Karanlık ve çirkindi. Kasvetli, nefret doluydu. Ölüm için var olan bir şeydi. Kolları kargaşık göğü lanetliyordu. Kökleri sürekli toprağın bağrını deşiyordu. Ölüm kokuyordu. Her rüzgârla kin fısıldıyordu. Bu fısıldadığı kin etrafını ama en çok da kendisini karanlığa hapsediyordu. Aslında o karanlığa hapsolmuş değildi. O karanlığa hüküm sürüyordu.
Kasaba dağın eteklerine kurulmuştu. Dağın tepesinde dalları, uzun yüzyıllardır kurumuş olan karanlık bir ağaç vardı. Zirveye tek başına hakim olan bu ağacın dalları, göğe kadar çok yükselirdi kimi zaman bulutları delerdi. Kökleri tüm dağı kaplardı. İçini hep deşerdi yerin. Toprağın dışında dağın üzerinde kasabaya doğru uzayan kökleri de mevcuttu. Ağaca ve köklerine yaklaşılmazdı. Ağaçtan sarımsı bir sıvı akardı. Bununla kasabanın etrafını saran yüksek kahvemsi sarımsı duvarların oluştuğu/yapıldığı anlatılırdı. Duvarlar yapıldı mı yoksa ağaç tarafından oluşturuldu mu kimse bilmiyordu. Bu duvarların kimi kısmı saydamdı. İçinde çeşitli yaratıkların var olduğu yönünde rivayetler mevcuttu. Bu duvarların ardında ırmak akıyormuş. Bu ırmağın kan renginde suları varmış. Bu amber rengi duvarlar kızıl ırmaktan insanları uzak tutmak içinmiş. Neyden veya kim…
- Berikaa! söylediklerine dikkat et. Duvarlar bizi koruyor.
- Neyden?
- Irmaktan. Kanın aktığı Kızıl ırmaktan.
- Irmağın rengini nereden biliyorsun? Gördün mü?
- Hayır ama kitaplar, kayıtlar bunu söylüyor. Alınan örnekler bunu gösteriyor.
- Kitapların kayıtların dili mi var ki söylesinler. Belgeye, kayıta şekil veren, yorumlayan sensin.
- Keyfi yorum değil yapılan. Deliller ile olan bulgular sonucu elde edilen kanıtlar. Rengi kan kırmızısı. Eskilerin koyduğu ad ile Kızıl ırmak.
- Rengini belgelerin ve bulguların ile kanıtladın. Tehlikeli olduğunu ne ile kanıtlıyorsun? İşte bu senin yorumun.
- Bugüne kadar ki kayıtlar bunu söylüyor. Seyyahların kayıtlarından buna ulaşıyoruz. Peki senin aksine dair olan kanıtın, dayanağın ne?
- Yok. Baran ben duvarın ötesine geçmek istiyorum.
- Geçemezsin. Yasaklandığını biliyorsun. Dönen seyyahların dışarıdaki organizmalardan dolayı bilinmeyen hastalıklardan kaynaklı delirdiklerini ya da öldüklerini biliyorsun.
- Gerçekten değiştiler. Fakat bu onların deli olduğu anlamına mı gelir?
- Değişim, deliliği beraberinde getirir. Akıllı olan insan düzenini bozmaz. Macera aramaz.
- Akıllı insan kafesini sever. Akıllı insan kaderini sever. Akıllı insan değişmek istemez. Akıllı insan önce ruhunu öldürür ardından aklı ile çürür.
- Kafesler güvenli, kaderler bilindik. Ne daha iyi ne de daha kötü olur. Beklediğin şekilde olur. Uzun ve güvenli yaşarsın.
- Anlatılanlarla, yaşanmışlarla yaşarım. Başkalarına ait olanlarla. Burada bana ait olan ve ben olan nerede kalıyor?
- Kaderinde saklıdır. Kaderim başkalarının standartlarına, beklentilerine ve karar verilen potansiyellere göre şekilleniyorsa benim mi? içinde ben mevcut muyum?
- Berika, arayışın sana sadece acı getirecek. Biliyorsun Çağ Hoca ne demiş
”FARKINDALIĞIN ARTTIKÇA MUTSUZLUĞUNDA ARTACAK”
- Haklısın Baran fakat bu mutsuzluk umutsuzluktan iyidir.
- Buna da benim diyebileceğim bir şey yok. Anlatmaya devam et Berika dinlemek istiyorum seni. Zamanımız oldukça.
- Zamanımız oldukça.
Akşamüstü rüzgârı ile Berika anlatmaya devam etti. Kuruluş mitini. Kasabanın akşam şenliğinin sesleri uzaktan tatlı bir şekilde geliyordu. Berika’nın heyecanı umutsuzluğu ile birlikte anlattığı hikâyesinde ses buluyordu. Baran’ın ise bakışlarında korku olmasına rağmen dinlemek istiyordu. Basit bir hayat istiyordu. Emek dolu bir günün ardından bir akşamüstü şenliğin uzaktan gelen sesleri ile Berika’yı dinlemek istiyordu. Berika ise fazlasını istiyordu. Bilmediğini istiyordu.
*****
Karanlık ve çirkindi. Berika her baktığında bu ağaca içi daralıyordu. Nefret kustuğunu düşünüyordu. Baran ise ağaca her baktığında şefkat görüyordu. İkisinin tartışması bitmiyordu. Çünkü birbirlerinden vazgeçemiyorlardı. Zaman doluyordu. Berika birlikte kaçmayı istedi. Fakat bunu teklif edemedi. Çünkü duvarın ardında ne olduğunu bilmiyordu. Baran duvarların içinde mutluydu. Onu kendi umutsuzluğu ile bilinmezliğe sürükleyemezdi. Yine bir akşamüstü oturdular kehribar duvarların dibine. Akşam şenliğinin sesi uzaktan geliyordu. Son kez bakıyordu Berika Baran’a. Son kez anlatıyordu. Baran Berika’nın sesindeki umudu duydu. İçi sızladı. Zamanın azaldığını düşünmek istemiyordu. Güneşin son ışıkları kehribar duvarların arasında veda etti. Berika Baranın haberi olmadan ona veda etti.
Şarktaki Kehribar duvarların içinde Büke vardı. Duvarın içinde şark taraflarında yaşanmazdı. Şarkta kan Kızıl Irmaktan daha çok akardı. Bu yüzden gidilmezdi. Berika oralara giden seyyahların kitaplarını okumuştu. Bu kitaplar mit olarak ciddiye alınmazdı. Berika aldı. Şarktaki Kehribar duvarların içindeki Bükeyi bulacaktı. Berika alaca şafağı ile heybesini yüklenip atına bindi. Geriye bakmadı. Baran burada mutluydu. Mutlu olduğu yerde kalmalıydı. Sabahın soğuğu gönlünün kırgınlığını dindirdi. Şarka koşturdu atını. Günlerce sürdü bu yol. Yılları aşacak olaylar oldu. Berika şarka vardı. Kehribar duvarları takip etti. Bükeyi buldu. Duvarın içindeki Büke devasaydı. Sanki hareket ediyor gibiydi. Ediyordu da. Berika kehribar duvarın dibine yaklaştı. Bıçkısını çıkardı. Sol avcuna keskin kısmını koydu. Sol elini sıktı. Sağ elini hızlıca çekti. Yavaş yavaş damladı kanı duvarın dibine. Amber rengi kanla buluşunca Büke hareket etti. Gözlerini açtı. Gözleri altındandı. Berika’ya baktı. Berika korkuyu hissetti. Heyecanlandı. Ölebilirdi. Harika olmaz mıydı Büke tarafından öldürülmek? Gülmeye başladı. Berika’nın kahverengi gözleri canlandı. Büke duraksadı. Ne gördüğü bilinmez Berika’nın geçmesine izin verdi. Berika duvardan çıktı. Artık duvarın ardındaydı.
***
Berika’nın gidişinin ardından beş sene geçmişti. Baran her akşamüstü Kehribar duvarın dibine geldi. Han ağaca baktı. Rüzgarı hissetti. Yüreği dindi. Berika’yı bekledi. Giderken veda etmeyen, gel demeyen, döneceğim demeyen Berika’yı bekledi. Basit bir hayat istedi. Berika’nın mutlu olmasını istedi. Berika’nın bu basit hayatla mutlu olmayacağını biliyordu. O yüzden gitme diyemedi. Gel demesini bekledi. Berika da gel diyemedi. Güneş son ışıkları ile kehribar duvarlarının üstüne gelmişti. Veda edecekti.
- Baran…
Baran döndü. Güneşin son ışıkları Kehribar duvarların arasından onun yüzüne düşüyordu. Berika’nın. Berika dönmüştü.
- Berika?
- Ben döndüm…
Berika’nın yüzü solmuştu. Fazlasıyla kilo vermişti. Gözleri yaşlanmıştı. Beş senenin verdiği bir yaşlanma değildi gözlerindeki. Neler gördü? Neler yaşadı? Neden döndü? Kalacak mı? Özledi mi? Baran bunları dillendiremedi.
- Hoş geldin.
- Hoş buldum.
Berika yaşadıklarını anlatamadı. Gördüklerini. Umudu buluşunu, yitirişini. Anlayamadığı şeyleri. Tek bir gerçeği anlattı.
- Baran topraktan ayrılmamak gerekiyormuş. Haklıymışsın. Ama anlatmadıkları şeyler var. Doğduğun yerde ölmek zorundasın. Uzaklaştıkça buraya çekileceksin. Uzak durdukça zihnin bulanacak. Ruhun kaybolacak. Zaman mekan sürekli karıştı. Uzaklaştıkça karıştı. Ağaçtan uzaklaşmamamız gerekiyor Baran. Ağaçtan uzaklaştığım için cezalandırıldım Baran. Ben de öleceğim yahut delireceğim.
Baran duydukları karşısında ne yapacağını bilemedi. Yalvaran bir tonla çaresizlik içinde konuşmaya başladı.
- Kama gidelim Berika. Kam bize yol gösterir. Yahut okudukların. Seyyahların kitaplarında vardır bir şeyler. Bir çare söyle bana Berika. Bir yol göster. Tekrar gitme. Tekrardan bırakma beni.
Baran ağladı. Berika ağladı. Gün çoktan veda etmişti. Vuslatları mahşerdendi. Ak Kama gittiler. Durumu anlattılar. İkisini Ak Kam büyütmüştü. Ak Kam sol eline ucu sivri olan bir taş aldı. Sağ avcunun içine bastırdı. Kanla doldurdu kavonuzu.
- Alın bunu. Cenuba gidin. Köklerden oluşan bir inin içinde Kara Şaman var. Ona gidin. O kanımla napacağını bilir.
Baran önünde Berika atın sırtında Cenuba doğru ilerledi. Şafak sökmeden dağın cenup eteklerindeydi. Yukarı çıkmak için atı orada bıraktı. Berikayı sırtına aldı. Dağı tırmanmaya başladı. Kökler o kadar sıktı ki. Sürekli ayağına dolanıyordu. Defalarca dizinin üstüne düştüyse de Berika’yı düşürmedi. Köklerin içindeki ine geldiler. Kara Şaman bir kadındı. Kara sürmelerinin içinde kaybolmuş gözleri zehirleyen bir keskinlikte gelenleri izliyordu. Baran:
- Ak Kam yolladı bizi. Uzakta kalanın hastalığına deva olman için yolladı. Bu emaneti de yolladı.
Kanı Kara Şamana verdi. Kara şaman kanı kokladı. Acımasız gülümsemesi ve keskin bakışları ile Kara Şaman konuşmaya başladı:
- Ölmüşün içinde deva. Gidip alabilecek misin Kut sahibi olan? Alsan dönebilecek misin? Ak Kam kanı, Kara Şaman kanı, Han ağacının özü bu üçü onu iyileştirir. Kanım için bedel ödemen gerek. Han Ağacının görünmeyen tarafında Şarktaki dallarında olan yapraklardan bana getirmen lazım. Oraya gittiğinde karşılaşacaklarına hazırlıklı ol. Ölmek dahi daha güzel gelecek belki. Sen dönene kadar uzaklaşmışı hayatta tutacağım. Acele et ölümlü, ecel bir nefes uzakta.
Baran sessizce kenarda uzanan Berikaya baktı. Berika uyuyordu. İyice solmuştu. Alnına dokundu üstünü örttü. Sessizce Kök mağarasından çıktı. Yamaca indi. Bağladığı atına binip Şarka doğru yol aldı. Günler süren yol sonrası şarka vardı. Tırmanmaya başladı Baran. Şafak sökerken Han ağacının dibine geldi. Ağaçta bir insan vardı. Ama çok büyüktü. Yüzlerce katıydı. Ona baktı. Han ağacındaki insan konuşmaya başladı:
- Hanların Hanı ilk Han olan men Er-Sogotoh’un huzuruna gelen kimdir? Kimlerdendir? Budunumdan mıdır?
- Ey Han’ım, Er-Sogotoh Han. Şark’ın Hakanı, İlk Han. Budunun efendisi. İlk kut sahibi Han’ım. Ben şanlı budunundan Baran Beg.
- Budunum neden geldin? Soyum mu kurudu? Şimaldeki deccal tohumları mı çoğaldı? Ötükeni mi bıraktınız?
- Hanlar Hanı, İlk Han Er- Sogotoh Hanım soy kurumadı, Kurt esir olmadı, Şimaldeki deccal gelmedi. Ötükeni bırakmadık fakat kaybolanlar oldu. Döndüklerinde yurda, yitenler. Yitmesin istediğim, senden sonra kut alan Han olan bana Hanım olan için yalvarmaya geldim.
- Küçük Han karşılığında ne verceksin?
- Hanlar Hanı, İlk Han Er-Sogotoh Hanım Kut’dan vazgeçeceğim. Gerekirse de canımdan.
- Ne istersin Küçük Han?
- Han ağacının özü, kanınız. Duvarların yapıldığı öz.
- Küçük Han, kutdan vazgeçmek demek ölümlü olmak demek buna razı mısın? Buduna Han olamayacaksın. Budun için yaşama şerefinden yoksun kalacaksın. Soysuz ve yurdsuz olacaksın. Son ömrün olacak bu Küçük Han. Alacağını al. Bedeli bu kutlu topraklarda yaşadığın her gün ödeyeceksin. Öldüğünde Kehribar duvarların parçası olamayacaksın. Adsız, soysuz ve yurtsuz öleceksin.
- Hanlar Hanı İlk Han Er-Sogotoh Hanım dediğinizi yapacağım.
Baran özü aldı. Yapraklardan aldı. Geri dönmeye koyuldu. Ödediği bedel gururunu ezdi. Onu yok etti. Baranın bir parçası öldü. Kök inine geldiğinde Kara Şaman onu aynı şekilde bekliyordu. Kara Şaman, kanlara Han ağacının özünü karıştırdı. Berikaya enjeksiyon etti. Berikanın göğsüne ışık dolmaya başladı. Ötükenin ışığıydı bu. Baran sessizce izledi. Kara Şaman:
- Kut’lanmış değilsin artık. Bir ömür yaşayacaksın seni bırakanla. O seninle yaşarsa tabi. Kimse özgür değil ölümlü. Ne özgür olduğunu sananlar, ne arayanlar ne de reddedenler. Taşıdığın yürek prangan olacak ölümlü. Taşıdığın yürek sonun olacak.