Phobos Ve Deimos

Rabia Bayazit

Dünyadaki savaş tanrıları artık emeklilik kanunlarını beklemek istemiyorlar ve yepyeni savaşlar başlatmak istiyorlardı. Ancak var olan bütün silahlarını tüketmişler ve silahlarına olan inançları zedelenmişti. Kaosu besleyecek yemleri, tüm dünyayı kasıp kavuran kıtlık nedeniyle tükenmişti. Demirleri ışıldamıyor, gözleri parlamıyordu tanrıların. Tanrılıkları artık tehlikedeydi. Günler ayları, aylar yılları kovalıyor ama tek bir hareketlilik yaşanmıyordu. Dünyadaki yeşillikler bile çölden hallice bir tavır sergiliyorlardı. Zaten yaşam enerjisi gösteren her şeyi sömürmüş ve oksijeni değersiz kılmışlardı. Artık her insan aldığı ve verdiği nefesin varlığı ya da yokluğu ile ilgili endişeden yoksundu. Tüm bu süreçlerde tanrıların tek azığı ölüm olmuştu. Kol gezen ölüm bile korku ve dehşetten yoksundu. Tanrılar tüm ölgün ve yılgın düşünceleri ile bir araya gelip çareler aramaya karar vermişlerdi. Yeniden korku ve dehşeti diriltmeli, ataları olan firavunların tohumlarından ağaçlar yetiştirmeliydiler.

Güneşin acı acı döküldüğü, sinelerin paramparça olduğu, mevsimlerin anlamsız olduğu hatta mevsim kelimesinin bile zihinlerde herhangi bir şey çağrıştırmadığı bir yerde, ölümü bekleyen nefeslerin cılızlığında buluştular. Her biri zırhlarını giyinmiş otomatik aygırlar üzerinde boy gösterdi. Marşlarla savaşın ateşini harlamak isterlerken silahlarına iyice yapışmışlardı. Savaş tanrıları mı savaşmalıydı? Yoksa öncelikli olarak silahlar mı yapılmalıydı? Tartışmalar sürerken insanoğlu tarihine dair küçük anekdotlar sunan bir çocuk göründü. Kendi kendine ama gür bir sesle elindeki kağıdı okuyor ve dikkatleri yavaş yavaş kendine çekmeyi başarıyordu. Nihayet her bakışı üzerinde hissetti ve sesine ses kattı. Okudukları bitmişti. Durdu, savaş tanrılarını kıskandıracak derecede derin bir nefes aldı:

-Siz Olimpos Dağı'nın çocukları! Asıl savaş tanrısından bihaber sizler, bilmez misiniz ki tanrılık oynayan insanların dünyaya en çok benzeyen Merih yıldızına Mars dediğini ve oradaki en büyük yanardağa Olimpos ismini koyduklarını? Hala anlamadınız mı tanrılık iddiasının gereklerini? Aradığınız korku ve dehşet Phobos ve Deimos'ta. Onlar ki Mars'ın koruyucuları, onlar ki sadık savaşçılar! Eğer tanrı iseniz yakalayın onları ve kendinize hizmetkâr eyleyin!

Çocuk kağıdı katlamış ve arkasını dönüp emin adımlarla yürümeye başlamıştı. Savaş tanrıları insanlardan aldıkları güçlü bir duyguyu bu çocukta görmüşler ve anında dehşete kapılmışlardı. Çocuk onları meydana çağırıyor ve onların akılları ile dalga geçiyordu. Yıllar yılı korku ve dehşetle kendilerine hizmetkâr ettikleri insanoğlundan pervasızca bir çıkış görünce korkuya düşmüşlerdi. İçlerinden biri herkesi yatıştırmayı başarmış ama baskınlığı diğer tanrılarda kine sebep olmuştu. Artık herkes birbirine saldırma anını gözlüyor ve içten içe bunun planları üzerine düşünüyordu. Son savaşlarını güçlü kılmak için sabretmeliydiler. Bu yüzden toplantının amaçlarına odaklandılar. Uzun bir toplantının ardından Phobos ve Deimos'a savaş açmaya karar verdiler. Artık her savaş tanrısı içinde bir ateş büyütüyor ve birliklerindeki yapaylığı mükemmel bir şekilde örtüyordu.

Günler akıp gidiyordu. Her savaş tanrısı mancınıklar, roketler ve daha birçok silah ile Mars'ın dünyaya en yakın olacağı günü bekliyordu. O güne çok az bir zaman kalmışken Mars'ı gözlemleyen bir savaş tanrısının verdiği haber dört bir yanı sarmıştı. Phobos ve Deimos, Mars'a bir zırh giydirmişti. Bu zırhı delecek tek bir eşik bulunuyordu: Denizler Vadisi. Şayet bu eşikten geçen bir silah olursa Mars'ın çekirdeğini patlatacak ve hizmetkârları Phobos ve Deimos dünyaya tutsak düşeceklerdi. Bu hep böyleydi, yeryüzünden gökyüzüne fırlatılan her şey için bir kapı aralanırdı. Ancak o kapıdan giren bir şey henüz hiç olmamıştı. Savaş tanrıları bunu bildikleri halde o günü sabırsızlıkla beklemeye koyuldular. Ve o gün geldi, Mars dünyaya selam verecek kadar yakındaydı. Phobos ve Deimos, insanoğlundan korku ve dehşet isimlerini almalarına rağmen sadece tanrıcıklara korku ve dehşet salıyorlardı. Hiçbir silah o eşikten geçecek gibi olmamış, Phobos ve Deimos her saldırıyı bertaraf etmişlerdi. Silahların yetersiz kaldığını gören savaş tanrıları yeryüzündeki hâkimiyetlerine devam edebilmek için silahlarını en güçlü gördükleri savaş tanrısına çevirdiler. Saniyeler içinde bir tanrı öldü. Böyleydi, tanrılar ölürdü. İşte şimdi korku ve dehşet başlamıştı, sıradaki tanrı kimdi?

Tüm yaşananları seyreden çocuk artık hazırdı, diktiği kiraz ağacını bu sefer büyütebilecek ve kiraz mevsiminde ağacını parlak kırmızı küpeleriyle seyredebilecekti. Okuduğu kitap öyle diyordu, her şey mevsiminde boy verirdi ve her şey mevsiminde güzeldi. Tanrılar bir bir ölürken, Mars yörüngesinde yüzmeye devam ederken dünya için ölüm eşiği atlanmış ve yeniden doğuş bir çocuğun umudunda başlamıştı.