Vitrinden Sokaklara

Pınar Civelek

"Ben bir mankenim mağazada. Ne müşteri bunun farkında ne de satıcı farkında." Ofladım ama duyan olmadı. Sabahın erken saatlerinden beri gelen giden hiç bitmedi. Beş yıldır buradayım. Beş yıl önce bir sürü mankenin olduğu bir yerdeydim. Neresiydi hatırlamıyorum. Sonra buraya getirdiler beni. Hiç hareket etmedim. Aynı yerde ve aynı konumda; mağaza camının hemen arkasında… Yok mecaz olarak değil, gerçekten burdayım ve hiç hareket etmedim. Burası beş yıl önce tam da bugün açılmış, sahibi öyle söyledi sabah. Ufak tefek, kıvırcık saçlı şirince bir kadın, her sabah onu mağazayı açmaya gelirken camın önünde görüyorum. Hareket edemediğim için sadece önüme geçtiğinde onu görebiliyorum.

Bugün mağazanın beşinci yılını kutlayacaklardı. Tüm çalışanlar ve gelen misafirler pasta kesip kutlayacaktı. Bunları da çalışanlardan duymuştum. Ben ne öğrendiysem hepsini onlardan öğrenmiştim ama haberleri yoktu. Onlarla çok defa konuşmaya çalıştım lakin hiç duymadılar. Belki yüzüme baksalar ağzımı okuyabilirlerdi. Sahi benim ayaklarım, kollarım oynamazken ağzım oynayabiliyor muydu? Kendimi hiç görmedim ben. Acaba benim saçlarım da kıvırcık mı ya da gözlerim ne renk? Ya da beş yıl önce gördüğüm mankenler gibi kel miydim? Ben de bu sokakta yürüyenler gibi yürümek, koşmak, mağazalara girmek istiyordum. Her gün bunun umuduyla batan güneşi uğurluyordum.

Bazı zamanlar mağaza çok kalabalık olurdu ama bazı zamanlar da mağaza sinek avlardı. Bu cümleyi Nazlı dedikleri insandan öğrenmiştim. Çoğu kez kullanmıştı bu cümleyi. Mağazanın sinek avladığı zamanlar dizi izliyorlardı. Yanlış hatırlamıyorsam adı Çalıkuşu'ydu. Dizi ne demek yine onlardan öğrenmiştim. Ama hiç görmedim diziyi. Sadece bir sürü insan konuşuyordu. Çalışanlar bazen üzerimdeki kıyafetleri çıkarıp farklı kıyafetler giydiriyordu. Bazen giydirdikleri kıyafet için " Çok kırışık. Ütülenmesi gerekiyor." diyorlardı ve çıkarıp başka giydiriyorlardı. Ütülemek ne demek bilmiyorum.

Nazlı az önce "Birisi mankenin üzerindekileri çıkarıp askıdakileri giydirsin, diğerleri de depoya gelsin." demişti. İşe bir ay önce başlayan Murat bu görevi üstlendi ve kıyafetlerimi çıkarıp askıdakileri giydirmeye başladı. Giydirdikten sonra boynuma bir şey taktı uzun, enli bir ip. Öyle bir sıktı ki beni boğacak zannettim. Bağırdım ona. Yüzüme baktı. Bir saniye… Beni duydu mu? Ben, beni sıktığını nasıl hissettim? Murat aniden yere düştü.

Kafamı yere eğdim. Kafamı, eğdim. Benim kafam nasıl eğildi? Elimi kaldırdım. Benim elim nasıl kalktı? Ben hareket mi ediyorum? Gerçek mi bu? Adım attım ama yalpalayarak. Düşüyorum zannetim ilk. İçimde bir şey çarptı. İlk defa oldu. Ne olduğunu bilmiyorum.

Adımları mı mağazanın içine çevirdim. "Waaaw, burası nasıl bir yer? Bir sürü güzel kıyafet…" Ansızın bir insan gördüm. İçimde çarpan şey tekrar çarpmaya başladı. "Şey…" dedim, o da bana dedi. Nasıl yani? Elimi kalırdım olayı anlatmak için o da kaldırdı. Elimi ona uzattım o da uzattı. Elini tutmak için uzandım, hooops o da ne sert bir şey, elim acıdı. Tekrar denedim olmadı. Sert bir şeye vuruyordu elim. Ben ne yaparsam karşımdaki insan da onu yapıyordu. Hey bir saniye yoksa bu ayna mı? "İsterseniz aynada nasıl gözüktüğünüze bir bakın" diyordu satıcılar bazen. O zaman ayna nasıl bir şeydi bilmiyordum. Sanırım ayna bu ve karşımdaki insan da benim. Kendime baktım uzunca bir süre. Sonra herkesin içeri girdiği o kapıdan ben dışarı çıktım. Bir sürü insan bir sağa bir sola savrluyordu. Sağ neresi, sol neresi bilmiyorum.

Bir çocuk gördüm koşan, peşinden ben de koştum. Başka çocukların yanına koşmuştu. " Hadi seksek oynayalım." dediler. Onları seyrettim. İnsanlar yere oturuyordu. Ben de oturdum ve çocukları izledim. Yaptıkları hareketleri, yerden aldıkları küçük cismi tekrar yere atışlarını hayranlıkla izledim. Ben de oynamak istedim. Yanlarına gittim. "Şey, ben de oynayabilir miyim?" dedim. Hepsi kafasını salladı. Küçük cismi bana verdi bir tanesi. Önce onu inceledim. Değişik bir şekli vardı. Gözlemlediğim gibi önce taşı attım. Girmesi gereken çizgilerin içine girmedi. Çocuklar güldü, anlamadım. Ben de güldüm. Cismi elimden alıp beklememi söylediler. Bekledim ve onları izledim tekrar. Bir müddet sonra taşı bana verdiler. Bu sefer başardım, cismi çizgiler içerisine atabildim. Sonra çocukların yaptığı gibi bir ayağımı kaldırdım ve yürümeye başladım. Çocuklar yine güldü, anlamadım. Ben de güldüm.

Yüzümden sular akıyordu. Yüzüme bakıp " Abi " dediler. Heralde bana söylüyorlar. "Kravatını çıkarsana, boğulacaksın şimdi." "Bana mı dedin? O ne, nasıl çıkartacağım?" dedim. Güldüler. Güldüm. bir tanesi yanıma yaklaştı eğilmem gerektiğini söyledi. Eğildim. Elini boynuma götürdü. Enli ipi tuttu ve bir şeyler yaptı. Sonra boynumdan çıkardı. Sonra bir çığlık sesi yükseldi. "Euzubillahimineşşeytanirracim!!", " Noluyor lan, noluyor!!?", " Gördünüz mü olanları!?" diyerek koşmaya başladılar. Ya yukarı ya aşağı, ya sola ya sağa… Bilmiyorum. Ben de koşmak istedim ama hareket edemedim. Denedim ama olmadı. Olduğum yere çakılı kaldım. Enli ipse ayağımın ucunda kaldı.Bu sefer kimse gülmemişti ben de gülmedim.