Sabah o rüyanın etkisiyle alarmdan yarım saat önce uyandım. Kimseye anlatmayayım diye unutmaya çalıştım. Unutmaya çalıştıkça mıhlandı. Vay vicdansız. Kahvaltı hazırladım kendime. Rutinimin o gün bozulacağını hiç düşünmüyordum. Ama zaten insan bunu düşünmez ki. Menemen için soğanları jülyen doğradım, kavurmaya başladım. Ateşi kısmayı unuttum ve soğanlar yüksek ateşte biraz fazla piştiler. Bazıları buna yanmış der ama buna takılmaya gerek yok. Beni uykumdan eden rüyamı unutmaya çalışmak daha elzemdi ve bunun için çabalamam gerekiyordu.
???
Annem kokuya kalktı, ne yanıyor diye. Anne dedim, bir rüya gördüm, çok fenaydı. Hani anlatmayacaktım? Anlatma, dedi annem. Onu dinledim. Kahvaltımı yapıp çıktım. İşten önce bir plan oluşturdum kafamda. Rüyayı unutmuştum çoktan. Dolmuşa binene dek soğan kokusunun üzerime sindiğini fark etmedim. Genç bir kız bana yerini verdi, yanımdan uzaklaştı. Kokuyu almamla rüyayı hatırlamam bir oldu. Telefonu elime aldım, birkaç dakika vakit geçirdim. Anbean arttı soğan kokusu, rüyada hatırlamadığım tüm detaylar gözümün önüne geldi. Bir köşeyi dönüyordum ve bir diğer köşeyi. Sonra diğer köşeyi. Köşeler birbirini takip ediyordu ve hiçbiri birbirine benzemiyordu. Saatlerce yürümüştüm rüyamda. Yürüdüğüm güzergâh öyle tanıdıktı ki. Ama hiçbir yere benzetemiyordum. Hangi köşe son olacaktı diye düşündüğümü anımsıyorum. Bu yaşadığımın bir rüya olduğunu bilseydim nasıl ferahlardı içim, diye düşünmeden edemiyordum. Bekle ki dolmuşun yolu bitsin. İşe varamayayım. Yol sürdükçe tazelensin soğan kokusu. Rüyamın her ânı.
Satırı delinen mektubu duyduğumda onu bulmaya koyulmam gerektiğini söylemişlerdi bana. İlk köşe başında. Kimler söylemişti? Onlar bunlar şunlar. Nerden çıkmıştı bu mektup, kimler tarafından ortaya atılmıştı ve neden beni bulmuştu? Beladaysan bile kendini güzel hissettiren o kötü duygu. Sen özel değilsin, aynaya karşı. Senin ötesine geçemeyen senlerin arasında. Söyle dur bakalım. Hangi sen’e karşı, hangi sen duyar seni? Birinin kulağına çalınır elbette. Bir yandan da dua eder, senlerden bir sen. Öyle değil mi?
Bunlar ne saçma düşünceler. Uyanıkken böyle geliyor. Ama uyku hâli işte. Şoför bey şu köşeyi dönünce inebilir miyim? Tabii. Hava birden yağmurun döküleceğini haber verircesine karardı. Laciverdîye büründü daha doğrusu. Birden çöken yağmurun hastasıyım. Sonrasında muhteşem bir koku bırakır toprağa. Hah çıkıyor aklımdan yavaş yavaş. Atmosferin değişimini garipsemedim çünkü bu rüyayı unutmam için Allah bana yardım ediyor galiba. Sevgili bir kul olabilirim. Ya Rabbi çok şükür. Şoför bey şu köşeyi dönünce inebilir miyim? Galiba önceki köşeyi kaçırdım. Hanımefendi tabii dedik ya.
Şoför bey bir türlü o köşede indirmedi beni. O köşeye varamadık hiç. Ayakta duranlar, çocuk sesleri, sabahın köründe dedikodu yapacak gücü bulanlar ve ağzı kokan insanlar dolmuştan inmem için yeterli sebeplerdi. Şoför bey müsait bir yerde inebilir miyim? Tabii. İndim, o köşeyi döndüm. Laciverdî olan hava pembemsi bir hâl aldı. Bir sonraki köşeyi de döndüm. Bir mektup aradığımı anımsadım. Ama nerede? Soğan kokusu burnumun dibinde bitti. Bir sonraki köşeyi dönüyordum tam. Atmosfer yeşilimsi ışıklarla aydınlatılmış gibiydi. Adımlarım hızlansa da niçin hızlandığını anlayamıyordum. Soğan kokusu gittikçe keskinleşiyor, mektubun delik satırında ne yazdığını hatırlamaya çalışıyordum. Köşeler matruşka gibi birbiri ardınca geliyordu. Unut diyordum kendime. Unut şu rüyayı da git işine. Dön şu köşeyi de git işine. Ne olurdu gök berrak olsa, belki parçalı bulutlu. Hafiften çiselese yağmur. Gök alengirli renklerini alıp bir kenara koysa. Ne olurdu.
Döndüm o köşeyi. Hava da normale döndü. Meğer ilk dönüşümde doğru köşeyi dönmüşüm. Gerisi bir rüyadan ibaretti. Köşeleri dönerken ürperiyorum. Artık soğan da yiyemiyorum. O mektup neyin nesiydi hiç bilmiyorum.