Elinde tuttuğu kovasındaki kirli suyu temizi ile değiştirip bir hışımla yeniden başladı yerleri silmeye Ömer. Yorgunluktan kemikleri sızlamaya başlamıştı. Sabahtan akşama kadar lokantaya bir sürü kişi gelmiş ve onların masalarına bakmış, serviste bulunmuştu. Lokantanın kapanma saatine yakın patronu ona yerleri silip sandalyeleri de masanın üzerine kaldırması gerektiğini söylemişti. Uzun boylu, incecik dal misali duran patronundan hiç haz etmiyordu. Fazladan iş yüklediğinde daha da artıyordu ona karşı olan nefreti. Garson olmasına rağmen yerleri de ona sildiriyordu ve bu da Ömer'in eve geç saatte gitmesine sebep oluyordu. Onun evde bir bekleyeni yoktu fakat her akşam yaptığı rutinine bir an önce kavuşmak istiyordu. Patron sadece kendisine değil tüm çalışanlarına az maaş karşılığı esas yapılması gereken iş haricinde başka sorumluluklar yüklüyordu. Çalışanların kimi başladığı gün işi bırakıyordu kimi de başladığı hafta. Fakat Ömer her ne kadar öfke dolu olsa da karşı çıkamıyordu. Zira karşı çıksa zor bulduğu işinden kovulurdu.
Temizliği onun yaptığı günlerde lokantadan son çıkan kişi o oluyordu. Böylece mekanı kapatmak da ona bırakılıyordu. Kalan yerleri de silip tahta sandalyeleri masanın üzerine koydu. Açık herhangi bir şey var mı diye kontrol edip üzerine kendi eliyle, yırtılan yerini yamaladığı ceketini giydi. Geçen günlerde müşterilerden biri ceketini nerden aldığını sormuştu, çok heves etmişti ceketine. Bilseydi komşusunun yırtık ceketi çöpe atmak yerine ona verdiğini, yine de heves eder miydi diye merak etmişti. Halbuki o hiç dert etmemişti. Bozuksa onarırdı, yırtıksa dikerdi ki öyle de yaptı. Ona verilen eski tişörtleri kesip yama yapmıştı ceketine. Bazı yerlerde sarı bazılarında siyah kullanmıştı. Ünlü markaların ceketlerine benzetmişti.
Dışarısı buzdolabı niteliğinde dondurucu bir havaya sahipti. Ekim ayında olmalarına rağmen dondurucu soğuk, kış mevsimini anımsatacak kadar etkisini gösteriyordu. Gece yarısı olması ve soğuk hava hasebiyle sokaklarda hayvan seslerinden başka ses duyulmuyordu. Özellikle köpek sesleri duyduğunda irkilir, adımlarını sıklaştırıp yoluna devam ederdi. Ama bugün köpek sesleri de fazla yoktu. Bir müddet durup gökyüzüne baktı. Yıldızlar gökyüzünün engin derinliklerinde parıl parıl parlıyordu. Uçsuz bucaksız gökyüzüne bakmaktan zevk alırdı. Özgürlüğün ve mutluluğun orda olduğunu zannederdi.
Derme çatma evinin önüne geldiğinde acele ile kapıyı açıp içeri girdi. Yorgunluktan kemikleri sızlasa da yatmak yerine her zamanki rutin olarak yaptığı ikinci el bilgisayarının başına oturdu. Uçuş simülatör oyununu açtı ve bazı tuşları çıkmış klavyenin hala sağlam olan tuşlarına basarak uçağı gökyüzüne çıkardı. Klavyesini de ikinci el almıştı. Bulutların üzerinde bir kuş gibi süzüldüğünü hissetti. Buruk bir şekilde dalıp gitmişti geçmişine. Onun hayali pilot olmaktı. Üzerinde pilot üniforması hayal ederdi hep ama bu hayal, rahmetli dedesinden kalan yün kazağı giymekten öteye hiçbir zaman geçememişti. Onun başarabileceğine inancı vardı ta ki umudu kırılana dek. Onun umudunu kıranlar hayalinin üzerinde top oynadı, at koşturdu. Hep “Keşke!” derdi. “Keşke sadece başarabileceğime olan inancımın farkına varsalardı ve şahit olsalardı mutluluğuma.” derdi. Daldığı geçmişinden iç çekerek sıyrıldı. Ahların, vahların bir fayda getirmeyeceğini düşündü. Çok sevdiği oyununu kapatarak yorgunluğun verdiği sırt ve bel ağrısıyla yatağa uzanıp gözlerini kapattı.