Amcam Diye Bildiğimiz

Hacer Noğman

Duvar kırma işçilerinin ayranlarını verince daha iyi çalışıyorlardı. Ben de gerekeni yapıp onlara ayranlarını götürdüm. Önlerinde metrelerce yükseklikte bir duvar vardı. Ufak parçalar halinde onu kırmalıydılar. İçinde kıymetli bir şey vardı. Duvar işçileri hummalı çalışarak nenemin oğlunu arıyorlardı. Onların da işi zordu.

Nenem ilk göz ağrısının haberini aldığında canın tatlı mı çekiyor ekşi mi diye sormuşlar. Bir şey diyememiş. Bir şey çekmiyormuş canı. Yine de ona tatlıları getirmişler. Yedikçe ikrah etmiş tatlıyı. Getirmeyin diyememiş. Dili varmış hâlbuki. Elini sıcak sudan soğuk suya değdirmemişler bir de kollamışlar canı tatlı çekecek mi diye. Kim çıkarmışsa bunları, dememiş hiç kimse. Nenem bile. Midesinin yandığını kızına yormuş. Saçındandır, demiş. İçine demiş. Doğuma az vakit kala bebeğin kız olduğunu anlamışlar. Buruk bir havayla merhaba demişler ona. Bebeğin fazladan iki hafta içerde kalışını kârdan bilmişler. Nenem öyle mahzun fakat onda da bir burukluk.

İki bahar sonra babam gelmiş dünyaya. Ramazan ve kurbandan sonra üçüncü bayramları olmuş bizimkilerin. Kırk gün kırk gece kutlamışlar bu olayı. Babamı altından bebekmiş gibi büyütmüşler. ve nenem üçüncü kez evlat haberini aldığında dedemin annesi rüya gördüğünü, doğacak olan bebeğin erkek olacağını, bebeği kehribar taşına saklamak istediğini söylemiş. İstedikleri bir vakit bebeği çıkartabileceklerini söyleyip babamı ikna etti büyük nenem. Anlatması kolay tabii. Başka türlüsünü nereden bileyim?

Kasabanın ebesiyle anlaşıp bir cuma günü amcamı almışlar. Ebe, aldığı bebeğin kız olmasını beklerken erkek olduğunu görmüş fakat aldığı para ağzını açtırmamış. Nenem bu işe başından beri karşı çıkmış ama nenem kim ki sözü dinlene? Ağlamaktan göz pınarları kurumuş, ince hastalığa yakalanmış. Kafasını dayadığı duvarın ısvarı aşınmıştı gözyaşından. En çok halamı düşünmüş hasta yatarken, hep onun adını anmış. Amcamın daha bir adı bile yoktu. Amcam kehribar taşının birine konup dondurulmuş, evimizin duvarınaa gömülmüştü. Nenemin gözyaşlarının erittiği duvara gömdürmüştü onu dedem.

Şimdi amcamı arıyorduk. Bir efsane diye baktığımız aile olayımızın ateşini dedemin vasiyeti yakmıştı. Nenemin okumayacağını bile bile nenemden özür dilediği vasiyetini okuduğumuzda, onu duyanların yüzünde alaycı bir gülümseme vardı. Babam hariç. Mirasın bölümünden dolabında küf kokan kasketine kadar türlü şeylerin ne olacağını yazmıştı vasiyetinde. Amcama ne olacağını da elbet. O vasiyet ortaya çıktığında amcamı bulunduğu yerden çıkarmamız gerektiğini söylüyordu dedem. Babam da bunu borç bilerek nenemin duvarını yıktırmaya başladı. İlkin duvar işçisi bulmakta zorlandı çünkü babamın şartları vardı. İnce işçilik istiyordu bu yıkım işi. Amcam her yerde olabilirdi ve ona zarar gelmemesi gerekiyordu. Bir amca ne kadar zor bulunabilir ki? Birisi bu cümleyi kurup diğerlerini güldürürken babam çekip vurmuştu onu. Diğerlerinin nutku tutulmuştu. Sonraki gün kimse gelmemişti çalışmaya. Babam, amcamı bulamayacak diye çok korkmuştu. Gerisin geri işçilerin yanına gidip özür dilemişti ve ne yapıp edip onları duvarın başına getirmişti. Akıllarında vurulan arkadaşlarının görüntüsü, derinde bir korku ve alacakları paranın miktarı onları işlerinin başında tutmaya yetiyordu.

Altı metre uzunluğu, dört metre genişliğindeki duvarda amcamı bulmaları tam sekiz hafta sürdü. Yedinci haftanın ortasında bir parıltı görür gibi oldu işçinin biri. Göğün kehribara yansıyan ışığıydı bu. Yanlarında ben vardım. Buldum, buldum diye haykırmıştı biri. Fırlayıp babama haber verdim. Koşup amcamın yanında soluğu aldık. Kehribardaki parıltı babamın gözlerinde de görünüyordu.

Bundan sonrası için zımparayla çalıştı işçiler. Bu yüzden üç günde çıkabilecek amcam tam bir haftada çıkarıldı. Avuca sığar büyüklükteki kehribarı babam avuçlarına aldı ve berraklığını yitirmiş yüzeyine baktı. Bir eliyle zarar vermekten korkarcasına tutarken diğer elinin parmakları kehribarın üzerinde geziniyordu. Siyah bir yumağı andıran karaltıdan başka bir şey görünmüyordu.

Babam işçilere hakları olan parayı verip onları gönderdi. Evin o duvarının büyük kısmı yıkık bir şekilde geceyi geçirdik. Babam kehribarı ipeklere sarmak istiyordu fakat yapabildiği tek şey onu annemin sandığına koymak oldu. Amcam annemin sandığında bu geceyi geçirdi.

Ev halkı duruma çoktan alışmıştı. Abilerim miras paylanacak diye saklamaya çalıştıkları kinlerini dizginlemeye çalıştılar fakat gece, kinlerini sabah gün yüzüne çıkartmak için sadece yuttu. Annem kendine bir elti gelebileceğini düşündü. Çok dert etmedi. O gelene dek ben göçerim, diye düşündü. Babamsa erkek kardeşinin olmasının ona nasıl hissettireceğini düşünerek sabah etti. Seher vakti herkesin odasını dolanan uykusuzluk aldı başını güneşin peşine takıldı, gitti.

Babam kuşluk vakti, kehribar işçiliği yapan adamın dükkânına gitti. Adamı alıp eve geldi. Amcam evde doğmalıydı, böyle söylüyordu babam. Bezlere sardığı kehribarı adama gösterdi. Bunun içindekini çıkarman lazım, dedi. Adam eline aldı, iyice baktı ona, parmak uçları üzerinde gezindi. Babamın içi ürperiyordu başına bir şey gelecek diye. Adam, içinde ne olduğunu anlamaya çalıştıysa da anlayamadı. Ne bu, kirpi mi, kurbağa mı, anlayamadım ne olduğunu. Babamın gözleri yerinden fırlayacak gibi oldu. Bizim için önemli bir şey var orda. Babamın sesindeki tehdit tonunu hepimiz hissettik. Adam yutkunmasını belli etmemeye çalıştı. Tamam, çıkarırız inşallah. Ama vakit alır. İşçiliği çok bunun. Hele de zarar gelmesin istiyorsa… Gelmeyecek. Tamam.

Adama teslim ettik kehribarı. Babam günaşırı gidiyordu, amcamın doğumunu (gerçekten komik böyle demesi) izliyordu. Ona nereye gidiyorsun diye sormuyorduk ama o amcamın doğumuna gittiğini söylüyordu. Gün gün bize rapor ediyordu durumu. Her günün raporu bir öncekiyle aynıydı neredeyse. Henüz tam göremedim amcanızı, sanırım bugün gördüğüm karnı, galiba bugün sırtını gördüm… Belki de bir ebenin gitmesi gerekiyordu amcamın doğumuna. Ama babam bunu kabul etmiyordu. Bu olayın gizli kalmasını istiyordu. Sağ salim bir doğsunmuş amcam, öyle, öyle…

Yedi gün, günde dört saat uykuyla amcamı çıkardı adam. Ailecek adamın dükkânına gittik. Hepimizde merak vardı. Babam ebe de getirmişti. Biraz erken oldu diye dalga bile geçtik abimlerle kendi aramızda. Kehribardan kum yığını yapmıştı adam. Amcamı aradı gözümüz. Adam buzdolabından kutu çıkardı, yanımıza koydu ve kapağını açtı. Hepimiz kutuya yumulduk. Amcam orada öylece duruyordu. Karartıdan ibaretti. Ne kolu ne bacağı ne kafası. Amcam ortada yoktu. Ebe, eline almış inceliyordu amcamı(?). Derin bir iç çekti. Bu neydi, diye sordu babama. Babam söylemek istemiyordu amcam olduğunu. Babam yaptırmış çok önceden, ne olduğunu bilmiyoruz, bizim için çok kıymetli, dedi. Kadın biraz daha baktı elindekine. Kalp bu, dedi. Şaşıramadık bile. Amcam neredeydi öyleyse? Ne kalbi, diye sordu babam. Bilmiyorum abi, dedi ebe. Emin misin, diye sordu babam. dedemin vasiyetinde, oradakinin amcam olduğu yazıyordu. Nenemin duvarında amcamın ne işi vardı, kimse bunu düşünmüyordu.