Meleklerle konuştuğum gün kıyamet kopana kadar ölmeyeceğimi söylediler bana. Sana inananlara bu dünyada da öteki dünyada da hüzün, gam, keder yok, dediler. Peygamberle konuştuğum gün en sevdiğim ümmetim sensin, dedi bana. Senin yolun benim yolumdur, dedi. Cennette en yakın komşum sensin, dedi. Siz, benim eteğimi bırakmazsanız ben de sizin elinizi bırakmam. Böylece sizi doğrudan cennete ulaştırırım.
Şeyh Hızır’ın kadın ve genç kızlardan oluşan müritleri gözyaşlarıyla dinliyorlardı kendisini. Son cümleden sonra sırayla gelip cüppesinin eteğini öptüler. Herkes etek öpmeye kalkınca komşusu Şerife Hanım’ın ısrarıyla gelen Emine Hanım da mecburen kalktı. Kimseye fark ettirmeden şeyhin eteğine burnunu silip oturdu. Ne yapsın, yanına peçete almayı unutmuş. Şeyh, eteğindeki sümükten habersiz anlatmaya devam etti: Sıradan bir âdemoğluydum ben. Öyle sanırdım. Değilmişim. Peygamberler de bilmez peygamber olacağını, sıradan bir insan sanırlar kendilerini. Ne zaman Cibril-i Emin gelir Allah’ın mesajını iletir, o zaman öğrenirler peygamberliklerini. Ben de öyle bir gün öğrendim Allah’ın sevgili kulu olduğumu. Kardeşim Kabil, Habil’i öldürdüğü gün içimi bir sıkıntı kapladı. Bir karanlık çöktü ruhuma. Bir dağın tepesine çıktım. İçimdeki sıkıntıyı kusmak için avazım çıktığı kadar bağırdım. Olmadı. O sırada Kabil’i gördüm. Karşı dağın tepesinde Habil’in cesedini sürüklüyordu açtığı çukura doğru.
Taa karşı dağın tepesini nasıl görüyorsa, diye düşündü Emine Hanım. Şeyh Hızır, Emine Hanım’ın gözlerine bakarak benim gözlerim şahin gözü gibidir baktığımın en uzağını, en derinini görürüm, dedi ve anlatmaya devam etti. Kabil’e bağırdım ne yaptın sen, diye. Kabil duymadı beni. Gidip ben de onu öldürecektim. O esnada tepemdeki beyaz bir bulut yere indi. Bulutun içinden bir melek çıkıverdi. Sen, dedi. Sen seçilmişlerdensin. Salihlerden, sıddıklardansın. Sakın Allah’ın emri olmadan hiçbir şey yapma, dedi. Durdum. Titremeye başladım. Melek beni sıktı. O zaman kustum içimdeki sıkıntıyı. Sonra beni meleklerle dolu bir yere götürdü. Melekler, ölümsüz olduğumu anlatan bir şarkı söylediler bana. Töbe töbe, dedi Emine Hanım içinden. Allah’ın melekleri hiç şarkı söyler mi, töbe töbe. O günden sonra Allah, her önemli işe beni koştu, diye sürdürdü Şeyh Hızır konuşmasını. Nuh’un gemisine ben yetiştirdim iman edenleri. Lut’un karısını ben oyaladım, azaptan kaçan ailesine yetişemesin, diye. Yusuf’un düştüğü kuyuya o kervanı yönlendiren de bendim.
Kaynanamınan kayınbabamın düğününü de sen etmişsindir zahar, dedi Emine Hanım içinden. Şeyh Hızır, Emine Hanım’a bakarak senin kalbinde şüphe var. Kalbini karartıyor o şüphe. Karanlığın bizi de sarmadan o şüpheden arınman gerek. Sor, neyi merak ediyorsan anlatayım, dedi. Emine Hanım benim herif ne zaman ölecek, diye sordu. Şeyh Hızır gaybı Allah’tan başkası bilir mi bre gafil, diye kızdı. Maziden sor soracaksan. Emine Hanım biraz düşündükten sonra sordu: Şeyh Efendi niye evlenmedin? Yalnızlık Allah’a mahsus değil mi? Evlenmek sünnet değil mi? Şerife Hanım, komşusunu dürttü kız başka soru bulamadın mı? Koca şeyhe böyle soru sorulur mu?
Şeyh Hızır bir Emine Hanım’a baktı bir diğer müritlerine. İçini çekti. Gözleri doldu. Ben, dedi sesi titreyerek. Süleyman (as) zamanında cinlerden bir dişi cine aşık oldum. O güne kadar yeryüzünde onun gibisini görmemiştim. Şimdiye kadar da görmedim. Gözleri ahulardan, sesi bülbüllerden, yüzü hurilerden güzeldi. Güzelliği içime işledi. Kalbim aşktan yanıyor, beynim uyuşuyordu. Kendimi kaybettim. Eridim, tükendim. Neredeyse kime kul olduğumu unutacaktım. Allah seçilmiş kullarını günahtan korur. Yusuf’u koruduğu gibi beni de korudu da aşkın sahibini hatırlayıp istiğfar ettim. Ama aşk illetinden kurtulamadım.
Cinin aşkı yüreğime ağır gelince gittim itiraf ettim kendisine. Âdem’den bu güne bir seni sevdim, bir sana yandım, dedim. Evlen benimle, dedim. O ise benim aşkıma alaylı bir kahkahayla karşılık verdi. Kahkahası asumanı sardı, dağlarda yankılandı, toprakta bitti. Toprakta bitene kahkaha çiçeği dediler. Şimdilerde balkonları, bahçeleri süsleyen o çiçek gururumun celladıdır. Duymayan kalmadı karşılıksız aşkımı. Günlerce tüm mahlukât dalga geçti benimle. Beni bu hâle düşürdüğü için çok kızdım cine. Sevdaya da aşka da küstüm. Allah’tan cini öldürmek için izin istedim. Zedelenen gururumu ancak o şekilde telafi edebilirdim.
Kadınlar duydukları karşısında şok oldular. Aboo, dediler. Vıyh anaam, dediler. Önce şeyhe acıdılar sonra ürktüler. Şeyh devam etti: Allah beni sevdiği için izin verdi cini öldürmeme. Aşkı öldüreni öldürmek caizdir hem. Hele hele aşkla dalga geçeni azapların en şiddetlisiyle cezalandırmak gerek. Allah izin verince ben, gece gündüz cini gözetler oldum. Öldürmek için en uygun zamanı kolladım. Gece uyumuyor, gündüz kalkmıyordu. Bir bulutun üzerinde derin derin uyuduğu bir sabah sapanıma ateşte kızdırdığım bir çakıl taşını yerleştirip fırlattım. Tam kafasına isabet eden o tek taşla can verdi. Aşıkların maşuklarına tek taş alması da o olayı temsil eder esasında. Cini öldürdüğümü duyan bütün cinler bana düşman oldular. İns ile cinin kavgası da o gün başladı. Ben de o gün bu gündür tövbeliyim aşka, evliliğe. Yeniden içini çekti şeyh efendi. Gidin artık, bugünlük bu kadar yeter, yoruldum, dedi kadınlara.
* Evlilikle aşkın ne alâkası var?
* Efendi Hazretleri cine mi aşıkmış zamanında vıııııyy!
* Cinlerin kadınları bizden daha güzelse iyi ki bizim herifler onları görmüyor.
* Akşama yemek de yapmadım. Siz ne yaptınız gıı, ben de onu yapıyım.
* Bizim Hatçe’nin oğlan da evlenmiyor ya acep diyom, o da mı cine aşık
* Töbe töbee….