“Yastık yastıklarım var. Yastık.” Dinlenme tesisinin bir köşesine stand açmış, cılız sesiyle önündeki yastıkları satmaya çalışıyordu. Yüzünün her çizgisinden, sözünün her harfinden, saçındaki aklardan, sakalındaki tellerden keder; gözlerinin bakışından, sesinin tınısından, alnının akından hikmet akıyordu. Yanına gittim. Selam verdim. “Kaça satıyorsun,” diye sordum. “Bir rüyaya,” dedi. Anlamadığımı söyleyince tekrarladı “Bir rüyaya. Bir yastık bir rüya,” dedi. Güldüm. Güldüm geçtim. Geçip gittim. Bir tost, bir bardak çay söyledim. Karnımı doyurduktan sonra yola çıkarım. Bir yastık bir rüyaymış. Amcanın kafa güzel anlaşılan. Kimi kimsesi, çoluğu çocuğu yok mu acaba? Onu niye buralarda bırakıyorlar? Tostun kaşarını az koymuşlar. Bol koysalar şaşarım zaten. Çay da acımış. Neden burada durdum ya? Şehir içi bir yerde yeseydim ya yemeğimi.
Yastıkçı amcanın ilgilisi çok anlaşılan. Biri geliyor biri gidiyor. Benim gibi, her gören dertli ve hikmetli biri sanıyor muhtemelen. Hikmetli değil belki ama dertli olduğu kesin. Dertsiz insan mı var? Neticede dünya burası. Kaşarlı olduğuna kendi bile inanmayan tostun parasını ödeyip çıktım. Tam arabaya binecekken amcaya bir kere daha baktım. Bana eliyle gel işareti yaptı. Eyvah yakalandım. Ne diyecek acaba? Belki yemek ısmarlatır. “Buyur amca?” dedim yanına gidince. “Yok mu rüya?” dedi. “Ben pek rüya görmem,” dedim. “Rüyasız insan olmaz,” dedi. “Rüyasız insan susuz balığa benzer.” Susuz balık? Susuz balık. “Aklıma gelmiyor amca. Anlatabileceğim bir rüyam yok galiba,” dedim. “Anlaşılmak için anlatmak, anlaşmak için anlamak gerek,” dedi. Ooo güzel söz. Bunu tivit atalım. Önce hikmetli sonra hikmetsiz sandığım hikmetli amca “Git arabada kestir biraz. Sonra gel, rüyanı bana anlat,” dedi. Eh peki madem. Uyuyunca abdestim de bozulacak ama neyse. Arabaya geldim. Niye kabul ettim ki böyle bir şeyi? İşim gücüm var amca deyip geçiştirmeliydim. Neyse ya, Hızır mızır olur da yolda başıma bir iş gelir mazallah. Hem biraz uyumanın zararı olmaz.
Yoldayım. Arabanın ön camına renkli bir kuş kondu. Hareket hâlindeki arabaya nasıl öyle sakin, öyle yavaş konabildi anlamadım. Güzel kuş. Uçmuyor. Bana bakıyor. Bakışları sitemli. Gözleri… Kahverengi gözleri. Kuş gözü değil insan gözü. Ürktüm biraz. Felak-Nas okudum. Okurken uyandım. Üç kere tükürdüm soluma. Yastıkçı amcaya gittim. Rüyayı anlattım. Bir yastık verdi bana. “Bunu al.” “Eyvallah amca,” dedim. Hayatımın en ilginç alışverişini yaptıktan sonra yola koyuldum. Şehrin girişi. Yine o yol. Yine o ân. Karım yanımda oturuyor. Tartışıyoruz. Eften püften bir sebeple. Oğlumuz arka koltukta uyuma numarası yapıyor. Tartışmamıza şahit olduğunu çaktırmamak için. Korkuyor belki de. Karım alttan almıyor. Susmuyor. Sinirleniyorum. Sinirlendikçe bağırıyorum. Gaza yükleniyorum. Yükleniyorum ki karım ne kadar sinirlendiğimi anlasın. Korksun benden. Sinsin biraz. Sinmiyor. Daha çok konuşuyor. Ben daha çok basıyorum gaza. Çukur varmış yolda. Çok da derin değil ama sert girince takla attırdı arabaya. Karım sustu. İlk yardımcının yüz on ikiye verdiği raporu duyuyorum “İki can kaybı, bir yaralı var. Yaralının bilinci açık.” Yaralı benim. Kaybolan iki can da benim. Kimseye söyleyemedim tartıştığımızı. Çukuru görmedim, dedim o kadar. Beş sene geçti ben hâlâ yaralıyım, iki can hâlâ kayıp. “Artık o olayın travmasını büyük oranda atlattınız,” diyor psikolog. Bense bu olaya travma denmesini bile kaldıramıyorum. Bu öyle bir şey değil. Öyle bir şey değil sayın psikolog. Bunu atlatmak isteyen kim?
Arabayı sağa çektim. Giremedim şehre. İki canım hâlâ burada. Şehre girince gelmiyorlar benimle. Ağladım. Bağıra bağıra ağladım. Özür diledim karımdan, oğlumdan. Önemli değil demediler. Bir daha olmaz, bir daha yapmam diyemedim. Bir dahası yok. Ağlamaktan yoruldum. Amcadan aldığım yastığa koydum başımı. Yoldayım. Arabanın ön camına renkli bir kuş kondu. Hareket hâlindeki arabaya nasıl öyle sakin, öyle yavaş konabildi anlamadım. Güzel kuş. Uçmuyor. Bana bakıyor. Bakışları sitemli. Gözleri… Kahverengi gözleri. Kuş gözü değil insan gözü. Ürktüm biraz. Felak-Nas okudum. Okurken uyandım. Üç kere tükürdüm soluma. Arabanın camına birisi tıklıyor. Yastıkçı amca. Yok artık. Hızır dedik de o kadar da değil. Camı açtım. “Amca ne işin var burada?” “Yastık. Yastıklarım var,” dedi. “Rüya mı istiyorsun yine?” diye sordum. “Bir rüya bir yastık,” dedi. “Ben yine aynı rüyayı gördüm,” dedim. “İnsan gözlü bir kuş. Kahverengi gözlü. Tıpkı eşimin gözleri gibi. Sitemli bakıyor bana.” Amca bir yastk uzattı. Sonra “Üç kişiymişsiniz bunu da al,” diyerek bir tane daha uzattı. Üç kişiydik amca, artık tekim, demedim. Yastıkları aldım. “Nereye gidiyorsun seni bırakayım,” dedim. Güldü amca. Güldü geçti. Geçti gitti. Kendimi toparladım. Torpidodan eşimin parfümünü çıkardım. Çok az kaldı. Yan koltuğa doğru bir puf sıktım. İçime çektim kokusunu. Sanki yanımda. Sanki gülümsüyor bana. Oğlumuz arkada uyuyor mışıl mışıl. Sanki.
Yeniden yola koyuldum. Ön cama renkli bir kuş kondu. Hareket hâlindeki arabaya nasıl öyle sakin, öyle yavaş konabildi anlamadım. Güzel kuş. Uçmuyor. Bana bakıyor. Bakışları sitemli. Gözleri… Kahverengi gözleri. Tıpkı eşimin gözleri gibi. Kuş gözü değil insan gözü. Kuş uçsun diye gaza yüklendim. Kornaya bastım. Gitmiyor kuş. Sitemli sitemli bakıyor gözlerime. Eşimin gözleriyle bakıyor. Daha çok bastım gaza. Ürktüm biraz. Felak-Nas okudum. Okurken araba takla attı. Kuş yok. Eşimin gözleri yok. Sitemi gözlerimde kaldı. İlk yardımcının yüz on ikiye verdiği raporu duyuyorum “Bir can kaybı var, iki yaralı.” Kaybolan can benim. Yaralıların yarası benim.
***
Babam annesini bir trafik kazasında kaybetmiş. Dedemle tartışıyorlarken olmuş kaza. Babam küçükmüş. Annesiz büyümenin acısı hiç geçmedi, derdi. Bu acının müsebbibi babası diye dedemi hiç affetmedi. Kendisi de babasının düştüğü hataya düşmemek için annemle tartışmaktan hep kaçınırdı. Özellikle de yolda olduğumuz zamanlar tartışmaya sebep olacak konulara girilmesinden hiç hoşlanmazdı. Fakat tatilden döndüğümüz bir gün ilk defa yolda tartışmaya başladılar. Beş yaşında var ya da yoktum. İkisi de birbirine bağırıyordu. Korkmuştum. Uyuma numarası yapıyordum. Babamın arabayı çok hızlı kullandığının farkındaydım. Şehre girmeye yakın bir yerde yolda küçük bir çukur varmış. Babam fark etmemiş. Hızlı girince çukura, araba takla attı. Araba pert oldu ama üçümüz de burnumuz bile kanamadan kurtulduk. Babam şoka girdi. Bizi kazada kaybettiğini sanıyordu. Hastaneye kaldırıldı. Uzun süre tedavi gördü iyileşmeyi kabul etmediğinden de tedaviler işe yaramadı. Eve çıkardık. Bizi görmedi, duymadı. Yalnız yaşıyormuş gibi davrandı hep. Bazen bizimle konuştu ama birer hayalle konuşuyor gibi. Olsun, buna şükür, dedik. Kabullendik. Babam, ölü sandığı dirilerle; biz, diri sandığımız ölüyle geçinip gittik.
O gün de babam iş görüşmesi için başka bir şehre gidecekti. Biz de yanında gittik. Biraz gezip dolaştıktan sonra eve dönüyorduk. Bir dinlenme tesisinde durduk. Tesisin bir köşesine stand açmış yastık satan bir amca vardı. Babam onun yanına gitti. Biz annemle yemek yemek için restorana girdik. Biraz sonra babamın kafeterya tarafında oturduğunu gördüm. Yanına gidip çağırsam da yine beni görmedi, duymadı. Yüzüme boş boş bakıp çayını içemeye devam etti. Biz annemle yemeğimizi yedik. Arabaya geldiğimizde babamı arabada uyurken bulduk. Ses etmedik. Biraz sonra uyandı ve yastıkçıdan yastık alıp geldi. Sonra yola çıktık. Şehre her girişimizde olduğu gibi babam arabayı sağa çekti ve ağlamaya başladı. Bizi kaybettiğini sandığı kazayı unutamıyordu. Kendi kendine bizden özür diliyordu. Biz önemli değil desek de sakinleştirmeye çalıştıysak da bizi duymuyordu. Annem, yastıkçıdan alınan yastığı babamın başının altına koydu. Babam biraz sakinleşti. Biraz uyudu. Biraz sonra arabanın camını biri tıklatıyordu. Yastıkçı amca. Hepimiz çok şaşırdık. Buraya kadar nasıl gelmişti, bizi nasıl bulmuştu bilmiyorduk. Babam camı açtı. “Amca ne işin var burada?” dedi. “Yastık. Yastıklarım var,” dedi amca. “Rüya mı istiyorsun yine?” diye sordu babam. Amca “Bir rüya bir yastık,” dedi. Babam “Ben yine aynı rüyayı gördüm,” dedi. “İnsan gözlü bir kuş. Kahverengi gözlü. Tıpkı eşimin gözleri gibi. Sitemli bakıyor bana.” Annem ağlamaya başladı. Ben de. Amca babama bir yastık uzattı. Sonra “Üç kişiymişsiniz bunu da al,” diyerek bir tane daha uzattı. Babam yastıkları aldı. Arkaya attı. Yola koyulduk. Ne olduğunu anlamadık ama babam çok hızlı kullanmaya başladı arabayı. Kornaya basıyor, gaza yükleniyordu. Bağırdık duymadı. Elini tuttuk hissetmedi. Ben heyecandan öne atıldım, babamı itip frene bastım. Ani fren yapınca araba takla attı. Kendime geldiğimde ilk yardımcının yüz on ikiye verdiği raporu duyuyordum “Bir can kaybı var, iki yaralı.” Kaybolan can benim. Yaralıların yarası benim.
Babamı özledikçe o gün aldığı yastıkta yatıyorum. Babam kokuyor yastık. Ne zaman onda yatsam hep aynı rüya: Yoldayım. Arabanın ön camına renkli bir kuş konuyor. Hareket hâlindeki arabaya nasıl öyle sakin, öyle yavaş konabildiğini anlamıyorum. Güzel kuş. Uçmuyor. Bana bakıyor. Bakışları sitemli. Gözleri… Kahverengi gözleri. Kuş gözü değil insan gözü. Babamın gözlerine benziyor. Ürküyorum. Felak-Nas okuyorum. Okurken uyanıyorum. Üç kere tükürüyorum soluma.
E. Ecran