Çaykaralı Emine teyzenin gelin olduğu evde bir bez bebek vardı. Emine teyze seller senesinde doğmuş, on yedisinde de evlenmişti. O, gelin gelirken annesi çeyiz sandığının en üstüne bez bebeğini koymuş, gittiği yerde de onu iyi muhafaza etmesini söylemişti. Ben bu bebeği ilkin dört ya da beş yaşımda görmüştüm. Babaannemle gitmiştim o eve. Babaannemin bileği ağrıyordu. onun için mi gitmiştik bilmiyordum.
Kapısı açık odadan görünen salonda, ahşap direkte çiviye asılıydı o bebek. Yerimden kalkıp küçük adımlarla dolaşıyordum. Nereden bakarsan bak sana bakıyordu bu bebek. Korkutmuştu beni bu detay, bunu hatırlıyorum. Onunla ilk karşılaşmam böyleydi. O gece rüyamda gördüm onu. Dikişleri sağlam ama özensiz, kırmızı elbisesi, siyah orlon saçları, ağzı hafiften yamuk. Elimde öylece duruyor. Gülüyor mu anlamıyorum. Parmakları yok. ayakkabısı yok. Bu bebeği nasıl böyle eksik yapmışlar diye soruyorum içimden. Sesli sormaya korkuyorum. Yer yer kendini belli eden yün yumrularda geziniyor parmaklarım. Nohut tanesi kadar bir sertlik takılıyor parmak uçlarıma. Nohutun şekli gözümün önüne geliyor ama adını hatırlamıyorum. şeklini anlamaya çalışıyorum ama rüyam bu kadarına izin veriyor.
O eve birçok kez gittim. Bir keresinde kolum çıkmıştı. Bir keresinde hasta yatan yaşlı birinin yanına gitmiştik. Bir keresinde ablamın elinde bir şey çıkmıştı. Emine teyze doktordu galiba. önlüğü yoktu, steteskopu da yoktu ama olsun, dediğimi hatırlıyorum. Olsun.
Bebeği her görüşümde gözlerine kitleniyordum. Nereye gidersem gideyim bana bakıyordu. Ondan korkmanın yerli olmayacağını telkin ediyordum kendime. İşe yaramıyordu. Şaşı gözleriyle bana bakıyordu nereye gidersem gideyim.
Bir gece yine misafirim oldu. Kapılarını çalıyorum ve kapıyı bez bebek açıyor. İçeri davet ediyor ve sarı kurabiye ikram ediyor bana. Emine teyzenin kaynanası çaya bandırıyor, biraz bekliyor, çaya düşecekken son anda yiyor kurabiyeyi. Geçen gördüğüm rüyayı da yanımda getirdim. Bebeğin elini açıp avucuna koyuyorum. Parmakları olmayan elleriyle kavrıyor rüyamı.
-O yumruların içindeki şeyin ne olduğunu söyler misin bana, diyorum sessizce. Emine teyzenin duymasını istemiyorum, kaynanasının ise hiç.
+Karnım ağrıyor, diyor bebek.
-Emine teyze seni iyi yapsın.
Emine teyze gülümsüyor. Utanıyorum ondan.
☀️
Çapaklı gözlerle annemin karşısında dikiliyorum:
-Anne, karnın çok ağırsa bir de karnında taş gibi bir şey varsa o nedir?
+Ne bileyim nedir, taştır, gazdır, ne olsa olur. Sen dün yağmurda mı kaldın?
-Yok anne.
+Karnın mı ağrıyor?
-Yok yok. Ne taşı anne?
+Böbrek taşı mı acaba?
-Böbrek taşı ne anne?
+Kızım az dur, işim var görüyorsun.
Demek ki bebeğin karnında böbrek taşı vardı.
-Anne çok şeker yiyince mi olur.
+Evet.
-???
—
Bugün Emine teyzenin duasına geldik. Ev on beş sene önce nasılsa şimdi de öyle. Yürürken tahtalar gıcırdıyor, rutubet kokusu derinlerden sızıyor, odunların çıtırtısı odayı ısıtıyor. Bez bebek yerinde duruyor. Emine teyzenin annesinin tembihlediği gibi, ilk eşikten giren herkesin göreceği o yerde duruyor.
Sesler yankılanıyor odada:
- Emine teyze karnın çok ağrırsa bir de karnında taş gibi bir şey varsa ona n’apmalı?
-Bak karnın ağrıyorsa gözünü kırp tamam mı?
-Orda kapının karşısında karnın mı üşüdü de taş ondan mı oldu karnında senin?
-Sen ağlıyor musun karnın çok ağrıdığında?
-Bak bu çakıllar gibi mi karnındaki taş?
-Bir kere bakabilir miyim karnındaki taşa lütfen hiç bakmadım rüyamdan başka.
Emine teyzeyi ağlarken gördüğüm ilk zamanı hatırlıyorum. Başka birini ağlarken görmenin utancı hiç unutmamak üzere kazındı zihnime. Onu görmemiş gibi yapıyorum. Onların avlularında oynarken pencereden bakmamaya gayret ederek bakıyorum pencereye. Babaannemin sesini işitiyorum, beni çağırıyor. Emine teyze bebeğin karnında taş var diye mi ağlıyordu acaba.
O gece yine misafiri oluyorum bez bebeğin. Sarı kurabiyeler yok bu kez. Karnını kaşıyor bebek. Yün yumruları bir yere yığmış. Kırmızı kumaş daha da kızarmış.
-N’apıyorsun?
+İstiyorlar bu taşı.
-Kim?
+Karnımı kesmem lazım.
-Yumruların dökülür.
+İstiyorlar ama, Merih’e götüreceklermiş. Oradan getirmişler zaten bunu.
-Kim?
+Muhafaza etmem için getirmişlerdi, geri alacaklar demek ki.
-Kim?
☀️
-Anneee, babam nerede? … Baba, Merih’e nasıl gidilir?
+Mars’a mı?
-Mars mı? O da olur. Nasıl giderim oraya?
+Ne yapacaksın bakalım Mars’ta?
-Bir şey alacağım da oradan.
+Mars’a insan gidemez ki.
-Ne? Nasıl gidilmez oraya? E gidenler varmış ama öyle söyledi.
+Kim?
-Söyleyemem kim olduğunu.
+Ne zaman söyledi sana?
-Gece.
+Kim söyledi sana bunu?
- Söyleyemem baba kim olduğunu ama hiç mi gidilmez oraya?
Emine teyzelerde alıyoruz soluğu. Eşiği geçer geçmez bebeğe bakıyorum. Orada yok. Emine teyzenin dizleri dibine oturuyorum, dudaklarını kıpırdatıp yüzüme üfürüyordu. Tekrar. Tekrar. Gözlerine bakıyordum. Beyazlardaki damarlara. Oralardan mı akmıştı yaşların Emine teyze? İçimden soruyorum.
Çıkarken tekrar bebeğe bakıyorum, sonra Emine teyzeye. O günden sonra orada bebeği gördüğümü hatırlamıyorum. Rüyalarıma da gelmiyordu. Onu alıp Mars’a götürdüklerini düşünüyordum. Kimin götürdüğünü merak ediyordum ama kimseye soramıyordum. Bebeğe kızabilirlerdi.
Günde iki kez Emine teyzeye gidiyorduk babaannemle. İlk eşikten geçince bebeğin asıldığı yere bakıyordum ama orada yoktu. Oturuyordum Emine teyzenin dizlerinin dibine. O, dudaklarını kıpırdatıp yüzüme üflüyordu.
Birinin el-fatiha’sıyla herkesin elleri havalanıyor. Dün cemre toprağa düştü. Emine teyzenin toprağı kurumadı. Bez bebeği çıkardılar ve eski yerine koydular. Karnında dikiş izi. Annesinin yerleştirdiği dişi almışlar içinden. Astılar bebeği eşiğin karşısına. Annesinin sandığıyla beraber yolladığı bebeği onca yıl Emine teyzeyi bu eve mıhlamış. O dişi bildiğinde ilk ağlamasını yaptı. Bakmazken gördüğüm ağlamasını. Görüyorum gözlerindeki damarları dün gibi. Açtı baktı gözlerini dünya neymiş. Dünya buymuş. Hangi dünya diye sormuş. İşte bu demişler, gösterdikleri çetin bir yer. Emine teyze cennetlik kadındı. Emine teyzenin etmediği her âh’ı birinin diline kondurmuşlar. Öyle kalabalık ki.
Rica ettim bebeğe bakabilir miyim diye. Elime aldım ilk kez. Yumru yumru karnı. Nohut kadar sert bir şey geliyor elime. Yutkunuyorum. Bebeği geri veriyorum. Yerine asıyorlar. Ona bakıyorum, bana bakıyor. Eşikten geçerken geri dönüyorum, nereye gidersen git sana bakan gözleri öylece süzülüyor. Bu eve son girişim olduğunu umuyordum.