Kapının Ardındaki Şifa

Pınar Civelek

Benim ondan, onun da benden başka kimsesi yoktu. Başımızı soktuğumuz derme çatma bir dört duvar arasında yaşamımızı sürdürüp gidiyorduk. Mutluyduk da. Ta ki kardeşim amansız bir hastalığa yakalanana dek. Hastalığının adı yok. Daha önce görülmemiş, duyulmamıştı. Kardeşim ne konuşabiliyor ne sesimi duyabiliyordu. Hatta yürüyemiyor sadece kırk senelik karyolada boş duvara bakarak günlerini tamamlıyordu. Her geçen gün iki santim küçülüyordu. Eğer bir tedavisi olmazsa gözümün önünde küçülüp yok olacaktı.

Kardeşim, hastalığa yavaş yavaş yakalanmamıştı. Ansızın, birdenbire sirayet etmişti bu hastalık ona. Yürüyemedi, kalkamadı, konuşamadı ve daha birçok insanî faaliyetlerini yerine getiremedi. Ona seslendim, beni duymadı ya da duydu cevap veremedi ama duyduğuna dair herhangi bir tepki de vermedi. Ben o gün çıldırdım. Ağladım ve ne yapacağımı bilemedim. Tek bir yere bakıyordu. Bakışları sabitti. Duvardaki tozlanmış fotoğrafa -annemin bizi her hafta zorla götürdüğü köyün fotoğrafına- bakıyordu. Asla solgun değildi bakışları. Önceden nasıl parlıyorsa kehribar rengindeki gözleri öyle parlıyordu.

Çaresizlik içinde ve ne yapacağımı bilemez bir halde ambulansı aradım. Hastaneye gittik. Doktor daha önce böyle bir vakayla karşılaşmadığını, tıpta da daha önce görülmemiş bir vaka olduğunu söylemişti. Tedavisi için yapılacak bir şey olmadığını, sadece beklemek gerektiğini söylemişti. Ayrıca hastalık hakkında çalışmaların da yapılacağını söylemişti. Yaşadığım şeyi anlamlandıramamıştım. Doktorun söyledikleri üzerine ne yapacağımı, nasıl davranmam gerektiğini kestirememiştim. Bir şeyler eksikti. Bir şeyler yanlıştı.

Ümitsizlik içinde eve döndük. kardeşimin aksine benim bakışlarım solgundu. Yemek yemesi gerekiyordu fakat vücudunu hareket ettiremediği için yemek yiyemiyordu. Hatta su bile içemiyordu. Doktor enjeksiyon ile damarına sıvı ilaç takviyesinde bulunulması gerektiğini söylemişti. Bana nasıl yapmam gerektiğini göstermişti. Öyle yapacaktım ve yaptım da.

Dedim ya kardeşim küçülüyordu diye, ilk gün bunu fark etmemiştim. Ama bir hafta geçti ve ben kardeşimin küçüldüğünü o zaman fark edebilmiştim. Tekrar panik halinde hastaneye gitmiştik. Bu sefer kardeşimi iki gün boyunca hastanede yatırmışlardı. Doktorlar da küçüldüğünü gözlemlediler ama herhangi bir sonuç elde edemediler. Araştırmaya devam ettiklerini söylemişlerdi. El mecbur tekrar eve döndük. Kardeşimle konuşmaya çalıştım. Beni anlıyorsa bir işaret vermesini söyledim. Herhangi bir işaret. Ama beni duyan yalnızca duvarlardı. Ben de delirmiştim, sağlıklı düşünemiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Tek yoldaşım hayattaydı, yanımdaydı ama çok uzaktaydı.

Biraz hava almak için kapının önüne çıkmıştım. Kamburu çıkmış, yaşlı bir kadın bana doğru gelmeye başlamıştı. Yaklaştı ve elindeki kağıdı uzattı. “Sen kimsin? Bu nedir?” diye sordum. “Kardeşinin iyi olmasını istiyorsun değil mi? O halde bu adrese git. Duvarın ardındaki gizli kapıyı bul. Sandığın içindeki kehribar taşını al ve buraya gel. Altı saatin sonunda buraya geleceğim. Geldin geldin, gelmedin bu şansı kaçırırsın.” “ Yahu sen de kimsin? İn misin cin misin?” dedim. “Biz şu an bir masalın içinde miyiz? Kehribar taşını ne yapacaksın? Sen beni nereden buldun ve kardeşimi nereden tanıyorsun?” diye de ekledim. “Bana güvenmekten başka çaren yok.” dedi. “Kehribar taşı ile ilaç yapacağım, enjeksiyon ile damarına ilacı vereceğim. Sadece bana güven.” dedi. Arkamı döndüm sabır diledim. “Şu son zamanlarda yaşadıklarım bir kabus mu?” Tam kadına dönüp bir şey söyleyecektim ki kadın yok olmuştu. Ortalıkta görünmüyordu. İş iyice garipleşmişti. Kendimi çimdikledim rüyam mı diye. Ama değildi. Peki ne yapacaktım ona güvenecek miydim? Kağıtta hangi adresin yazılı olduğunu öğrenmek için hemen açıp baktım. “Yok artık." diye bağırdım. Burası annemin bizi zorla götürdüğü köy ve oradaki evimizin yanındaki terk edilmiş kulübenin tam adresiydi. Oraya girmeye korkuyorduk; çöker de içinde kalırız diye. Ufacık bir rüzgar estiğinde kağıt gibi sallanıyordu. Ama sağlamdı, ayakta duruyordu.

Gitmeli miydim? Gitmeliydim. En azından elimden bir şey gelmeden bekleyeceğime tedavi için kendim de araştırmalarda bulanabilirdim. Belki gerçekten öyle bir taş vardır ve ilaç olarak kullanılıyordur.

Fakat gidersem kardeşimi yalnız bırakamazdım ama onu yanımda da götüremezdim. Gerçi ben onun yanında olsam da olmasam da hep yatıyor ve herhangi bir şeye ihtiyacı olmuyordu. Belki birkaç saatliğine onu yalnız bırakabilirdim. Tereddütlerim olsa da bırakmaya karar verdim.

Hemen ceketimi alıp köye kalkan otobüse bindim. köy uzakta değildi ama tenha bir yerdeydi. Bir saatlik otobüs yolculuğunun ardından köyün girişinde indim. Beş dakikalık yürüme mesafesinde olan eski evimize doğru yürüdüm. Yıllar geçmişti. Evimizin çatısı rüzgardan, yağmurdan ve sıcaktan dolayı harabe haline dönmüştü ama yanındaki kulübe biz küçükken nasılsa yine öyleydi. Harabe bir görüntüye sahipti ama yıkılır dediğimiz kulübe yıkılmamıştı.

Etrafta kimseler yoktu. Ne bir köpek ne bir kedi, hiçbir canlıya rastlayamadım. Evden çıkmadan önce el fenerini almıştım. Yavaşça içeri girdim. Korkuyor muydum? Hem de çok. Oldum olası izbe yerlerden, tenha köşelerden hep korkmuştum ama kardeşim için bunu yapmak zorundaydım. Korkum büyüktü ama cesaretim daha büyüktü.

El fenerini kulübenin içinde gezdirdim. Duvarın ardındaki gizli odayı bulmam gerekiyordu. Küçük bir odaydı. Odanın ortasında bacakları kırılmış bir masa, onun aksine sağlam duran bir sandalye ve onlardan uzak bir duvara montelenmiş kitaplık vardı. İçerisi tozluydu. Nefes alırken zorlanıyordum. Her an astım krizine girebilirdim. Ama kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Gizli odayı nasıl bulabileceğimi düşündüm. Filmlerde gizli geçitler nasıl olurdu? Karakter, kitaplıktaki bir kitabı alırdı ve duvarda bir insanın geçebileceği boyutta bir geçit açılırdı. Bu da öyledir diyerek kitaplığa doğru yürüdüm ve elime gelen kitabı oradan aldım. Herhangi bir şey olmadı. Bir tane daha aldım. Yine olmadı. Bir tane daha, bir tane daha derken bütün kitapları kitaplıktan indirmiştim. Kitaplığı inceledim, herhangi bir durumla karşılaşmadım. Bu gizli oda neredeydi? Artık sıkılmaya başlamıştım.

Odanın dört bir yanında yavaş yavaş gezmeye başladım. Tek tek duvarlara dokundum, aşağıya, yukarıya ama bir türlü gizli odayı bulamadım. Biraz dinlenmek istedim. Sandalyeyi alıp sağlam mı diye bir baktım ve oturdum. Aniden kitaplık hareket etmeye başladı. Sanki deprem oluyordu. Öyle bir sesti ki yer yerinden oynadı. Bu nasıl bir mekanizmaydı? Hayatım boyunca böyle bir sistem ile karşılaşmamıştım. Şu an vakit harcayamazdım ama çözmek için aklımın bir köşesinde bunu not etmiştim.

Hızlıca yerimden doğruldum. Sakin adımlarla gizli odaya girdim. Duvarın köşesinde büyük bir sandık duruyordu. Başka hiçbir şey yoktu. Yavaş ve temkinli adımlarla oraya doğru ilerledim. Sandığın dibine çöktüm. Yavaşça kapağı kaldırdım. k

Küçük ama güneş gibi göz kamaştıran kehribar taşını gördüm. Kocaman büyük bir sandık ve içinde küçücük kehribar taşı... Heyecanlanmıştım. Kardeşimin kurtulma ihtimalini düşündükçe daha da heyecanlandım. Taşı bir mendil ile tutup sarıp sarmaladım ve arkama bakmadan kulübeden çıktım. Kitaplık eski halini almış mıydı, o geçit kapanmış mıydı; umurumda bile değildi.

Köyün çıkışına doğru koşar adım gittim. Tekrar otobüs bekledim ve şehre indim. Evin önüne geldim. İçeri girdim. kardeşim bıraktığım gibi yatıyordu. “Hayattaki tek varlığımsın. Senin için elimden gelen her şeyi yaparım.” dedim. Dışarı çıktım.

Kadını beklemeye başladım. Acaba gelecek miydi? Bekledim, bekledim en sonunda geldi. Hangi taraftan geldiğini görmemiştim. “Getirdin mi?” dedi. “Getirdim.” dedim.” O halde başlayalım.” dedi. İzin bile almadan eve girdi. Mutfağa gitti ve ismini bilmediğim aletleri, beherleri ve daha nicelerini düzgün bir şekilde tezgahın üstüne kurdu. Ocağı yaktı. Kehribarı aldı, kaynattı ve uzunca bir süre farklı işlemlerden geçirdi. Sürekli onu izledim ve en sonunda ilacı hazır etti . “İlaç hazır. Şimdi bunu enjeksiyon ile kardeşinin damarına verelim.” dedi.

Kardeşimin yanına gittik. O yine duvardaki fotoğrafa bakıyordu. Yaşlı kadın ona ilacı verdi ve bana dönüp “Yarın uyandığında onu tekrar eski sağlığında göreceksin.” dedi. Yaşlı kadını uğurladım. Heyecandan evin içinde dört döndüm. gözüme uyku girmiyordu. Fecre yakın gözlerimi açamaz oldum. Yatağıma yattım ve zorlanmadan uyudum.

Ertesi gün güneş pencereden içeriye sızmış, bir yaz sabahı gibi evi aydınlatıyordu. Burnuma güzel kokular geliyordu; çay kokusu ve sahanda sucuklu yumurta kokusu... Hemen doğruldum. Koşarak kardeşimin yattığı odaya girdim. Orada değildi. Mutfağa gittim ve oradaydı. Hayretler içerisindeydim. Ayaktaydı, sapasağlamdı. Boyu eskisi gibiydi. Allah'a sesli bir şekilde “ Şükürler olsun, şükürler olsun, şükürler olsun. ” deyip ona doğru koştum. Kardeşim beni görmüş ve duymuştu. O da hayretler içerisindeydi. “Abi sen iyi misin?" dedi. Belli ki yaşananları hatırlamıyordu. Ben de hatırlatmazdım o halde. Yanına vardım ve boynuna sarıldım. “Kötü bir kabus gördüm. Sanki gerçekmiş gibiydi. Bir an korktum gerçek olmasından. Ama Allah'a şükür ki gerçek değil. Seni çok seviyorum kardeşim.İyi ki varsın.” dedim.