyle.
* Gelin bakalım gençler, söyleyin derdiniz neler?
* Hikmet nine Hikmet nine, bıktık tarla tapandan, sıkıldık biz bu diyardan.
* Gençler! Kadere kafa tutulmaz, Tanrı’nın lutfetmediğinde huzur bulunmaz.
* Hikmet nine Hikmet nine, toprak lütuf mudur, lütuf buysa azap ölüm müdür?
Köyün gençleri ve çocukları her akşam Hikmet ninenin evinde toplanır, ondan hikâyeler dinler, her cümlesinde dertlerine deva ararlardı. Anlatılan hikâye bitince gündüzki köy işlerinin verdiği yorgunlukla, akşamki hikâyelerin verdiği mahmurlukla, ayaklarını sürüye sürüye evlerinin yolunu tutarlardı. Hikmet nine; nur yüzü, bal sözü, ahu gözü, derin bakışı, yürekleri okşayışı ile inşirah verirdi gençlerin gönüllerine.
Doğdukları gün toprakla tanışan bu gençler köyden ve köy işlerinden sıkılmış, coğrafyanın kaderliliğine kafa tutmak, terk-i diyar, tebdil-i mekân etmek, beyaz yakalarıyla masa başında iş tutmak, oturmaktan sıkılmak, sıkılınca depresyona girebilmek, kahve yudumlayarak kitap okumak, az bildiğiyle her şeyi biliyormuş gibi yaparak fikrî tartışmalara girmek, burnunu hep havada tutmak, tarlada çalışarak değil güneş altında yatarak yanmak, çeşit çeşit kremler, boyalar sürmek, paspasparlayarak şehrin ışıltılarından birisi de kendileri olmak istiyorlardı.
Hikmet nine bal damlayan ağzını araladı ve başladı anlatmaya: Dinleyin bakalım gençler, her insan dünyaya gelmeden evvel bir melek tutar elinden, önce dünyayı gösterir uzaktan sonra dünyada karşılaşacağı ve karışacağı insanları tanıtır. Bak, der bu anan şu baban, bu yârin şu yarenin, eşin, dostun, bacın, kardaşın, hasmın, hısmın... Sonra melek, hayat yolunda yürütür insanı. Bazen dikenli bazen yumuşacık, yer yer çökmüş, yer yer çatallaşan upuzun bir yoldur bu yol. Kenarında dağlar, ormanlar, çöller, tarlalar, aslanlar, kaplanlar, ayılar, öküzler, çiçekler, ağaçlar, meyveler, sebzeler ve bir sürü kapılar vardır. Bu kapıların üstünde de yazılar. Kimisinde iş kimisinde eş kimisinde para kimisinde sağlık kimisinde sanat kimisinde zanaat kimisinde huzur kimisinde kusur yazar. Elem, keder, illet, zillet yazanlar da vardır. Bu kapıların kimi saray kapısı gibi ihtişamlı, kimi kümes kapısı gibi çirkindir.
İnsan, ihtişamlı bütün kapılardan geçmek ister. Hepsine koşar. Hepsini zorlar. Bu ihtişamlı kapıların kimisi hemen açılır. Kimisi sıkı sıkı kapalıdır. İnsan açmak için zorladıkça daha sıkı kapanır. Kilit üstüne kilit vurulur. İnsan ağlar, bağırır, kapıyı yumruklar, saçlarını yolar, kendini paralar da açılmaz kapı. Çünkü nasip… Bazı kapılar sonuna kadar açıktır, insanını bekler. İnsan açık olan o kapıdan kolayca geçer bazen. Bazen yanından geçip gider de görmez kapının açıklığını. Bazen başka bir kapının ihtişamına kaptırır kendini, görmezden gelir açık olan kapıyı. Çünkü nasip… Bazı kapılarsa aralıktır, insanın ufacık ittirmesiyle açılıverir. İnsan bazen bu aralık kapıları ittirir bazen erinir. Bazı aralık kapılarsa insanın itmesine rağmen açılmaz. Sanki arkadan da birisi itiyor gibi. Çünkü nasip…
İnsan çirkin kapılardan geçmek istemez. Çünkü güzele vurgundur insan. Çirkini görmek, duymak, hissetmek istemez. Ama bazen görünmeyen eller tutup geçirir insanı çirkin kapılardan. Çünkü kısmet… En ilginci de ne biliyor musunuz gençler? İnsanın koşarak gittiği bazı ihtişamlı kapıların ardında gizlidir bazı çirkin kapılar. Misal: İnsan, başarı kapısından geçtiğini sanırken birden zillet kapısı açılır da zillet çamuruna düşe kalka geçer insan. Bir dilberin gözlerinin nakşolduğu aşk kapısından geçmek ister mesela. Bazen zorla bazen kolaylıkla açılır bu kapı. Lakin ardında illet kapısı vardır bazen. Süründürür insanı. İhtişamlı kapıların ardında çirkin kapılar açılır da çirkin kapıların ardından ihtişamlı kapılar çıkmaz mı hiç? Çıkar tabii. Bazen görünmeyen eller çirkin kapılara sürüklerken insan; ağlar, sızlar, uğunur, gitmek istemez, geçmek istemez o kapıdan. Ama geçince bir de ne görsün çirkin kapının ardında üstünde hayr yazan bir kapı. İşte Sizin şer bildiğinizde hayr, hayr bildiğinizde şer vardır[1] ayeti devreye girer burada. Çünkü kısmet…
Hiç sormuyorsunuz gençler, insan niye illa kapılardan geçmek ister? Yürüyüp gitse yolunda, olmaz mı? Olmaz. Çünkü her insanın yolda aradığı bir şey vardır. İçindeki yangını söndürmek için aradığı bir şey. Yangın, hasret yangınıdır. Öz yurdundan sürülmüş olmanın yangınıdır. Sönmez o yangın. Ölene kadar sönmez. Yine de insan bir nebze olsun acısını hafifletmek için bir merhem arar. Kimi insan ne aradığını bilmez, kimi insan ne aradığını bilir fakat ne için aradığını bilmez. Yalnızca az ihtişamlı irfan kapısından geçenler bilir neyi ne için aradığını. Kapıların en önemlisi kader kapısından bahsetmedik, değil mi gençler? Kader kapısı en büyük kapıdır. Onun ardını insan kendi inşaa eder. Girip çıktığı kapılardan biriktirdikleriyle oluşur kader kapısının arkası.
Şimdi gelelim sizin toprakla olan bağınıza. Gençler, bu köyün kurucusu büyük büyük atamız Toprak ananın gözünden doğan koca türabi, melekle birlikte hayat yolunda yürürken ilk olarak irfan kapısından geçmiş. İrfan kapısı onun için sonuna kadar açıkmış. O kapının ardında ne çiçekler dermiş, ne ballar yemiş atamız. Ol sebepten aranması ve bulunması gereken yegane nesnenin huzur olduğunu bilirmiş. Gördüğü kapılardan kafasını uzatmış, bakmış huzur var mıdır, diye. Huzur varsa girmiş yoksa kaçmış. Para kapısından bu sebeple kaçmış mesela. Aşk kapısına nakşolmuş büyük büyük anamız Bülbül şakıtan ahu gözlü gülcevher Hatun’un gözlerinde huzuru bulunca o kapıdan geçmiş. Kapının ardı çölmüş. O çölde aç, susuz, dermansız günler geçirdikten sonra eş kapısından geçirmişler atamızı. O kapı senin bu kapı benim girip çıkar, görüp geçerken nihayet kader kapısına gelmiş Toprak ananın gözünden doğan koca türabi. Kader kapısını bir iteklemiş karşısında bir yığın toprak. Bir sağa bakmış, bir sola bakmış, bir yanındaki meleğe bakmış, bir diğer yanındaki yoldaşı Bülbül şakıtan ahu gözlü gülcevher Hatun’a -eş kapısından sonra her kapıya birlikte girip çıkmışlar- bakmış, sonra kafasını göğe çevirip hikmetinden sual olunmaz, diyerek eğilip toprağı koklamış. İşte huzur burada, demiş. Huzur burada. Toprağın ardında sonuna kadar açılmış rızık kapısı, ziraat kapısı, sanat kapısı, sağlık kapısı, afiyet kapısı varmış. Bir de zamanı gelince açılacak olan, gerçek huzurla hasret arasındaki köprü kabir kapısı.
İşte o gün bu gündür toprak bizlerin kaderidir gençler. Ondaki huzuru içinize çekin. Onunla kavgalı olmayın. Siz hatırlamasanız da geçtiniz ardında toprak yığını olan kader kapısından. Toprak içinize işlesin ki açık kapıları görebilesiniz.
Köyün gençleri istedikleri cevabı alamasalar da göğüslerinin üzerindeki sıkıntı yumrusu Hikmet ninenin muhabbetiyle eriyip yok olmuştur. Mahmur gözlerini tüy gibi hafifleyen kalplerine çevirip oldukları yerde sızıp kaldılar. Ne de olsa Hikmet nine uyuyanın üstüne kar yağar, diyerek üstlerini örter, günün ilk ışıklarıyla etrafında gençleri toplayıp yeni hikâyeler anlatacağı kahvaltı sofrasını kurar.
E. Ecran
________________
[1] … Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken, siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara sr. 216)