Soğanlar Da Ağlar

Saliha Çolak

Güneş ışığı mutfağın camından yavaş yavaş içeri sızmaya başlamıştı. Yeni bir gün doğmaya hazırlanıyordu. Sabah güneşi kime vururdu bilmiyorum ama camın köşesinde kaldığım müddetçe bana çok daha vuracağa benziyor.

Güneş ışığıyla beraber mutfağın aydınlanan kısımlarına göz gezdirdim. Her şey sakindi. Şu an ben bile sakindim. Işık yavaş yavaş mutfak dolabının rafındaki çay bardaklarında biraz kırılmaya uğradıktan sonra yoluna devam etti.

Mutfak rafı, buzdolabı, yemek masası… Çok geçmedi mutfak aydınlandı. Artık gün kendini gösteriyordu. Bugün ne kadar gözyaşı dökeceğim, kaç arkadaşımı uğurlayacağım bilmiyorum. Bildiğim tek şey bugünün de dünden farksız olacağı.

Evin üst katına giden ahşap korkuluklu merdivenden ayak sesleri gelmeye başladı. İşte geliyorlar. Ayşegül Hanım yeni uyanmanın mahmurluğuyla karşı köşedeki buzdolabından birkaç kahvaltılık çıkarttı. Ocağa su koyup çayı demledi. Çok geçmedi Hulusi Bey de takım elbisesini giymiş, saçlarını arkaya taramış, deri bilgisayar çantasıyla mutfağa geldi. Masanın bir ucuna oturdu. Ayşegül Hanım'la karşılıklı az sohbetli kahvaltılarını yaptılar ve Hulusi Bey işe gitmek için sofradan kalktı.

Bir bardak su içesi tuttuysa demek ki, raftan bir su bardağı alıp musluktan su doldurdu. Suyunu tam içecekken camın köşesinde duran bana hızlıca bir bakış attı. Bakış ile soru eş zamanlı geldi:

* Ayşegül bu soğan neden camın önünde?

* Onu diğer soğanlardan ayırdım. Hele bi filizlensin

bahçede marullar için ayırdığım kısmın yanına dikeceğim.

* Hım, güzel fikir. Zaten soğan son zamanlarda çok pahalı

demekten öteye gitmeyen Hulusi Bey'in bu konu pek dikkatini çekmemişti.

Bardağı tezgahın üzerine bırakıp, eşi Ayşegül Hanım'la vedalaşıp işe gitmek için yol aldı. Hulusi Bey sabah erkenden evden çıkar akşam gün batarken eve dönerdi. Eve geldiğinde Ayşegül Hanım'la birkaç hoş sohbet ve yemek faslından sonra bazı evrak işlerini hallederdi. Bu işleri mutfak masasında yaptığı için geldiğim günden beri onu bu camın köşesinden izliyorum.

Ayşegül Hanım ise eşini işe yolladıktan sonra günlük rutin ev temizliğini yapar, bahçedeki sebzeleriyle ilgilenir ve üç tane gördüğüm koyunlarını otlatırdı. Arda kalan zamanda bazı günler mahalle eşrafından birkaç kadın misafirliğe gelir ve beraber hoşbeş ederlerdi. Ayşegül Hanım bir gününü böyle geçirirdi.

Ben bu eve geleli altı gün oldu. Hulusi Bey beni ve arkadaşlarımı ilçenin çıkışındaki manavdan almıştı. Ben manava geleli zaten çok olmamıştı ki Hulusi Bey'in beni ve yaklaşık iki kilo kadar arkadaşımı iyice seçip poşete atması bir oldu. Aslında manavda geçirdiğim iki gün boyunca geldiğim tarlada bıraktığım ailem ve arkadaşlarım için üzülmüştüm. Ama manavda tanışıp kaynaştığım yeni arkadaşlarım acımı biraz olsun dindirmişti. Hulusi Bey de sağ olsun beni yeni arkadaşlarımdan ayırmayıp hepimizi beraber almıştı. Tabi ben o zamanlar bunu iyiye yormuştum.

Ayşegül Hanım beni ve arkadaşlarımı kapıda karşılamış ve gördüğüne sevinmişti. Ben daha önce bir eve gitmediğim için buraya neden geldiğimizi bilmiyordum. Öğrendim ki arkadaşlarım da bilmiyormuş. Ayşegül Hanım bizi buzdolabının yanındaki sepetin içine koydu ve kapağı kapattı. Ben ve tüm arkadaşlarım buna biraz şaşırmıştık.

Yeni tanıdığım ve çok sevdiğim arkadaşım Rıfat ile neden burada olduğumuzu tartışıyorduk. Rıfat da benimle aynı gün başka bir tarladan gelmişti. Üzgün olduğum manav günlerinde bana çok destek oldu. Benim geldiğim tarlada arkadaşımın çok olmasına karşın Rıfat'ın hiç arkadaşı yokmuş. Ama geldiği tarlayı o da benim gibi çok seviyormuş.

O gece Rıfat geldiğimiz yerin de bir tarla olabileceğine emindi. "Eski günlerimize döndük." diye sevinmişti hatta. Bana "Belki bizi bu tarlada yan yana dikerler." demesini hiç unutmuyorum.

Sepetteki gecenin sabahına Ayşegül Hanım şarkı söyleye söyleye sepeti açtı ve bir arkadaşımızı aldı. Biz onu dikti sanmıştık. Bir sonraki gün de iki arkadaşımızı aldı ama bu kez şarkı söylemediği için giden arkadaşlarımızın çığlık attığını duyduk. Hepimiz korktuk. Bu işte bir gariplik olduğu belliydi. Bir gece daha endişe ve korkuyla gün doğumunu bekledik. O gün sepeti açtığında beni tuttu ve çekti. Rıfat ile bakıştık. En az benim kadar korkmuştu. Ayşegül Hanım sepeti kapattı ve bana iyice baktı. Sonra "Bunu tarlaya dikerim." diyerek beni camın köşesine koydu. O gün anlamıştım sepetten çıkan arkadaşlarım tarlaya gitmemişti.

Camın önünde geçirdiğim sayılı günde arkadaşlarımın tek tek bıçağın keskin yüzüyle karşılaşmasına şahit oldum. Hepsi de yeni tanıdığım ve çok sevdiğim arkadaşlarımdı. Kimi çorbaya, kimi yahniye, kimi salataya ve daha sayamadığım yemeklere kurban gidiyordu. Hepsi de gözlerimin önünde oluyordu. Üstelik Ayşegül Hanım da bu işi yaparken çok sakin olmasına rağmen o da bir zaman sonra kendini tutamıyor, ağlıyordu.

Camın köşesine geldiğim günden beri bu mutfağın atmosferi bir kuyu kadar karanlık ve derindi. Mutfakta yemek olan arkadaşlarımdan geriye kalan tek şey zeytinyağında pişerken çıkan kokuydu. Bu kokuyu aldıkça daha çok ağlardım. Geldiğim günden beri çok arkadaşımı yolcu ettim. Bazıları beni camın köşesinde görüyor ama biz konuşamadan yemek oluyordu. Günlerim böyle çaresizce geçmişti.

Bu sabah önceki günlerden çok farklı oldu. Ayşegül Hanım Hulusi Bey'i yolcu ettikten bir saat sonra telefon çaldı. Bugün misafirleri gelecekti. Mutfağa girdi ve işe koyuldu. Kafasında kurduğu yemeklerin malzemeleri birer birer tezgahın üzerinde beliriyordu. O da ne? Soğan sepetinin kapağı açılıyor. Olamaz. Ayşegül Hanım kapağı açtı ve eline ilk aldığı Rıfattı. Rıfat'ı ve iki tane daha soğanı almıştı. Rıfat gözlerimin önünde yemek olacaktı. Buna izin veremezdim. Ona seslendim. Tezgaha yaklaşınca beni duydu.

* Kazım ölmemişsin!

Çok sevinçliydi.

Ölmedim ama çok ölümler gördüm diyemedim.

* Rıfat kaçmalısın!

* Nasıl kaçayım?

* Bilmiyorum. Çok üzgünüm.

* Boş ver Kazım yolun sonu demek ki. Seni tanıdığım için minnettarım. Ölmez de sağ kalırsan tanıdığın soğanlara beni anlat.

* Rıfat dur, git..

diyecektim ki Ayşegül Hanım Rıfat'ı doğradı. Bugün en yakın dostum gözlerimin önünde yaprak sarmasının iç harcı oldu. Bense ağladım, çok ağladım. Gün boyunca ağladım.

Yine sabah oldu. Bugün evdeki yedinci günüm. Bu sabah Ayşegül Hanım ağzına bir şarkı tutturmuş mutfağa indi. Keyfi yerindeydi. Hulusi Bey'i işe yolladıktan sonra etrafı toplarlarken gözüne iliştim. Dün gün boyu ağladığım için biraz filizlenmişim. "Artık seni dikme zamanı gelmiş." dedi. Beni camın köşesinden aldı ve mutfaktan çıkarttı.

Bir yanım dün Rıfat 'ı da yemek yapan facianın üzüntüsünü yaşıyor bir yanım da mutfağın ölüm kokan atmosferinden ayrılmanın sevinciyle dolup taşıyordu. Biliyorum tarlaya gidiyoruz. Orada büyüyüp yeni soğanlar tanıdığımda Rıfat 'ı ve tüm soğan arkadaşlarımı onlara anlatacağım. Tıpkı Rıfat'a söz verdiğim gibi.