Unutmak Kolaysa Kime Kolay?

Pınar Civelek

Annemin memleketinden Yozgat'a varmak için çıktım yola. Seyyahmışım gibi gitmediğim yer kalmadı. Dağıtmam gerekiyordu kafamı, unutmam gerekiyordu yaşadıklarımı. Üstüme duman gibi sinen pişmanlıklarımı yeni yerler görerek unutmaya çalışıyordum.

Unutmak insana verilen bir nimetti. Ama ben bu nimetten yoksundum. Bazıları sabah yediğini unutur ama ben iki sene önce bile ne yediğimi hatırlıyordum. İki sene önce tam bugün bu saatlerde “Zamanı Durduranlar” adlı dizinin altıncı bölümünü izliyordum. Başroldeki liseli öğrenci teslim edeceği ödevi yetiştiremediği için zihninde zamanı durdurup en sevdiği oyun olan Zula'yı oynamaya devam ediyordu. Nasıl olsa vakit bol diyordu. Zaman oluşturmuştu ama amacı için kullanmamıştı. Her neyse, benim zamanı durdurmaya değil unutmaya ihtiyacım vardı.

Unutamadıklarım, unutabilenler için büyük bir şey değildi fakat benim için her biri birer pişmanlıktı. “Keşke şunu söylemeseydim.” dediğim kişinin yüzüne baktığımda ona söylediğim her şey ve onunla yaşadıklarımız gözümün önünden film şeridi gibi geçiyordu ve bu, benim o kişinin yüzüne bakarken kızarmama ya da “Ya ben ne akılsızmışım.” Veya “Bunu da söylememişsindir ya, aferin sana(!)” gibi ithamlarla kendimi demoralize etmeme sebebiyet veriyordu. Bu yüzden çokça seyahat edip yeni yerler görerek oralar hakkında bilgiler ediniyordum. Hafızamda kalmasını istemediğim gereksiz her şeyi öğrendiklerimle örtbas etmeye çalışıyordum. Bazen işe yarar gibi oluyordu.

Sevdiğim akrabalarım bana “Hafızanı sildirtsene” diyordu. Ben de onlara “Sizi unutmamı ve hayatınızdan çıkmamı mı istiyorsunuz?” diyordum. Öyle ya benim derdim her şeyi unutmak değildi. Pranga gibi ayağıma takılanlardan kurtulsam yeterdi.

Tek sıkıntı seyahatleri otobüs ile yapıyor olmamdı. Ve nerden baksan bazı seyahatler de on altı saat sürüyordu. Bir şey yapmadan on altı saat boyunca koltukta oturmak aklımdan çıkmayanların tasniflenip tek tek şeritler halinde gözümün önünde akmasına neden oluyordu. Aslında kaçtığımı zannettiğim şeye dört elle sarılmak gibi bir şey yaşanıyordu. Kulaklıkla şarkı dinlesem her şarkı sözü alakalı alakasız her şeyi önüme seriyordu. Yola bakarken aklıma gelenleri zaten hiç söylemiyorum bile. Uçakla niye gitmiyorsun diyenler de var. Uçaktan da korkuyordum. İlk bindiğimde kalp krizi geçirecek gibi olmuştum.

Yolculuklarımın kolay geçmesini sağlamak için de bir çözümüm vardı elbette; yastığımı alıp cama dayayarak uyumak... Sadece uyuduğumda zihnimdekiler duruyordu. Uykum yokken de başımı yastığa koyduğumda uyuyabiliyordum. Hem de istediğim saate kadar... Tek sıkıntı uyuyabilmem için yastık olması gerekiyordu. Yastık olmayınca uykusuzluktan bayılsam da uyuyamıyordum. Zaten iş harici boş günlerimde de hep uyuyordum.

Şu anki yolculuğumda tek sıkıntı yastığımı unutmuş olmamdı. Mola vereceğimiz dinlenme tesisine dört saat vardı. Dört saat benim için kabir azabı demekti. Uyumaya çalıştım olmadı. Sağa baktım ilkokulda arkadaşlarımın benimle dalga geçmesi aklıma geldi, sola baktım kırdığım insanların yüzleri bir bir önümden geçti. Yaşamak istemediklerim ama daha önce yaşamış olduklarım çamaşır makinesindeymiş gibi döndü durdu beynimin içinde. Öyle bir noktaya geldim ki ağlamaya başladım. Yanımdaki kadın yardımcı olmaya çalıştı. Peçete uzattı, konuşmaya çalıştı. Biraz da olsa iyi geldi.

Daha çok ağlayarak geçen dört saatin sonunda dinlenme tesisine vardık. Hemen aşağıya inip yana yakıla yastık aradım. Tesisin içindeki market çalışanları yastık satılmadığını söyledi. Tam tekrar ağlamaya başlayacaktım ki “ Yastıkçııııı, nevresimciiii” diye bir ses duydum. Hayat bana güldü o an. Hemen sese doğru gittim. Yaşlı bir kadın, tesisin içindeki arabasının bagajında yastık, yorgan, nevresim ne varsa satıyordu. Kadının yüzünü tam olarak görememiştim. Direkt yastıklara bakmaya başlamıştım. Hepsi çok güzeldi. Güzel olması önemli değildi ama dikkatimi çekmişlerdi. Bir tanesini elime alıp kadına fiyatını sorup alacağımı söyledim. Tam o an kadınla yüz yüze geldik. Olduğum yerde kalakaldım. Bu kadın, evlilik yoluna girdiğim adamla çeyiz alışverişi için yastık aldığımız mağazanın önünde kendi yastıklarını satan kadındı. Bana, evlilik yoluna girdiğim ama yolun sonunu getiremediğim adamı hatırlatmıştı. Uzun bir süre yaşadığımız anlar gözümün önünden geçip gitti. Kadının beni dürtmesi ile kendime geldim. Hemen yastığın parasını ödeyip otobüse doğru koştum. Yastığı cama dayayıp kendimi unutmak için uykunun kollarına sarıldım.

Benim hayatım böyleydi. Doktora da gitmiştim, ilaç da kullanmıştım ama hiçbirisi unutmak için yeterli olmamıştı. Sallanıp dengesini sağlayabilen ama bir tufanda alabora olacak kayık misali yalpalıyordum.