Olağan

Rabia Bayazit

Büyük dedelerinin kardiyologlarla olan muhabbetleri yıllar yılı anlatılırdı. Aile geleneği haline gelmiş bu anlatılar ergin Asude'yi bıktırmıştı. "Hık diye gidivermiş dedem!" deyip kahkahalarla gülen bu yaşlı torun torbalara çoğu zaman iğrenerek bakar, içindeki korkuyu baskılardı. Asude... İsmiyle müsemma olmayı o kadar çok istemişti ki... Dedesi "Doğacak ilk torunuma Asude ismini koyacağım ki kalbi dertten tasadan beri olsun, kalpcağızı sızım sızım sızlamasın." diyerek ruhuna Asude'yi giydirmişti. Asude ise otuz yıldır bir türlü yola gelmeyen yönsüz ruhuyla savaşmıştı. İsmi ise bu asi ve kırılgan ruhuna adeta kafes olmuştu. Hareketsiz yüzlerce düşüncenin hasar bıraktığı Asude artık harekete geçmek istiyordu.

O sabah gözünü açtığında uyanmış olduğuna inanmak istemeyip gözlerini tekrar yumdu. İnanmak istememek onu iyice ayıltmıştı. İnkarı yine inancını pekiştirmişti. Yılgın vücudunu zor bela oynatıp yataktan çıktı. Ayaktayken sağına soluna baktı ve yatağa oturuverdi.

-Asude kızım uyandın mı?

Her sabah erkenden kalkıp müthiş bir tempoyla hayata sarılan annesine şaşırıyordu.

-Kalktım, kalktım!

Ayağına terliklerini giydi. Ayna karşısına geçip yüzünü gözünü inceledi. Saçlarını bir o yana bir bu yana çevirip durdu. Garip garip mimikler yapıp aynanın karşısından ayrıldı. Odasının kapısını açarken çıkan sesle annesinin ikinci defa seslenmesini engellemişti. Doğruca lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Aynayla yine oynayacaktı ki mutfaktan çok korkutucu bir gürültü geldi:

-Anne n'oldu?

Sorusu daha bitmeden annesiyle bakışıyordu. Mutfakta porselen kırıklarının dağılmadığı yer yoktu. Annesi şaşkınlıkla konuşmaya başladı:

-Raf! Taşıyamadı şuncacık porseleni.

-Tamam anne, toplayalım şuraları. Sen büyük parçaları al da ben elektrikli süpürgeyi getireyim hemen.

Asude kilere doğru ilerlerken hava açlığı çekiyordu. Soğuk soğuk terler atıyor, bayılacak gibi hissediyordu. Süpürgeyi mutfağa götürmek ömründen ömür götürmüştü. Fişi aldı, prize tüm gücüyle takmaya çalıştı. Büyük küçük alınabilir tüm parçaları elindeki leğene dolduran annesi nihayet başını yerden kaldırıp kızına bakmıştı:

-Asude! Kızım iyi misin? Otur şu sandalyeye, bırak elindekini. İyi misin?

Asude bembeyaz kesilmişti, iyi olmadığı muhakkaktı. Bir eli istemsizce kalbine gidiyorken diğer eli annesine her şey yolunda hareketi yapıyordu. Annesi masadaki telefonu kaptığı gibi ambulansı aradı.

Hastaneye yatışının üzerinden üç gün geçmişti. İlk gün müşahede altında tutulmasına karar veren doktor daha sonra Asude'yi kardiyoloji servisine sevk etmişti. Uzman doktor acil yatış vermiş ve üç ay gibi gelen bu üç günde Asude'ye türlü türlü testler yaptırmıştı. Asude’nin gözlerinde anne ve babasının gözündeki korku okunuyordu. Birbirlerine hep hassasiyetle yaklaşan bu ailenin korktuğu olmuştu. Genetik mirasları çok erken yaştaki kızlarında neşvünema bulmuştu. Önünde sonunda bu olacaktı. Ama neden bu kadar erken olmuştu?

Asude üç aydır sürekli kullandığı ilaçlara bakıp iç geçirdi. Üç aydır diken üstünde yaşayan kalbi, ailesi gibi bir hayli yorulmuştu. Üstelik elle tutulur bir sebep bulunamamıştı. Kalbini anne babasının kalbinden daha yaşlı kılan sebep neydi? İlaçlarını küçük valizinin yan ceplerinden birine koydu. Beyninin de sınırlarını zorladığını göz çukurlarından dalga dalga yayılan ağrı ile anlamıştı. Elindeki broşürü son kez inceledi. Son zamanlardaki estetik furyasına karşı çok direnmiş ve nihayet yenilmişti. Kasiyerlikte ömür çürütenlerin, tekstillerde düz taban olanların bir üst model telefon alma hayalleri artık estetik için para biriktirmeye kalbetmişti. Bıçak parası fiyaka parasına dönüşmüştü. Ama Asude'nin ailesi bugünler için hazırlıklıydı.

-Annem ben hazırım.

Annesi telefonda babasıyla konuşuyordu. Telefonu kapatırken endişeli gözlerini kızından saklıyordu. Birkaç sessiz ve derin nefesten sonra konuşmaya başladı:

-Güzel yavrum. Baban da ben de kalp hastasıyız. Lakin bizde kırklı yaşlardan sonra nüksetti bu hastalık. Biz kabullendik, alıştık buna. Ama sende bu derece erken olması bizi bir hayli korkuttu. Nerede yanlış yaptık dedik. Dedik dedik de bilemedik senin kalbinin hassaslığını. Bilemedik o herkesin acısını içinde yaşayan tarafını. Senin yaşındakiler botoks motoksla, şu bu dolgusu ile uğraşıp aynalara yabancılaşırken sen bu estetikle kendine yabancılaşacaksın. Emin misin kalp estetiği olmak istediğine?

Asude kalbinden tüm bedenine yayılan soğuk bir dalga ile yeniden başlatmıştı kendini. Ailesinin bu hastalığa dair korkusundan iğrendiği zamanları özledi. Kalbi o an yeniden sıkıştı.

-Annem, eminim. Merak etme, yabancılaşma falan olmayacak. Hem insan ruhunun derinliklerinde olan şey bir et parçasına gizlenir mi hiç? Ben sadece aşırılıklarımı aldıracağım. Saadetin kapısı olan orta yolu tutturacağım. Hem gör bak sen o zaman beni!

Bu sabah uykudan uyanır uyanmaz yataktan çıktı. Kalp estetiği için girdiği üç aylık kamptan henüz dönmüştü. Kendini kuş kadar hafif hissediyordu. Elini yüzünü yıkadıktan sonra mutfağa geçip güzel bir kahvaltı hazırladı. Anne ve babası hala uyuyordu. Onların uyanmasını beklerken balkona çıktı ve kamptayken tanıştığı birkaç kuşun sabah ezgilerini dinledi. Güneşten önce doğmayı öğrendiği için kendini ayrıcalıklı hissediyordu. Nitekim günün ilk ışıkları nerede olursa olsun doğayla bir bütün olduğunu haykırıyordu. Herkes gibi olduğunu kabullendiğinden beri içtiği sudan, yediği yemekten tat alıyordu. Herkesin derdi nispetindeki büyüklüğünü görüyor ve kendi yolunda yürümeye devam ediyordu. Kendi yolunda yürümeyi sürdürebilmek hayatının orta yolu olmuştu.

Sabaha yaraşır uyandırıcı düşünceler kalbine apaydın duygular yüklerken mutfağa gelen anne ve babasının kikirdemelerini işitti. Hemencecik mutfağa koşup hop diye zıpladı içeri:

-Ooo Sâlim Bey, Esen Hanım! Sabah-ı şerifleriniz hay'rola. Bugün pek bi' neşelisiniz, bâki ola.

Asude'nin verdiği coşkuyla birbirlerine liseli aşıklar gibi bakıp gülüşen anne babası artık korkmuyordu. Üç çift göz yaşamın tüm olağanlığını kucaklayıp hep beraber kahvaltı yapmanın tadını çıkarıyordu.