Son günlerde bir karanlıktır ki düştü gönlüme. Kime baksam kötü, nereye baksam soluk. Nefes aldıkça içim çekiliyor sanki. Yaşlanmışsındır diye fitneliyorlar. Daha neler! Doksanıma da gelsem onbeşlik genç kızlar gibi salınırım ortalıkta. Rabbim muazzam genlerle özene bözene ince ince işlemiş her hücremi elhamdülillah. Hem öyle olmasaydı da yaşlılık mı kaldı artık yahu. Baktım çevredeki manken gibi 95345028 kişinin yanında kendimi tarla faresi gibi hissediyorum, yatıveririm ben de bir ameliyat masasına. On, on beş, yirmi yaş birden geri atarım. Yağım çoksa Liposuction yaptırırım. Çenem kötüyse törpületirim. Göz kapaklarımı gerdirip göz altı torbalarımı aldırırım. Burnumu da yaptırırım. Hiç gergin değilmişim gibi bir de yüzümü gerdirdim mi… Oh. Ajda Pekkan gibi yaşlandıkça gençleşirim. Parasını verdikten sonra birkaç saatte bambaşka biri olarak çıkma garantili.
Şimdi boy uzatma diye bir şey de çıkardılar. Hepsini yaptırmışken onu da yaptırıveririm. İki kemiğimi ayırıp araya bir şeyler ekleseler ne var. İşin sonunda güzel olacağım sonuçta. Birbirinin aynı kategorisine biri daha eklense kimse anlamaz zaten. Ahh, bilim çok ilerledi. Neler neler yapıyorlar şimdi. Kapitalizm buldu gelir kapısını sınırları zorlamasın da ne yapsın?
Geçenlerde çıkan bir haber yıktı geçti ortalığı. İSVİÇRELİ BİLİM İNSANLARINCA KEŞFEDİLEN YÜZYILIN MUCİZESİ. Yapıştırmışlar tabii her yere başlıkları. Yanına iki fotoğraf eklemişler. Fotoğraftaki herkese de doktor önlüğü giydirmişler. Maksat insanları kandırmak olsun. Hoş, uzman gibi görününce inanan çok oluyor. Biliyorlar gerçekten işlerini.
Velhasıl, uzun uğraşlar sonunda kalpte incecik bir damara müthiş bir görev yüklemişler. Ben pek anlamam o işlerden ama okuduğum kadarıyla boy uzatma ameliyatı gibi damarı açıyorlarmış. Açtıkları boşluğa küçük bir işlemci yerleştirip tekrar iki ucu birbirine bağlıyorlarmış. Sonra bir uyanıyorsun hooop her şey toz pembe. Hayat güzel, kuşlar uçuyor falan filan.
Büyük bir kesim görür görmez inanmış zaten. Yok şöyle iyi olur, yok hemen yaptırırız. Keklikler. Ameliyat bizim ülkede yapılmaya başlanana kadar otuz kere unutacaklar haberi. Ama ben unutmam. Dedim ya rabbim benim her hücremi özene bözene ince ince yaratmış. Beynim bir işliyor ki sormayın. İnanmıyorum tabii daha. Görmeden inanmam. Birkaç kişide denensin önce bakalım. Kendimi körü körüne feda edecek hâlim yok ya!
***
Haberin üstünden üç ay geçti. Ameliyat Türkiye’ye de geldi ama yalnız çok zenginler yaptırabiliyor. Birçok iş adamı, sosyete çıktı televizyona röportaj verip duruyorlar. Kalplerine estetik yaptırdıklarından beri kazançlarını üç dört katına katlamışlar. Enerjimiz, hevesimiz bitmiyor çok verim aldık yaptırmayan kalmasın diyorlar. Alırlar tabii. Onlar almasın da kim alsın. Ülkede ne olursa hep garibana oluyor zaten. Böyle insanlar yaşıyorlar hayatı. Kâr onlara, zarar garibanlara. Hiç göstermediler ki garibanın röportajını. Sahi yapmamışlardı ya!
***
Haberler hâlâ gündemde. Arada bir trend iki, üçe düşüyor ama hemen bire geri yükseliyor. Ameliyat devlet hastanelerine de geldi. Artık garibana da yapmaya başladılar. Şimdilerde kobay değil birer hastalar yani. Gerçi arada fark var mı bilmiyorum.
Doktorlar, gelen herkesi depresyondasın deyip gönderiyorlar ameliyathaneye. Antidepresanlar çöpe. Zaten ilaç mı kaldı artık. Kalbe bile estetik geldi. Anjiyodan, ameliyattan deli gibi korkan insanlar gözlerini yumup yatıyorlar masaya. İşin sonunda hep mutlu olmak var sonuçta. Sonsuza kadar mutlu yaşadılar sonlu hikâyeler gibi. Ölümsüzlüğü bulamasalar da sonsuza kadar mutlu olmayı buldular sonunda.
***
Gönlümdeki karanlık her geçen gün büyümeye devam ediyor. İçim sıkılıyor. Daralıyorum. Sonsuza kadar mutluluk vaad etmemişler miydi? Sorunumun çözümü bu. Yeterince insan üzerinde denendi zaten. Gelecekteki sonuçları tahmin edilemiyor diye bir iki eleştiren oluyor ama olsun. Onlar da bu işin tuzu biberi sonuçta.
Her şeyde olduğu gibi tezatlıklar burada da şaşırtmıyor.
İnsan hayatta hep tahmin etmek ve kontrol etmek istermiş. Ben demiyorum, psikologlar diyor. İşin komik yanı, bu işi de elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Ne kadar çabalasak da geleceği tam anlamıyla tahmin edemiyoruz. Hâşâ bizim haddimize de değil ya. E şimdiyi öyle çok kontrol edebildiğimiz de söylenemez. Bazen biz ne yapabiliyoruz ki diye düşünmeden edemiyorum.
İçimdeki karanlık büyüyor. Depresyonda sayılırım bence. Herkes gibi kendime tanı koyabilecek kapasitedeyim. İyisi mi randevu alıp gideyim bir hastaneye. Doktorun başına ekşir, halı deseni izler gibi yeri gözetleyip durursam beni de yazar herhalde ameliyat sırasına.
***
En erken altı ay içinde ameliyat olabilirmişim. Araya torpil falan işlemez mi dedim. Artık herkes torpilli, hastalardan önce torpilcilerle tanışıyoruz, bir fark yaratmaz dediler. Büktüm boynumu kaderimi kabul ettim. Rabbim günaha girmeyeyim diye kapadı zannımca bu seçeneğin önünü. Neyse ki son yıllarda zaman çok hızlı geçiyor. Bir hafta iki gün gibi, bir ay bir hafta gibi. Altı ay da bir ay gibi geçiverir herhalde. Ha gayret, karanlığım daha fazla büyümeden…
***
Ameliyatı beklerken yanlışlıkla umut etmeye başladım. Karanlığım az biraz aralandı gibi oldu. Amaan. Artık sıra bana gelmişken vazgeçecek hâlim yok ya. Sonsuz mutluluk yahu, kaçırılır mı bu fırsat. Yarın akşam toz pembe bir dünyaya açacağım gözlerimi. O kadar iyi olacağım ki gelip benimle de röportaj yapmak isteyecekler. Hem garibanları hem zenginleri temsil edeceğim. Ameliyata girmeden görmeye başladım etkilerini. Girsem nasıl olurum kim bilir.
Giydirdiler ameliyat önlüğümü. Tam sedyeye yatmış giderken bir hemşire koştu kesti önümüzü. Sözleşmeyi unuttunuz dedi. Anlayamadım, dedim. Meğer ameliyata girmeden önce sözleşme imzalatıyorlarmış. Ameliyatta meydana gelebilecek riskleri ve gelecekte başıma gelebilecekleri kabul ediyorum diye. Bile bile kendi kuyunu kazmak resmen. Çelişkilerin içinde bir çelişki tanesi daha. Olsun, yarasın. Bu işin vaad ettikleri güzel sonuçta. Yarar değil mi?
İçimdeki umut filiz sürmeye devam ediyor. Gerek yok mu acaba ameliyata? O kadar da sıra bekledim. Haberleri didik didik ettim. Olayım gitsin ne olacak sanki. Şimdiye kadar kimseye bir şey olmadı sonuçta. Covid aşısında da böyle olmamış mıydı? Aynı şeyleri yaptık işte. Hoş, herkes hâlâ farklı varyanslarını geçiriyor. E biraz da unutkanlık, kalp krizi riski çıktı ama olsun. Uzun vadede yan etkilerini bilmeden hepimiz onu da yaptırdık. Çelişkiler hep olacak. Başka türlü nasıl insan olunur ki zaten?
Sözleşmeyi imzaladım. Ameliyathaneye girdik. Narkoz biraz ağır gelebilir, çıktıktan sonra mide bulantısı kusma olabilir, normaldir narkozu atarsınız korkmayın, diye de uyardılar. Tamam dedim. Ondan geri saydılar. Hoop dünya karardı.
***
Kendime geldiğimde etraftaki renkler gözlerimi aldı. Hastanede istirahat ettiğim oda normalden daha canlı, dışarıdaki kuş cıvıltıları daha heyecanlıydı. Trafiğin gürültüsü bile rahatsız etmedi. Demek böyle oluyormuş. Onca çaba bunun içinmiş.
Ameliyattan sonraki ay hayatımın en iyi bir ayıydı. Her şey olması gerektiği gibi, söylendiği kadar toz pembe bir hayat. İşimde terfi aldım. İçimde kelebekler uçuşuyor, ilişkimde muazzam ilerlemeler kaydettim. Eşimle ikinci baharımızı yaşıyoruz şimdi. Onca zaman enerjim hiç tükenmedi. Hâlâ da öyle. İlerledikçe ilerlemek geliyor içimden. Asla yenilmezmişim, her şeyi kontrol edebilirmişim gibi. 15 yaşıma geri dönmüşüm gibi. Anlatılamayacak kadar iyi yahu!
***
Ameliyatın üzerinden iki yıl geçti. Kendimi hâlâ çok iyi hissediyorum ama artık bahsi geçen yan etkiler gün yüzüne çıkmaya başladı. Mesela, her şey aynı ama sanki ben, ben değilim. Sonsuz mutluluğun böyle hissettirebileceğini kim bilebilirdi ki? Eskisi gibi olmayacağımı biliyordum ama bunun bu kadar etkili olacağını düşünmemiştim. İnsanlığım elimden alınmış, robotlaştırılmışım gibi. Ama bunlar kendimin bile umrunda değil. Benliğim bundan bile çok mutlu.
İki yıl boyunca terfi üstüne terfi aldım. Sadece ben değil ameliyat olanların pek çoklarında durum aynı. Herkes yükseldiği için düşük pozisyonlar yine bize kaldı. Terfi kavramı etkisiz eleman kategorisine geçiş yaptı. Başarı, emek, çaba, anlamlarını yitirdi.
İkinci baharımız alelâde bir hâl aldı. Buna rağmen bu duruma dahi tepki göstermiyoruz. Gösterebileceğimiz tepkiler, kötü sandığımız duygularla beraber ortadan kayboldular.
İçim hâlâ kıpır kıpır ama dolduramadığım koca bir boşluk var. Tüm kelebeklere rağmen, mutluluktan başka bir şey hissedemesem de o koca boşluğu düşünmeden duramıyorum.
Şimdilerde kalp estetiği pek çok kişide yan etkilerini gösteriyor. Herkes gülerek anlatıyor dert diye göremediklerini. Her türlü estetiğin problemi bu işte! Herkesi tek tipleştiriyor. Görünüşleri, sorunları, her şeyi aynılaştırıyor. Üzgün olmamız gereken durumlarda bile mutluyuz. Misal, ameliyatları çocuklara yapmaya başladıkların beri çocuklar düşse de ağlamıyorlar. Hani çocuk düşe kalka, ağlaya ağlaya büyürdü. Bu çocuklar gerçek hayatı, düştüğü yerden ders alıp öyle kalkmayı nasıl öğrenecekler şimdi? Etkiler gittikçe inanılmaz bir hâl alıyor. Öyle ki cenazelerde bile yüzler gülüyor. Kalp kırmak diye bir şey de kalmadı tabii. Zaten kırılabilse de seviniriz. Zira başka bir şey hissedemez hâldeyiz. Keder, dert, tasa yok olunca bir şey olacağız sandık. Mutlu son sandığımız şeyin içinde bunların da olması gerektiğini görmezden geldik. İnsanlığımızı kaybedeceğimizi bilemedik. Âdem olmanın tüm duygularla var olmak olduğunu unuttuk.