En Gizli İkinci Meslek

Fatma Ünsal

Evvel zamanın birinde, ben de bilmiyorum hangi vakitte, size de söyleyemem hâliyle, Cesim ve Kesim kardeşler yaşar idi bir koca dağın eteğinde. Dağa ad koymak ne manasız. Etrafına kibirle bakan yükseltilerin tekmiline birden demezler mi dağ? Ha falanca dağ ha filanca dağ. Uhud’u şu köşede ayrı tut. Onu sevdiğini söyledi sav. Neyse ne. Dünyanın içindeki her şey birdir. Ad koymak âdemin tefrika kokan işinden başkaca bir şey değildir.

Eh, Âdem’in oğullarına, Havva’nın kızlarına ne diye ayrı ayrı ad koydular o vakit? Orada dur. Onlar hiç birbirlerine benziyorlar mı bir bak? Kaşı gözü ayrı. Boyu bosu ayrı. Derdi gamı ayrı. Kimi bakar gökyüzüne kalbi haşyetle ürperir. Kimi de okları göğe savurur hıncından. Kimi eteğini çeker dünyanın çerinden çöpünden. Kimi o çöpü ağzına basar. Midesini yırtar iyice tıkar içine. Kusana kadar yer de yer. Niyedir? Adına kalp derler bir organdan sebeptir. Kalbin afeti üçtür: 1. Çok sever. Öyle sever ki sınırını bilmez. Durmayı bilmez. Sonunda sevdiği mala/cana bakar, onlarda kendisi gibi tık yoksa bu sefer sevgi nefrete tebdil eder. O vakit diyelim 2: Çok nefret eder. Sanki bir gün, bir ay, bir yıl önce sevdiği kendisi değil gibi. İçine buyur ettiğini gebertse kanmaz. Etini dişlese ancak sakinleşir. O zaman diyelim 3: Unutur. Kalp unutur. Sevdiğini de nefret ettiğini de gün gelir unutur. Nedir o unutturan sihir? Allah’ın yarattığıdır, adına zaman derler. Vaktiyle genç karındaşının mezarı başında perişan olmuş bir âdem inliyordu. Gözleri yuvalarına çökmüş, üzüntüden ağzından kelime değil de hırıltı çıkıyordu. Vardım yanına, geldiğimi fark etmedi bile. Çöktüm. Bir Fâtiha yolladım mevtaya. Dedim oğul, toparlan gidelim. Daha ben yaşamam, dedi. Başına vurdu burası kabul etmiyor, dedi. Göğsüne vurdu, burası kabul ediyor ama üzüntüsünü yenemiyor arada kaldım, dedi. İnledi. Yaşarsın, dedim. Güneşin batmalarını say. Saydıkça yaşarsın, dedim. Bir yıl geçti. Onu gördüm aynı beldede. Genç, koluna gelinini takmış gülerek çarşıya gider idi. Beni gördü, selam etti. Saydım, tam üç yüz batmada nefes alabildim, dedi.

Dedik ya insanlara ad koymakta mana vardır. Velev ki komadın, ne deyu sesleneceksin? Şşt pişşt hele beri bak. Höst hüst selamünaleyküm? Bir kere insana ad vermek düşmanını da dostunu da iyi belletir. İsmin huyu da kişiye geçer derler hem. Bakın Fatımaların güzelce huylu, tatlı sözlü olmaları Hz. Fatıma mirasıdır.

Beldenin birinde de girişte adlarını zikrettiğimiz Cesim yaşar idi karındaşı Kesim’le. Çiftçilikle uğraşırlardı. Dağın eteğindeki verimli ovada Hz. Yusuf’un bereketli toprakları gibi bire bin verirdi mahsulleri. Anaları babalarıyla yaşadıklarından mallarını bölüşmeyi sorun etmezlerdi. Ne çıkarsa keseleri birdi. Ne de güzel değil mi? Güzel olmasına güzel de dünyanın bin taklalı hâline belli mi olur? Güzellik ne kadar sürer dünya hesabıyla? Aha bir bardak suyu dök kızgın yere. Su yerde kalanda sürer. Bir gün bitivereceklere süre biçmek de beyhude. Bitecek işte ha bir gün ha yüz gün sonra. Cesim’le Kesim de bu süre boyunca iyi geçindiler. Bir gün aralarına fitne düştü. Cesim güçlü olanıydı. Tarlada benim gücüm senin gücünden çoktur, dedi. Hâliyle hisseme daha çok akçe düşmeli. Kesim da geri durur mu, yapıştırdı cevabı: Senin koca cüssen ama kıt aklın vardır. Aklım olmasa nasıl verim alırdık? İlla birinin hissesi artacaksa o benim, dedi. Anaları babaları, dostları araya girdilerse de çözemediler meseleyi.

Bir gün bir âkil kişi vardı yanlarına. Cismi malumunuz. Ya da değilse de en yakın âkil kişiyi getirin gözünüzün önüne, hah ondan. Dedi ki onlara: Gayrı size bu işten hayır gelmez. Biriniz devam etsin. Biriniz de fıtratına uygun başka iş bellesin. Akıllarına yattı bu iş. Diğer iş ne olacak, diye tam sorarlarken bilge önlerine yay ve ok atıverdi. Avcı olacak biriniz, dedi. Biriniz çiftçi kalacak. Yanındaki velede işmar etti. Var git, dedi. Atına atla. Şu hedef tahtasını koy taa uzağa. Veled atını mahmuzladı, biz diyelim üç adım siz deyin bir günlük yol öteye hedefi koydu. Önce Kesim aldı eline yayı. Ya Allah’la fırlattı. Ok gide gide bir kulaç öteye gidiverdi. Rahat bir nefes aldı. Oh, dedi ya Rabbi, bana bahşetmediğin nimet için minnettarım. Cesim, kardeşinin yanından geçerken başını hafifçe ona çevirdi ve tükürdü. Beceriksiz, diye hırladı. Yayı bir gerdi, ok gitti taa uzaktaki hedefi buldu. Az daha zorlasa tozkoparanların da atası olacaktı. Behey mübarek, diye sevindi. Gördün mü, diye ünledi kardeşine. Sümsük seni, tükürseydin zaten o kadar giderdi, dedi. Bilge kişi: Eh madem okta mahirsin. Var git rızkını avcılıkta ara, dedi. Cesim’in koca gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Kesim’in bir göbek atmadığı kalmıştı. Kalktı atıverdi.

Cesim bilgenin hediyesi olan kırk libre Tatar yayıyla ve temrenleri birbirinden kuvvetli bir sürü okla atladı atına, o günden sonra av peşine düştü. Bilge buradan ayrılır ayrılmaz gelir geri konarım diyordu tarlaya. Ama bilgenin oradan ayrılası pek yoktu. Bilgeler böyledir dostlarım. Siz bilmezsiniz, size anlatmak da istemem.

Zorakiydi başlarda ama ava bir çıka iki çıka alıştı. Eh Alageyik efsanesini bilmez misiniz? Halil nasıl da müptelası oluvermişti ava çıkmanın? Haliller ölür mü hiç? Cesim de zamanla sevdi çok sevdi hem de. Kalbin afeti. Avcılığı sevdikçe zihni dağıldı, dikkati eksildi, kalbi yerinden çıkacak gibi çarpmaya başladı. Kardiyolog olsaydı da gitseydi. Ama tabip başına gitmekle yetindi. Vardı huzuruna diz çöktü. Ben, dedi daha yenice avcı oldum. Çiftçilikle uğraşırken sakindi kalbim. Böyle atmazdı. Kalbim hızlandı, bakışım keskinleştiyse de nazarıdikkatim kayboldu. Bana bir ecza ey tabip. Tabip keçi sakalını şöyle bir sıvazladı, hııladı huuladı. İçeri geçti. Yanında bir şişeyle çıkageldi. Çok çarpınca bunu iç, bir şeyi çok sevince de, bir şeyden çok nefret edince de. En azından bir süre seni sakin kılar. Haa dersen ki tam şifası bu mudur? Değildir elbet. Ama bizim zamanımızda çok boyutlu görüntüleme yok. Kan takviyesi yok, kalbe cila yok. Bunlar derdin de dermanın da çoğalacağı zamanların işidir. Cenab-ı Hakk’a dua kıl. Belki seni yaşatır. Aman aman yaşatmasın, dedi Cesim. Fosil derler bana sonra. Fosil ne ola? dedi tabip. Yazarın halt etmesi, dedi Cesim. Ben de şimdi işittim.

Cesim o günden sonra dağınık oğlu dağınık zihni, keskin atışları ve çok seven kalbiyle dağ bayır dolandı. Nice ala geyikleri, kar gibi tavşanları al kanlara boyadı. Peki Kesim?

Kesim’in tuzu kupkuruydu. Tarlasını ekti, biçti. Anası babasıyla gül gibi yaşadı. Allah bereket versin, kimsenin malında da dikkatinde de gözümüz yok. Kalbine de bir şey olmadı hiç. Ne hızlandı ne yavaşladı. Kalbiyle barışık yaşadı. Ölçülü attı. Ölçülü sevdi. Nefretine de ölçü biçti. Şöyle bir olaydık, denilen kişilerin atası oldu Kesim.

Günler günleri aştı. Zaman çok ırmağı kuruttu, pek çok ağacı, dalı yaprağı yeşertti. Nice krallar devletler geldi geçti. İnsanların burun kıvırdığı it ulumaz düzlüklerde koca koca şehirler kuruldu. AVM’ler fink attı koyunun keçinin işediği yerlerde. Cesim’le Kesim de öldü tabii ki. Ölmekle kalmadılar. Karbon oldular. Ama huy ölür mü? Onların kanından canından nice insanlar geldiler. Kimisinin kalbi öküz kalbi gibiydi. Yerli yerinde dururdu. Etliye sütlüye karışmaz, itidal üzreydiler. Dikkatleri çita kadar çevik. Bunların çiftçi Kesim’in soyundan olduğu tespit edildi. Kimininse kalbi de dikkati de darmadağınık. Eline ok alsa mızrak alsa tak diye atıyor ama okların da mızrakların da hedefinde daim. Eh bunlar da avcı Cesim’in soyundan dediler. İnsanlar, o koca koca kalabalıklar, renkleri, dilleri dişleri farklı farklı yığınlar ikiye taksim edildi yani. Kesim’in soyundan gelen bahtlılar; Cesim’in soyundan gelen bahtsızlar. Kalbi hızlı çarpanlar, rüzgârdan önce koşanlar.

Cesim’in soyundan gelenler, plazalara ne bileyim iş merkezlerine okullara doluştular. Onlar bulundukları yerlere ivme getirdiler. Durağan su temiz değildir erenler. Onlar suları hareketlendirdiler. Psikologlar onlara DEHB teşhisi koydular. Bunlar, dediler daha iflah olmazlar. Elleri dursa ayakları durmaz. Kafalarının içi harman yeri gibidir. Kalpleri de güm güm güm atar. Kanı bir pompalar mübarek, akciğerin feleği şaşar. Ne oluyoruz ulan, der zavallı akciğer. Az yavaş. Açın kalplerine bakın inanmıyorsanız. Horona durmuş laz gibidir. Spora gitmiş gibidir. Her bir odasında okçular. Kalbin dört odacığında binlerce okçu yaşar. Sağa sola fırlatıp dururlar oklarını. İlaç milaç belki toparlar ama beyinlerindeki sıvı da işin içine girince bilmem ne de bilmem ne falan da filan da… En sonunda dediler ki bunların kalbine işlem şart. Topluma ziyanları da çok. Nerede bir sivrilik var bunlardan çıkıyor. Hepsini aynı anda yatırmalı masaya. Dikmeli estetikçileri başlarına. Bir nizama, bir edaya kavuşturmalı bunların kalplerini.

Uzmanlar birleşince seslerini hükümetlerine duyurdular. Estetisyenler ellerini ovuşturdular. Yeni bir birim bile kuruldu: Kalp Estetiği. Dernek de peşinden: Kalp Estetisyenlerini Sevme ve Yüceltme ve Koruma Derneği. Sanatta sepette yeni düzenlemeler yapıldı. Arabesktir, doom metaldir ne bileyim sararmış bozkıra ağıt içeren türküdür. Bunların topu yasaklansın,diye öneri getirdiler. Dakikasında kabul edildi. Dünyada aldı yürüdü. Her ülke kalbi dışarıda atan, kendini âşikar edip duran bu zavallıcıkları estetik merkezlerinde toplamaya başladı. Zorunlu değildi bu. Ama mahalle baskısı anlıyor musunuz? Genlerinde Cesim’i taşıyanlar, tıpış tıpış bu merkezlere yollandılar.

Kesimler. Kesim Beyler ve tabii ki onların dişi versiyonları? Onlar pek rahattılar. Tarlaları yansa umurlarında olmadı. Ki zaten tarlaları da yanmadı. Onlar da plazalara AVM’lere iş merkezlerine ne kadar entel dantel yer varsa oralara doluştular. Ama onlar, pahalı parfümleri, sakin yürüyüşleri ve rast giden işleriyle üç metre uzaktan anlaşılıyorlardı. Mesela şimdi bakın pencereden dışarı. Şu amca. Evet evet şu işte ya. Kasketi kaymış, ceketinin ütüsü kaçmış, yüzünde kırışmayan köşe kalmamış ve sol eli de kalbinin üstünde sıkıca basılı yalpalayarak yürüyor. Görüyor musunuz? Görmüyor musunuz? Demek Kesim’in soyundansınız. Oh ne iyi.

Onlar hayatlarında kasvetli hiçbir manzaraya bakmadılar. Kasvetli müzik dinlemediler. Çünkü onların atası dingin tarlalarda huzurla dolanan Kesim’di. Geçmişe kim bu ismi verdiyse Allah da onu bildiği gibi yapsın. Neresi geçmiş? Geçmemiş ki karbon olmuş atanın yediği herzeleri taşımak zorunda kalıyor nesiller. Kesim’in soyundan gelenler, bu estetik merkezlerinin yolunu tutmadılar. Onların kalpleri dünyayı hazmedecek kadar genişti. Ancak seyirci olarak ameliyatlara girmeyi talep ettiler. Bu dışarıda atan, her naneye bozulan, sevmekten ve nefret etmekten anlamayan kalpler nasıl adam edilecekti?

Kalbini nizama sokmak isteyen ilk kişi, otuzlu yaşlarında bir adamdı. Estetik merkezine geldiğinde sol elini kalbinin üstüne iyice bastırmıştı. Danışmaya oturduğunda sekreter kız acıyarak baktı adama kırmızı çerçeveli gözlüklerinin üstünden. Zor olmalı beyefendi, dedi. Dövecek gibi atıyor. Zordu, dedi adam. Onu taşımak zordu. Mahallede kavga etmediği insan kalmadı. Susamadı bir türlü. Aklım deseniz, darmadağın. O da ona uyuyordu. Arada kaldım yıllarca. Kız gözlüklerini hafif arkaya ittirirken cıkladı: Neyse ki bugün onun taşkınlıklarının son günü. Evet bilgilerinizi kaydedeyim içeri alalım sizi. Adam tane tane söyledi. Kayıt işi bitti. İçeri aldılar. Doktorlar adamın kalbinin sağından solundan biraz kıyısından aldılar. Odacıklarını şöyle bir pakladılar. Hah, dediler oldu bu iş. Estetik dünyasına hayırlı olsun. Birisinin aklına geldi de bu ilk estetikli kalbin fotoğrafını çektiler. Lazım olur, dedi aklına gelen. Estetikte temel kural aynısını yapmak bildiğiniz gibi. Ufacık farkları kondurmak şartıyla. Fotoğraftan sonra tebrikler edildi. Ameliyat sonlandırıldı. Küçük bir sorun vardı yalnız. Hasta, yoğun bakıma kaldırılırken solunumun durduğu anlaşıldı. Baktılar ki kalpte de tık yok. Acilen doktorlara haber verildi yalnız olan olmuştu. Hasta, operasyonu kaldıramamıştı.

Bu başarısız operasyon, ülkede önemsenmedi. Diğer ülkelerde de önemsenmedi. Oralardaki ilk operasyonlar da ölümle sonuçlanmıştı. Sonra ikinci ameliyatlar yapıldı. Üçüncü, dördüncü beşinci…Tüm ülkelerde bu operasyonlardan daha sağ çıkan olmamıştı ama doktorlar durmuyordu. Ülkelerde de buna karşı çıkan olmuyordu. Kalbini ve zihnini nizama sokmak isteyen yığınlar bu merkezlere akın akın gitmeye devam ediyorlardı. Üstelik sevdiklerinin getirdiği de oluyordu bunlardan bazılarını. Çıkışta tabutlarını sırtlayıp gidiyorlardı.

Dünya çapında milyarlarca insanın kalbi bu operasyonlardan geçti. Hepsi de sizlere ömür. Artık sokaklarda kalbi dışarıda atan, nefreti de sevgisi de aşkın kimse kalmamıştı. Akıllar düzenli odalar gibi; kalpler usuldan akan dereler gibiydi. Kesim’in soyu at oynatıyordu artık ülkelerde. Cesim’in soyu ise tükenmişti.

Herkes rahatlamıştı. Sokaklara sükunet gelmişti. Şu sahnenin güzelliğine bakın hele:

-İyi akşamlar komşum, nasılsınız? Maşallah büyümüş sizin ufaklık.

-İyi akşamlar iyi akşamlar. Sağ olun teyzesi. Büyüdü büyüdü.

-Eh apartmanda da epey azaldık. 13 numara,18 numara, 21 numara…

-8 numara

-Demee, onlar da mı ameliyat olmuşlar?

-Olmuşlar ya. Oh kafamız dinlenecek vallahi.

-Doğru doğru. Hem ne o öyle, ne biçim kalbi var insanların?

-Sorma komşum sorma. Ölüme de sevinilmez ama hayırlarına oldu.

-Doğru doğru, hem de ne hayırlı.Hadi iyi akşamlar komşum.

-Sana da komşu. Hadi hanım.

Adam çocuğu ve karısıyla içeri girer girmez kapı dürbününden dışarıyı izledi bir süre. Kapının kapanma sesini duyunca ve apartmanın da içi kararınca karısına sessizce fısıldadı: Hadi hanım, şu ses geçirmez zımbırtıları çıkaralım. Çocuk da daraldı baksana nefes alamıyor yavru.

Kalplerinin üstüne sardıkları kalınca köpükleri dikkatlice çıkardılar. İçeride bir odaya taşıyıp kapısını kilitlediler. Kalpleri büyük ırmaklar gibi çarpıyordu. Dünyanın dişlileri arasından sıyrılmıştı.