Geçmemiş Zaman Makinesi

Saliha Çolak

0168 nihayet yanıt vermeye başlamıştı. Ben ve sevgili arkadaşım Aziz, gözlerimiz fal taşı gibi açık bir şekilde gelebilecek herhangi bir tepkiyi bekliyorduk. Bu makine için ben sekiz yılımı vermiştim, Aziz altı yılını… 1936'dan beri üzerinde çalıştığım bu Geçmiş Zaman Makinesi sonunda çağrılarımıza kulak veriyordu. Yaklaşık yarım dakika tıngırdadıktan sonra daha önce hiç tepki vermeyen güç kolu sağa sola gitmeye başladı. Hayretler içerisinde dedemden bana kalan kulübede bu sesleri iyiye yormaya çalışıyorduk.

Burası bulunduğumuz köyden uzakta, dedemin babam vefat ettikten sonra işleyip birkaç kuruş kazanalım diye bize verdiği tarladaydı. Annem gücü yettiğince ben ve dört kardeşimle bu tarlaya bakardı. Bu kulübeyi de zamanında dedem yapmış. Okumayı seven adamdı şimdi yalan yok. Ben ve Aziz'in bu makineye gönül vermesine de bir yerde o önayak oldu diyebiliriz.

Aziz'i ise bir bahar günü uçurtma kovalarken tanıdım. İpini kaçırmış çaresizce peşinden koşuyordu. Ona uçurtmasını yakalamasında yardımcı olmuştum. O gün Aziz'in ne kadar da zeki bir çocuk olduğunu fark ettim. Beni babasıyla beraber yaşadıkları eve götürdüğünde küçük ıvır zıvırları kullanarak çok dahice aletler yaptığını görmüştüm. O günden beri Geçmiş Zaman Makinesi projemde benimle beraber çalışıyor. Benden dört yaş küçük. Ben ona arkadaş olmanın yanı sıra hem bir abi hem de bir öğretmen olmaya çalışıyorum.

Makine bir anda durdu. Azizle birbirimize bakakaldık. Bu da neydi şimdi? Az önce ilk defa çalışmış güç kolu beni çevirin der gibi hafif hafif sağ sol yapıyordu. Aziz'in "Şu kolu çevirsek ne olur ki?" dediğini hatırlıyorum. Bunu söylerken kolu çevirmişti. Her yer önce bembeyaz sonra kapkara oldu.

(...)

Bir boşluktan düşerken zıplamışım gibi bir anda gözlerimi açtım. Gözlerimi açmamla beraber bağırmam bir oldu. Etrafımızda en az sekiz büyük, upuzun binalar vardı. Evet başarmıştık. Zamanda yolculuk yapmıştık. Ve bunun geçmişe olması gerekiyordu. "Geçmiş" kısmından emin olamadım. Doğrulduk ve etrafımıza baktık. Birkaç insan dümdüz, toprağın T'si bile olmayan yoldan yürüyordu. Bir uğultu vardı, kulağımı tırmalıyordu. Motor sesleri, bağırışlar, koca koca binalar ve bizim şaşkın bakışlarımız.

Yolda etrafımıza bakına bakına yürüdük. Yanımızdan geçenler bize garip bakıyordu. Aslında biz de onlara bakıyorduk ve bunun sebebi kıyafetleriydi. Sonra yanımızdan bir araba geçti ve biz beş dakika susarak ardından baktık. O kadar ihtişamlıydı ki uçsa ona da inanırdık.

Artık birine hangi yılda olduğumuzu sormamız gerekiyordu. İlerde bir kargaşa olduğunu fark ettik. Biz onlara yaklaşırken polisler mavi kırmızı ışıklı bir arabayla herkesi götürdü. Yerde bir şey gördüm. Dikdörtgen bir şeydi bu. Elime aldım. Bu bir telefondu. Aziz yanda düğmesi var Hasan abi ona basalım diyince ona bastık. Işık yandı. Büyük harflerde saat 13.44, tarih 06 Nisan 2023.

Gözlerimize inanamadık. Geçmiş Zaman Makinesi nasıl olmuştu da geleceğe gitmişti? Bu nasıl mümkün olmuştu? Aziz ve ben biraz uğraşıp telefonu açtık. Parmağımı ekranda yukarı sürüklemem yetiyormuş aslında. Geldiğimiz yıldan bu yana nasıl olmuştu da teknoloji bu kadar gelişmişti anlayamadık.

Aziz ile binalardan nispeten uzak bir yere gidip tekrar geri dönmeye karar verdik. Çünkü makinede ters giden bir şeyler vardı. Geçmişte herhangi bir yıla değil de geleceğe gitmiştik. Bu makinedeki her şeyi değiştirirdi.

Bir yer bulduk ama oldukça kalabalıktı. Makineyi burada incelememizin sakıncalı olacağını çünkü insanların bu işten işkillenebileceğini düşünmüştüm. Ama Aziz beni duruma uyandırdı:

- Baksana Hasan abi kimse bize bakmıyor. Herkesin elinde yeni tip telefonları var.

Başımı kaldırıp kalabalık meydana bir baktım. Aziz çok haklıydı. Kimsenin ilgisini çekmiyorduk. Oysa biz değişik, bir sürü kablolu şu aleti bizim köy meydanına getirsek başımıza doluşurlardı. Bu insanlar çok gürültülüydü ama gürültülerinin sebebi muhabbet etmeleri değildi. Ayrıca gençler n'apıyordu öyle? Telefonu bir yere sabitleyip insanların içinde dans ediyorlardı. Bunun illaki bir sebebi olmalıydı ama ben anlamadım.

Bir anda sağ cebim titredi. Yoldan aldığım telefon bu. Hemen elime aldım ve açtım. Bir şey yazıyordu:

- Köyünüz saldırı altında!

Nasıl yani? Aziz'le birbirimize bakakaldık. Tam şaşıracaktık bir kez daha titredi:

- Otobüse dön. Gitmen gereken yerler var.

Anlamamıştık ama bu durum hiç normal değildi. Aziz’le bir saat süren konuşmamızın ardından otobüse binip köye gitmeye karar verdik. Birine otobüsün nerede olduğunu sormalıydık. Gözümüze kestirdiğimiz bir amcaya sorduk. Başını kaldırıp şöyle bir baktı ardından çok uzakta değil deyip yolu tarif etti. Tam gidecekken de elimize para verdi. Teşekkür edemedim çünkü değişen paraya bakıyordum. Zaten neden para verdi anlamadım.

Biraz uğraşıp otobüsü bulduk. Şoföre " Bu otobüs Sarıca köyünden geçiyor mu?" diye sordum. Şoför homurdanıp "Yazıyı okusanıza be!" dedi. Zaten yazıyı okuduğum için köye gidiyordum. Başka birine daha sordum neyse ki gidiyormuş. Sorduktan sonra Sarıca diye belirtmiş miydim onu pek hatırlayamadım gerçi.

Otobüse bindik. Otobüs o kadar güzeldi ki. Aziz ve ben buna bir müddet şaşırdık. Otobüs harekete geçti. Yolu izlemeye koyulduk. Aslında şaşıracak daha çok şey varmış. Yollar araba doluydu. Hayatımda hiç bu kadar çok ve gelişmiş arabayı bir arada görmemiştim. Tabii araba sayısı yere atılmış çöp sayısıyla yarışamazdı.

Yaklaşık bir saattir yolculuk yapıyorduk ve ben bulunduğum durumu sorguluyordum. Nasıl olmuştu da bu yıla gelmiştik? 0168 üzerine onlarca yaptığımız çalışma nasıl ters tepki gösterip bizi geleceğe yollamıştı? Ayrıca gelişmiş telefon nasıl oluyor da köyümün saldırı altında olduğunu biliyordu? Telefonun bir gizemi olmalıydı. Bu çağda insanlar da bir garipti. Ayrıca hiç vakitleri yok. Hızlı hızlı yürüyüp hızlı hızlı konuşuyorlar. Birbirlerini anladıklarını sanmıyorum.

Telefon titredi. Bu seferki yazı üzerinde kuş olan mavi, küçük resimden geldi. "Çabuk herkes işini gücünü bıraksın, yeni aldığım tırnak makasının güzelliğine baksın."

Ne? Bu cümleyi sorguladım. Hiçbir manası yoktu. Telefonun ekranını yukarı kaydırdıkça daha saçma şeyler okudum. "Ayakkabımın bağcığının güzelliği şaka mı?" "Yüz bin lira karşılığında arkadaşını satar mıydın?" Ve daha bunlar gibi birçoğu. Başımı gelişmiş telefondan kaldırdım ve az önce hayata baktığım otobüs camından yine baktım. Midemin bulandığını hissettim. Köy de otobüs de yalandı. Bu telefon beni kandırmıştı. Bu otobüsün Sarıca'ya gittiği yoktu. İnmeliydik, hem de hemen.

"Otobüsü durdurun!" diye bağırdım. Beni hiç görmemiş bu insanlar ile bir anda göz göze geldik. Şoför sinirlenip bir şeyler söyledi ama hiç aldırmadım. Otobüsten koşarak indim. Aziz de makineyi alıp peşimden geldi.

Yaklaşık iki saat boyunca otoyolun kenarındaki daha sakin yoldan nereye gittiğimizi bilmeden yürüdük. Geri dönmemiz gerekiyordu. Gelecek hakkında daha fazla bilgiye sahip olmamalıydık. Döndüğümüzde ilk işim makineyi yok etmek olacaktı çünkü geçmişe gitmekle geleceğe gitmek aynı şey değildi. Kötü insanların elinde gelecek mahvolabilirdi ama geçmiş kendini düzeltirdi.

Aziz perişan halde yüzüme bakıp:

- Hasan abi ne kadar daha gideceğiz? dedi. Bilmiyordum. En iyisi 0168'i burada incelemekti. Bir müddet makineyi inceledikten sonra bir kablonun yanlış yere bağlı olduğunu gördüm. Aziz ile bu işe kafa yorduk ve kabloyu söküp olması gereken yere taktık. En son geleceğe gelmeden önce çalışan kol yine hareket etmeye başladı. Son kez gelecek dünyaya bir bakış attım ve bu kez kolu ben çevirdim.

(...)

Aziz kolu çevirince kulübede daha önce hiç çıkmamış bir ışık hüzmesi çıktı ve aynı anda ikimizde de çok garip bir şey oldu. Ne olduğunu anlayamadık ama bunu iyiye yormadık. Biz fark etmesek de bir şey olmuştu. 0168'in sahipleri olarak bunu fark etmememiz tehlikeli olabilirdi.

0168 o gün emekli oldu. Aziz ve ben başka işlerle uğraştık ama o gün kulübede başımıza gelen belirsizliğin konusunu hiç açmadık. 0168 de yıllarca gün yüzü görmedi. Ta ki torunum 2023 yılında onu harabe olmuş kulübemde bulana dek…