Geçmişin Gölgesinde Yıkılan Hayatlar

Pınar Civelek

Hayalimin başladığı yerdeyim. Yarın da ızdırabın bittiği hikayemin başladığı yerde olmak için çabalıyorum. Az kaldı. Üç saat sonra makineyi çalıştırabilecek ve geçmişten yük olarak kalan, hayatımın geri kalan her gününün pişmanlıkla geçmesine sebep olan o kararı değiştirebilecektim.

Beş yılın her günü vicdan azabıyla geçti. O güne dönebilmek için aklın ve bilimin sınırlarını zorladım. Beni geçmişe götürebilecek bir mucize aradım. Gitmediğim yer, çalmadığım kapı kalmadı. Kah Asya kıtasına kah Avrupa kıtasına kah Hindistan’a kah İtalya'ya, dünyanın bir ucundan öbür ucuna her yere gittim, herkese danıştım. Hiçbiri derdime derman olacak o çareyi bulamadı.

Bir gün bir rüya gördüm. Rüyamda bir zaman makinesi yapıyordum. Bana zaman makinesinin nasıl yapılacağı a'dan z'ye anlatılıyordu. İşin ilginç tarafı ise yapımı anlatan kişi, geçmişe gidip kurtarmak istediğim kişiydi, beş yıl önce benim yüzümden kurşunların hedefi olan kişi. Polis memuruydum. O olaydan sonra istifa ettim. Çünkü o olay her açıdan beni buhrana sürüklemişti. Sırtımda kambur olarak kalmıştı. 5 yıl önce cuma günü izindeydim. Rahmetli babamın eski arkadaşı Çerçeveci Rıza Amca’nın dükkanına gidip hem hal hatır soracaktım hem de bazı anısı olan fotoğrafları çerçevelettirecektim. Babam öldüğünden beri yanına uğramamıştım. Pek kuvvetli hafızam da yoktur, o yüzden dükkanın tam yerini hatırlayamayıp farklı sokaklara girmiştim. Geri çıkayım derken daha da kaybolmuştum. Girdiğim yerde insanlar ile karşılaşmamıştım. Terk edilmiş evler ve yarım bırakılmış inşaatların olduğu yerlerden geçerken bazı bağrışmalara şahit olmuştum. Küfür sesleri de eklenmişti onlara. Mesleğimin getirmiş olduğu cesurlukla profesyonel bir şekilde seslerin geldiği yöne doğru yöneldim. Terk edilmiş binanın giriş katındaki duvarında büyük bir yarık vardı. Sesler de oradan geliyordu. Etrafı kontrol edip göz ucuyla bakıp geri çekildim. İllegal bir olayın döndüğüne şahit oldum.

Bana yakın olan tarafta elleri bağlı sandalyeye oturtulmuş bir kadın, başına silah dayayan iri kıyım bir adam ve onun dört yandaşı vardı. Onların karşısında ise kadının eşi veya herhangi bir yakını olduğunu belli eden bir adam ve onun iki adamı vardı. Belli ki fidye olayı dönüyordu burada. Bağrışmalar kesilmiş düzgün bir şekilde konuşmaya başlamışlardı. Kadının başına silah dayayan adam konuşmaya başladı. “ Sana hapları getir yoksa karına zarar veririz demiştik. Sense dinlemedin...” derken kadının kocası hemen lafa dalıp “ Getirdim işte. Bırak onu gidelim, kimseye zarar gelmesin.” Anlaşılan bu mevzu uyuşturucu baronlarıyla da alakalıydı. Basit bir fidye mevzusu değildi. Adam tekrardan konuşmaya başladı “ Ağabey’in sabrını zorladın. Kuru kuruya bu mesele hallolmaz. Daha fazla mal getireceksin, karını da öyle alacaksın.” Onlar birbirine yükselip dururken elimi, telefonu almak için pantolonumun cebine uzattım fakat telefonum cebimde değildi. Silahım da üzerimde değildi. Ne yapacağımı düşündüm. Etrafta kimseler de yoktu. Geldiğim yolları geri dönüp arabanın yanına gitmeye karar verdim. Belki yolda giderken birini bulur ve bizimkilerden destek isterim diye düşündüm.

Düşüncemi hayata geçirmeye karar verdim ve adımımı attığım an yan tarafta duran cam şişelerin birbirlerine çarpıp parçalarına ayrılması bir saniye bile sürmedi. Çıkarmış olduğu ses adamların bile sesini bastırmıştı. Haliyle beni de gördüler. Bu sefer silahların namluları bana dönmüştü. “ Sen kimsin? Napıyorsun orda?” diye soru yöneltti içlerinden biri. Yapacağım şey o an kaçmaktı. Öyle de yaptım. Peşime takıldı üç tanesi. Rastgele sıkmaya başlamışlardı. Silahlarında susturucu vardı. Her ne kadar insan olmasa da buralarda çarşıya yakın bir yerdeydik. Yani öyle olmasını umut ediyordum.

Zikzaklar çizerek, sokak aralarına girerek, yön değiştirerek onlardan kurtulmaya çalıştım. Bir kurşun sol tarafımı ıskalayarak geçti. Âdeta kurşun yağmuruna tutulmuştum ama hiçbiri değmiyordu. Ya adamlar beceriksiz ya da ben çok iyiyim diye düşünmüştüm. Derken bir adam gördüm elinde poşetlerle iki binanın dar aralığında yürüyen. O kuzeye doğru yürüyordu biz ise doğuya doğru koşuyorduk. O da fark etti bizi. Kaşları çatıldı. Arkamdaki adamlar onu fark etmemişti. “Polisi ara ve buranın adresini ver.” diye bağırdım ona doğru. Keşke bağırmasaydım. İşte pişmanlığım buydu. Bunu değiştirmek istiyordum çünkü peşimdeki adamlardan biri durup kime bağırdığımı bulmaya çalıştı ve onu buldu. Hiç acımadan iki kurşun sıktı. Dehşet karşısında kanım donmuştu. Adamın vurulmasına belki de ölmesine sebep olmuştum. O değil de sanki ben vurulmuştum. Aklım yerinden çıkacaktı ama ayaklarım her şeyin aksine daha da hızlanmıştı. Aramızdaki mesafe de epey açılmıştı. Ana yola yaklaştığımızı gördüm ve daha da hızlanmaya çalıştım. Onlar da hala peşimdeydi.

Ana yola yaklaşırken polis çevirmesi olduğunu gördüm. Onlara doğru “ Arkamda silahlı adamlar var. Yardım edin!” diye bağırdım. Beni duydular ve siper alıp yaklaştılar. Arkamdaki adamlar da polisleri fark etmişti ve saklanmaya çalıştılar. Ben ise yola çıkıp arabanın arkasına siper aldım. Polise adamların uyuşturucu ticareti yaptıklarını, mafya olduklarını ve kendimin de polis olduğunu söyledim. Polislerle çatışma sonucu üçü de vurulmuştu. Destek ekip olarak bizimkileri çağırmıştım. Onlarla beraber yardım istediğim ve vurdukları adamın olduğu yere gittik. Tek duam adamın hayatta olmasıydı.

Adamın vurulduğu yere araba ile gittiğimizden daha kısa sürede varmıştık. Kanlar içinde yerde yatıyordu. İçimde korkuyla ona doğru yaklaştım. Nabzına baktım. Atmıyordu. Ölmüştü. Benim yüzümden ölmüştü. Elindeki poşette üniversite sınavı için kitaplar vardı. Hepsi yere dağılmıştı. Üzerlerinde kanlar vardı. Vurulan ben değildim ama en çok ben yaralanmıştım. Adamdan yardım istemeseydim onu görmeyeceklerdi. Aynısı gibi yoluma devam ettiğimde çevirmedeki polisler sayesinde zaten kurtulacaktım. Bu beni daha da yaralamıştı. Meslek hayatımda benim yüzümden daha önce kimse ölmemişti. Yaşama sevincimi kaybetmiştim bu olay sonrası. Her gün adamın mezarına gidip geldim.

Velhasılı zaman makinesi yapıp geçmişe gidip o günü değiştirmekti hayalim. Bu hayalimi gerçekleştirmeme az bir zaman kalmıştı. İki saat… İki saat sonra motorlar çalışacak ve ben makinenin içine girip beş sene öncesine gidecektim. Heyecanlıydım.

İki saat, yirmi dört saat gibi geçmişti. Makinenin için girdim. Beklemeye başladım. Beş dakika geçti bir şey olmadı. On dakika geçti yine bir şey olmadı. On beş dakika geçti yine olmadı. Yarım saat, bir saat derken iki saat geçti yine bir şey olmadı. Ben ise makinen içinde öylece bekledim. Gecemi gündüzüme katıp verdiğim çabanın karşılığını almak için biraz daha bekledim. Ama sonuç yine hayal kırıklığı.

Çok inanmıştım başarabileceğime. Ama yine olmamıştı. Geçen günü geri getiremeyecektim hiçbir zaman. Bilmem kaçıncı özürümü dilemek için mezara gittim. Mezarın başında bir delikanlı oturmuş dalgın bir şekilde mezar taşına bakıyordu. Muhtemelen oğluydu. Yanına doğru gittim. “ Başın sağ olsun, baban mı?” dedim. “Babam.” dedi. Sesi de dalgındı. Benim yüzümden babasının öldüğünü bilmiyordu. “ Sen babam için mi geldin?” dedi. “ Eski bir arkadaşımdı.” dedim. Doğruyu söylemeye gücüm yetmemişti. Sessizce dururken sessizliği bozdu birden “Bugün benim doğum günüm ama ben beş yıldır büyümüyorum , ben beş yıldır aynı yaştayım. Ama çok garip ki ruhum seksenini devirdi. Doktor olmamı çok istiyordu. Öldüğü günün ertesi, benim doğum günümdü. Çok iyi bir durumumuz yoktu. Bana hediye olarak test kitapları almış. Öldüğünde elinde poşeti varmış, hepsi kan içinde kalmış. Ama ben o öldükten sonra yaşayan ölüye döndüm bir süre. Sınava gireceğim sene bütün her şeyi boş vermiştim. Okuyup da babamı geri mi getireceğim dedim. Saldım her şeyi. Biraz paramız vardı onu da yedim. Beş parasız ortada kaldık. Annem hastalandı bu sefer. Ona ilaç alabilecek kadar bile param yoktu. O yüzden iki ay önce şu aşağıdaki markette kasiyer olarak işe girdim. Cebim biraz para gördü. Annemin ilaçlarını aldım. Ben aslında sadece babamı değil, babamla beraber hayatımı da kaybettim Ağabey.”

Anlattıkları gözümden yaşların boşalmasına sebebiyet vermişti. Vicdanımın daha da kanamasına neden olmuştu. İki hayat benim yüzümden mahvolmuşken benim nasıl hayatım olabilirdi? Ben nasıl gülebilirdim? Ben de yaşayan ölüye dönmüştüm. Kalktım sarıldım delikanlıya. “ Özür dilerim. Hiçbir şeyin böyle olmasını istememiştim.” Neden özür dilediğimi sormadı. Ya da neyin öyle olmasını istemediğimi... “Canın sağ olsun.” dedi. Canın sağ olsun.